Körlestirmeye Kurgulanan Hayatlar veya Saramago'da Körlügün Biçimleri

Türlü düsünce ve duyarliklarla birlikte bütün hayatlarin görmeye, görsellige ayarli dünyasinda böyle sormakta haksiz sayilmazsiniz...
Körlestirmeye Kurgulanan Hayatlar veya Saramago'da Körlügün Biçimleri
Necmettin EVCİ
Necmettin EVCİ
Eklenme Tarihi : 29.06.2022
Okunma Sayısı : 625

Körlügün de mi biçimleri olur?

Türlü düsünce ve duyarliklarla birlikte bütün hayatlarin görmeye, görsellige ayarli dünyasinda böyle sormakta haksiz sayilmazsiniz. Görmenin biçimleri üzerinde duymaya, düsünmeye daha fazla alisik ve yatkinizdir. Duyular, mucizevî isleyisiyle varliga anlam ve canlilik kazandirir. Görme, anlama, kodlama, kavramsallastirma, bir anlam dizgesi içine yerlestirme süreçleriyle bu isleyis, insanda daha bir önemli olur. Önem, anlama ve anlam verme süreçlerimizden bagimsiz olmayan varligimizin hikmeti ile ilgilidir. Bu sayede hem kendimizin hem çevremizin bilincini gelistiririz.

Görme, objeden beynimize yansiyan verilerin alinip, tanimlanarak kodlanmasi, sonra çok boyutlu iliskilerle anlamlandirilmasi ile devam eden bir bilisim sürecidir. Görmenin anlami, amaç ve niteligi, bu bilisim süreçlerinin mahiyetine bagli olmak durumundadir. Yani görme sadece fizyolojik bir hadise degildir. José Saramago daha fazla konu edecegim ‘Körlük’ adli meshur romaninda “Görme ile görmeme arasindaki fark çiplak gözle görülemez” derken(1), gözün, bakmanin, görmenin, zihin dünyamizla sekillenip tamamlanan niteligini öne çikarir. Görmeyi anlamli kilan, kodlama veya metafizik algoritmalarimiz, baska söyleyisle zihnimizin anlam haritasidir. Bakmak ve görmek bir duyarlik, ilgi, yogunlasma, fark etme yetkinligidir. Tamamlanan hiçbir görme veya görüntü, görmeyi gerekli kilan hiçbir gerekçe veya sebeple ilgisiz degildir. O nedenle karanlik bakan aydinlik, bulanik bakan berrak, öfkeli bakan sakin, kötü bakan iyi, çirkin bakan güzel, bos bakan dolu göremez. Herkes disinda içindekini görür. Bir muamma olmayan bu hakikatleri, dogamiza uygun olarak siklikla yasayip dururuz.

Bakmanin ve görmenin tensel zevklerden, tinsel hazlara kadar varligimizi harekete geçiren veya uyaran degisik katlari, katmanlari vardir. Insan sadece gözüyle bakmaz. Demek oluyor ki sadece gözleriyle görmez. Gözleriyle baksa bile kalbiyle, akliyla, duygusuyla görür. Hatta açligiyla, yokluguyla, öfkesiyle, sevgisiyle, ilmiyle görür veya görmez. Hayati, sevgiyi, nefreti, rahmeti, barisi, insanlari, bütün bir varligi görür veya görmez. Görmek veya görmeye yüklenen anlamiyla bilmek, fark etmek ve anlamak, nesnel, optik açiklamalarin fevkinde dogrudan ruhun ve suurun hakikate uzak düsmek istemeyen donanimiyla ilgilidir.(2)  Görmek veya görmemek bir zihin meselesidir. Yine Saramago’nun zikrettigim romaninin devami niteligindeki ‘Görmek’ adli eserindeki “Bazi körlerin sadece gözleri kör degildi, zihinleri de kördü.” seklindeki tespiti, Kutlu kitabin gözleri görmeyen, kulaklari duymayan, kalpleri mühürlenmis gafilleri, yani gerçek körleri hatirlatir.(K.222)

