Hak-Batil; Mücadelesi ve Insan'in Var olan Iliski Biçimlerine Bir Degini?

"Hak geldi, batil zail(yok) oldu,? Hak-Batil mücadelesi, insanlik, daha dogrusu dönem, dönem içerisine düstügü karanliklardan aydinliga çikarmak için insanliga yol...
Hak-Batil; Mücadelesi ve Insan'in Var olan Iliski Biçimlerine Bir Degini?
Sait ALIOGLU
Sait ALIOGLU
Eklenme Tarihi : 27.06.2022
Okunma Sayısı : 877

“Hak geldi, batil zail(yok) oldu,”

Hak-Batil mücadelesi, insanlik, daha dogrusu dönem, dönem içerisine düstügü karanliklardan aydinliga çikarmak için insanliga yol gösterici olup Allah© tarafindan gönderilen resullerin de mücadelesi olarak okundugunda, en kadim mücadelenin bu mücadele oldugu kabul görecektir.

Kaldi ki, ister etkisiz eleman sifatiyla, ister etkileyici/belirleyici sifatiyla yasanilan hayatin öznesi olan insanin verdigi diger mücadelelerin, savaslarin da hak-batil savasinin birer parçasi oldugu kabul görecektir.

Bu mücadele içerisinde -insanlar, esas kamplar disinda varsayilan kamplara dahil edilecek olsa da- sonuçta iki ana kampin varligi bilinmektedir.

Bunlar; hak ve batil kamplar olarak öne çikar.

Bununla birlikte, “ilgilisince” sözde varsayilan farkli kamplar, bu iki “ana” kampin disinda gösterilse de, hak, esasa yönelik olmayan bazi tali yorumlar istisna kilindiginda, hakkin bir tek yoldan ibaret oldugu; bunun yaninda batilinda çogullasmis haliyle yine bir tek yol oldugu görülecektir.

Görünüste birbirinden farkli dinler, mezhepler, ideolojiler, düsünce kaliplarina ragmen temelde batilin da hak gibi bir tek oldugu söz konusudur.

Necip Fazil, bu hak-batil olgusuna dikkat çekmek için “Oluklar çift; Birinden nur akar, birinden kir.” derken pek de haksiz sayilmaz.

Öyle olmasa idi, “hangi batil hakli, hangi batil ise haksiz, temelsiz” olarak Allah© ve insanlar tarafindan kabul görülecekti?

Bu haklilik ve haksizlik elbette “aklin yolu birdir” fehvasinca, gözle görülen bir vasatta, o da maddi baglamda bilinecek ve kabul edilecekti, ama isin içerisine hikmet olgusu dahil olduktan sonra, bazi hakliliklarin, yasalliklarin geçerli bir tarafinin olmadigi da kabul görecekti.

Hak konusu kadim bir konu… Hem Allah’in varligini kapsamasi, O’nun isteginin bir tezahürü olmasi ve hem de insana bakan bir yöne tekabül etmesi söz konusu… Temelde içerik olarak Allah’in(Hak Teâlâ) varligi itibariyla Hakk olusu, onun yasanilan ortamda var olan ümmetlere bir seriat va’zetmesi ve ona bakilarak hayatin düzenlenmesi… Bunun yaninda, yukarida da belirttigimiz üzere, salt dünya hayati için anlam ifade edebilecek bazi yasalliklari içermesi…

Hak konusunda yetkiyi asmak ya da genisletmek…

Hayatin öznesi olan insanin evvel emirde, çevresinde bulunan varliklardan ziyade, dünyaya adim atmasi ile baslayan hayatinda, “dogal olarak” hak sahibi oldugu gerçegi, yalin bir gerçek olarak kabul görür.

Bu hak sahibi olusu, insanin bir aile içerisinde hayata adim atmasi ile baslayan, adina “çocukluk” evresi” denilen bir zaman dilimi içerisinde, ana, babasindan vb. “istegi ile alakali” haklara binaendir.

Zamanla, hak sahibi olan insan/çocuk akil, balig olup rüsdünü ispat etmeye basladiginda, hem hak sahibi olmasi devam eder ve hem de çevresinde, kendisi ile bir iliski biçimine giren insanlara yönelik, onlara tevdi edilecek haklarla hemhal olur.

Kisinin, gerek çocukluk evresinde ailesinden, hak ettigi seylerle, büyüdügü oranda gerek toplumdan/devletten karsiligini istedigi haklar ile ailesine, topluma/devlete yönelik mesuliyetinde(sorumluluk) çerçevesinde tabiri caizse “karsi hak” ile karsi karsiya kalir.

Bunlarin siniri Islam seriatinda çok önemli olmakla bielikte sade ve anlasilir olarak yer alir.

Bu haklar, modern batili mantalitenin “buyurdugu üzere” zamanla ne çogalir  ve ne eksilir.

Bazi sebeplerden dolayi, o da geçici bir müddet “kisitli” kalabilir, ama sinir asimiz olmaz, ölçü kaçirilmaz, var olan denge/ler sarsilma yoluyla igdis edilmez.

Zira burada Allah’in hikmeti söz konusudur.

Ama modern batili mantalitede bunlar ya azaltma, ya da çogaltma yoluyla tabiri caizse “isin suyu çikacak sekilde” ele alinirlar.

Çogu zaman, haklara ya tümden müdahale, ya da asiriya kaçma, onu alabildigine çogaltmaya çalismanin hiç de iyi sonuç vermedigine sahit olmaktayiz.