Bakmak ve görmek, bilindigi kadariyla Homeros’tan, ‘Homerler Çagi’ndan bu yana insanligin en kadim, en köklü meselelerinden biri olmustur.(3) Bakarak ve baktikça kör olmak, baktiklarimizla kör olmak, bakar kör olmak, gördügümüzü sanmak. Dahasi kör bakmak, tersten yüksek basiretle iç görüyle kalp gözüyle görmek. Görme melekesi varlikla kurdugumuz irtibatin anlam dünyamizi coskulu bütünlesme ve içsellestirmeyle genisletip zenginlestirecek ilk ve somut asamasini olusturur. Sadece göze ve görmeye dayali algilar ve bilgilerin edinimi, neredeyse zihni yoracak hiçbir çaba gerektirmeksizin kendiliginden olur. Bu süreç imgeler, fenomenler katindan mücerret his ve düsünce düzeyine yükseldigi ölçüde, anlamin kavramsal ve soyut kurulumu öne çikar. O asamada adeta dis dünyadan uzaklasilir. Gerçeklik dokunulur, görülür mahiyetiyle dis dünyada degil de soyut idealar veya degerler evreni diye tabir edecegimiz iç âlemimizdedir. Hatta asil önemli olan bu evrendir ve orada metafizik örgüsü, isleyisiyle var olan anlamla bakar, o anlamla görürsünüz. Bu nokta fark etmenin, duymanin, anlamanin en ince, en önemli tarafidir.

Kadim dönemlerden bu yana, sig düsünce ve duyarliklarin zihin sinir ve yapilari, görmeye ve görsellige dayanir. Evrenin görünen nesne ve malzemeleri inançtan bilime kadar bir çok zihni ve ruhî faaliyetin temel verileri olarak görülmüstür. Insan ve hakikatin realitesine ne kadar uygun oldugu tartismali olarak gerçeklik sadece görünür ve algilanabilir boyutlariyla sinirlanmistir. Bu kolayciligin kendini asamayan, öteleri merak etmeyen ilgisiz benliklerin isine geldigi de ayri bir konudur. Etkenlerinden birinin de bu oldugu sebeple insanlarin çogu gördüklerine inanmis veya inançlarini imgelerle görünür kilmislardir. Görmekle tatmin olan ruh ve benlikleri inançla (veya inançsizlikla) kaynasarak analitik düsünmeye gerek duymamistir. Görünene inanan, görünmeyeni inkâr eden pozitivist dönemle birlikte modern insanin varligi, neredeyse bütünüyle gördükleri ile sekillenir olmustur. Modern dünya ve toplumu insa edenler, sig hatta bayagi duygularla yönlendirilmeye açik genis kitleleri görüntü seline katarak kosullamislardir. Kosullama ve kosullanma devam etmektedir. Sirf bu amaçla faaliyet gösteren ve muazzam paralar kazanan sektör ve sirketler vardir. Arzular, istekler, amaçlar, korkular, düsler, düsünceler ve bütün bir benligimiz, bu enFormasyon sektörleri tarafindan biçimlendirilmektedir.  

Orwell’in görme ve göstermeyle korku ve imajlar yaratarak toplumu gözetim ve denetim altinda tutan otoriter rejimi,  Saramago’nun ‘Körlük’ adli eserinde kurtulmanin imkânsiz oldugu bir salginla egemenligini sürdürür. Insanlar, disçi, eczaci, avukat, bilim adami, taksi soförü, sanatçi, fahise.. herkes nedensiz, sebepsiz bir sekilde insanlari kör eden bir salgina yakalanirlar. “Görmeyen göz körlügü gören göze bulastiriyor.”(K.115) Ayni hikâye üzerinden devam eden ‘Görmek’ romaninda “Herkes, bütün sehir, bütün ülke mi kör, Gözleri gören birkaç kisi kalmis bile olsa, onlar da gördüklerini söylemiyor, susuyorlar.”(K.225) deniyor. Susuyor olmalari körlerin, körlük kralliginin gazabina ugrama endisesinden dolayidir elbette. “Simdi kati, acimasiz ve amansiz bir körler kralligi var, Neler görmek zorunda kaldigimi bir bilebilseydin, keske kör olsaydim derdin.”(K.139) Yani? Daha açik nasil söylenir? Insanlik görmenin suç oldugu dönemleri siklikla yasamistir. Belki de görmek tarihte görülmedigi kadar günümüzde suç olmaktadir. Gördüklerini söylemeyen, basina is almamak için söylemekten çekinenler, hakikati haykirma sorumlulugu ile elde etmeleri gereken rahatligi, bir alt kata inip sürüye katilmanin verdigi güvenlik duygusunda bulmus veya buluyor olmalidir.

Kendine has imge ve simge yüklü ifadelerle son derece rahat bir üslup deneyen yazar, her iki kitapta da körlügü alisilmis biçimleri disinda metaforik ve paradoksal karakterlere dönüstürerek kullanir. Örnegin, kör olanlarin dünyasi sanilanin tersine kararmaz. Tersine körlük, muazzam beyazliklar, aydinlik isiltilarla gelir. “Körler, siste kalmis günese benzeyen görkemli bir beyazlik içinde hareket ediyorlardi. Körlük onlar için, basit bir karanlik içinde degil, parlak bir isik içinde yasamakti.”(K.97) Yasadiklari o parlak, o isiltili hayatlar, gerçekleri görme imkâni vermedi. Yazar isiltili hayatlarin insani, daha dogrusu ruhlari kör ettiginin ipuçlarini gizli, açik metaforlarla verirken alttan alta kapitalizm elestirisi yapar. Romanin elverdigi imkânlarla bir yönüyle köklü bir insan ve medeniyet elestirisidir yaptigi. Öyle ki Saramago, her iki kitapla mevcut dünyaya iliskin hayat, insan ve toplum tasavvurlarini tamamen ters çevirirseniz, gerçege daha fazla yaklasmis olacaginizi fisildar gibidir. “Bu beyaz körlügün aslinda ruhla ilgili bir hastalik olmadigini kim bize söyleyebilir?”(K.93)

Romanda görmeyen insanlar el yordamiyla ve birbirlerine tutunarak, baska yeteneklerini devreye sokarak anlasmaya, daha da önemlisi hayatta kalmaya çalisirlar. Salginin etkiledigi körlerin karantinaya alindiklari tecrit binasi veya hapishanesinde cereyan eden olaylar, insan ruhunun düstügü, düsecegi en sefil seviyenin trajedidir. Bu süreçte bir tek Doktorun Karisi salgina tutulmamis, kör olmamistir. Buradan çok ilginç ve her biri hakikatin yansimasi olan dersler çikarilabilir: Evvela, demek ki, kimi zaman, hatta çogu zaman kitleler yanlisa yönelebilir, yönelmektedir. Ve yine hakikat kendini hiçbir zaman çogunluga nispet etmemelidir. Hakikat tek basina da kalsa dogru bildiginden sasmamalidir. Doktorun Karisi, egemen düsüncenin kosullandirdigi hayat ve düsünce tarzina direnen aydin, uyanik insani temsil etmektedir. Onun canla basla insanlara yardim etmesi, bir sekilde içinde yasadiklari topluma karsi aydin sorumlulugunu ifade ediyor olmalidir. “Binlerce uyuyani uyandirmak için bir uyanik yeter” Doktorun Karisi, bütün körlere yardim etmek durumunda oldugu için, isi en zor olandir. Bu kitap, günümüzde sistemli, programli bir sekilde uygulanan körlestirme politikalarinin ve zihinsel körlügün anlasilmasina köklü açilar, açilimlar kazandirmaktadir diye düsünüyorum.  Ayrica bu roman, kitlesel, küresel ölçekte benzer bir kurgunun olumsuz etkilerinin ayan beyan belli oldugu Covit-19 sürecinin tecrübeleriyle okundugunda daha anlasilir olacaktir. Bu eserde anlatilmak istenenlerin çerçevesi yine Saramago’nun ‘Görmek’ adli yapiti ile tamamlanabilir.(4) Körlük ve devami niteliginde olan Görme adli eserinde salgina yakalanmayip gören baska bir ifadeyle ‘gördügü için’ salgina yakalanmayan ‘Doktorun Karisi’ yargilanip cezalandirilir. “Sizin büyük suçunuz hepimiz körken kör kalmamis olmak.”(G.254) diye suçlanir. “Kadin kör olmadigina pisman olacak desek yeridir.”(G.291)