Çocugun, bazi bati ülkesinde “daha rüsdünü ispat etmeden” adeta, onu annesi dogurur, ama o toplumun, oradan da hareketle “devletin çocugu” derekesine düsürülmesi ile yine çocugun esas rüsd yasi olan on sekizinde,”artik özgürüm; artik o özgür bir birey” düsüncesiyle aileden kopmasi/koparilmasi bir hak olarak düsünülse dahi, o çocuga yapilan bir zulümdür.

Gel de,o yalin gerçegi batiya anlat!

Kim, kime, dim, dinma…

Bu tür totaliter bir koparma düsüncesinin komünist mantik içre bir karsiligindan bahsedilse de, bu tür davranislar, kendi bütünlügü içerisinde “Tanri’yla iliski biçimine sahip” olmaya devam eden dindar batili insani da böyle bir cendereye sokan seküler, profan(din disi) anlayislar eliyle hem de neredeyse tüm kurum ve kuruluslarin marifetiyle “bir esden” yürütülmektedir.

Bunun tezahürü, batili temele dayandirilmis “bize hükmeden” devletler eliyle birçok Müslüman ülkede de sürgit devam etmektedir.

Örnek olarak “kadin-erkek” iliskilerinde ser’i ve ona bagli olarak süreç içerisinde olusan toplumsal iliskilerin alabildigine törpülenmesi gibi sebepler bir çirpida sayilabilir.

Bunu asmani yolu, Müslüman oldugumuz gerçeginden hareketle zihnimizi yeniden “degismeyecek olan” eskimeyen hakikatler üzerinden var olan seküler anlayisa dur demek; eskimeyen hakikat yeniden iserlik kazandirmak, hemen her konuda olmasi gerektigi üzere zihniyet degisimine evet demek; kisacasi baskalasmadan yeniden var olmak seklinde özetlenebilir.

Bir de öteden beri bize dayatilmak istenen ve maalesef muhafazakâr bir iktidarin onayiyla bir dönem yasal olarak varligin sürdüren “Istanbul Sözlesmesi”nden sadir olan ve çogu da gayr-i insani, gayr-i Islami olan iliski biçimlerine karsi Müslümanca mücadele etmek gerekir.

Bu sözlesmeyi içeren bazi uygulamalar, dönem, dönem adeta Müslüman mahallede salyangoz satmak kabilinden adina yanlis ve haddi asan bir ifadelendirmeyle “onur yürüyüsü” denen pespayelik bir hak olarak kabul görebilir mi?

Görmemesi lazim, ama birakin laik kanatin siyasilerini, sözde Müslüman mahallede büyümüs bazi muhafazakâr siyasetçin dahi, bu sözlesmeye, dolayisiyla da onur yürüyüsçülerine “kucak açmak istemeseler de” “simdilik” karsi kiyida bulunmalari hasebiyle karsi çikici bir ifade kullanmamalari nasil izah edilebilir?

Sonuçta tevhid’i anlama konusundan,  tutunda tüm varlik baglaminda “insan-kendi; insan-toplum; insan-Allah iliskisine kadar bir yelpazede hareket eden insanin hak’tan ayri düsmemesi ve hayatini ser’i serif’e göre “yeniden” tanzim etmesine bagli olarak kadim iliski biçimlerinde sahih/dogru yolu sürdürmesi gerekmektedir.

O zaman var olan iliski biçimlerine bir bakis…

 Insan ve iliski biçimleri…

Hak, hayatin öznesi olan insan açisindan önemli bulunan ve onun varliklarla iliskisi içerisinde degerlendirilecek olan “insan-kendi; insan-toplum; insan- Allah iliskisi” dikkate alindiginda, iliskiler bazinda bir yer degisikliginin varligi kendiliginden ortaya çikacaktir.

Insan önce kendini taniyacak, tanimlayacak, hayatini anlamlandiracak, daha sonra bu tanina, tanimlama; anlama ve anlamlandirma üzerinden üst bir iliski biçimi olan “insan-toplum iliskisi”ne geçis yapacak, yükselecektir.

Ya da, en basta kendini tanima, tanimlandirma; anlama ve adlandirmada” basarili olup olmamasiyla alakali olarak yanlisliklar yapinca da düsüse geçecektir.

Kisacasi insanlik sinavinda sinifta kalacak, basarisiz olacaktir.

Bu konuda, Hakk Teala ile iliskisinde o yükselisin ve düsüsün “ne’ligi, nasilligi, niteligi ve niceligi”de kendiliginden anlam kazanacak ve bir fiyata mebni olacaktir.

Son iliski biçimi, yani “insan-Allah iliskisi” içerik olarak, dünya yüzünde insanin insanla yüz yüze gelmesi ve o yüz yüze gelmenin sonucunda olusan iliskilerin mahiyeti icabi, son kertede insanin yaratici ve kanun va’zedici olan Allah ile iliskisini de belirleyecektir.

Buna bagli olarak; a) Insan, belki de mükâfatinin büyük bölümüne ahrette elde edecek ve dünyada da ondan bir miktar yararlanacaktir. B) Ya da tam tersi olarak dünyada “mutlu, mesut” bir sekilde yasayacak ve ahrette de o “kaybedenlerden” olacaktir.

Iste, Allah’in insana uygun gördügü/görecegi mükâfat ve mücâzat” aslinda, insanin ilk iliski biçimi olan “insan-kendi iliskisi” biçiminde kendine ya yazik etmesi, ya da hakka uyarak kendisiyle barisik yasamasi sonucu insan-toplum/çevre iliskisi” sonucunda nihayete erecektir.

(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.) 

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!