Farkli algi, açi, deger, duyarlik, derinlik, hayat tarzi ile ilgili görme biçimleri vardir. Insan baktigi yerde olumlu, olumsuz yansimalari ile düsüncesini, istegini, arzusunu, nefretini, hasretini görür. Her halükârda insan kendini, kendindekini görür, kendi açisindan, kendi merceginden, aynasindan, kadrajindan görür veya görmek ister. Kendisi gibi, kendisine göre, kendisi kadar görür. Gördüklerimizle var olur, yok oluruz; büyür, küçülürüz. Gördüklerimizi anlariz, gördüklerimizle anlariz, gördüklerimizle oluruz. Birinin gördügünü baskasinin gör(e)memesindeki asil faktör, farkli ölçülere, hassasiyetlere, ilgilere farkli dünyalara sahip olmalaridir. Begenilerimizle, tercihlerimizle, önceliklerimizle baskalarindan, baska yaklasimlardan ayrisiriz.  Bu anlamda görmek, farkli biçimleri farkli duyarliklari, yogunlasmalari, yönelisleri ifade eder. Saramago görmeyi ‘bilme’ ile örtüstürür. “Bilmeyen kisi, görmeyen biri gibidir.”(G.248) Bu ve benzer ifadelerle körlüge ve görmeye yükledigi imgesel anlam, mecazî içerigiyle daha bir belirginlik kazanir. Sanattan bilime, siyasete kadar bütün farkliliklar, görme biçimleri, daha düz söyleyisle duyarlik ve anlama biçimleri ile birebir alakalidir.  Sanatçi gördügünü, görmek istediklerini yansitir. Ancak sanatçi, bir derin bakisla, iç bakisla bakar ve görür. Sinemaci, ressam hatta fotograf sanatçisi. Ancak asil kavga burada özellikle görüntü seline kapilip gittigimiz, görüntünün gerçeklik tanimlarina dayanak oldugu modern hayat içinde baslamaktadir. Modern hayat körlestirmeye kurgulanmistir. Üstelik körlestirme, daha çok görme ve görünür kilma adina yapilmaktadir.

Gördüklerimiz, görülmesi gerekenler midir? Yoksa görülmesi gerekenler yani asil gerçekler bize gösterilenlerin kalin, büyülü perdeleri ile mi gizleniyor? Tam da böyle oluyor. Göstererek gizliyorlar. Gizlemek için gösteriyorlar. Böylece görmeyle murat edilen amaç hasil olmamaktadir. “Gözlerim görse bile körlügüm her gün biraz daha artacak.”(K.301) Bir fragmani gözümüzün içine dayamalari bir gerçegi gözden kaçirma yöntemi olabilmektedir. Göstere göstere yürütüyorlar planlarini. Öyle ki, giderek körlük bir hayat tarzina hayatin kendisine dönüsüyor. Gözleriniz ve bütün duyarliklariniz açik olsa bile, kör bir hayati yasamanin zorluklarini çekiyorsunuz. Çogu düsünür ve sanatçi için insanlardan önce hayata pusu kurmus bu hayatin gözlerini açmalidir. Sanki hayatin kendisi körmüs gibi, ne yöne gidecegini bilmeyen hayatmis gibi.”(K.299) Kitleler görmenin, seyretmenin sehvetine öyle kapiliyorlar ki, hayatin, insani hiçligin bosluguna sürükleyen akisina kapilmayi, o akista bogulmayi ayricalikli bir zevk bile sayabiliyorlar. Varlik özü kalmaksizin kitlesel akis içinde herkesin kaderini paylasmak, insana, sürüye dâhil olmanin güvenli rahatligini veriyor olmalidir. ‘Elle gelen dügün bayram’ mantigi veya mantiksizligi ile kitlesel dalgalar halinde gelen trajik sefaletin bireye etkisi, acilari hafifletiyor olmalidir. Buna mukabil, felaketi görüyor olmanin sorumluluguyla sira disina çikmak her zaman riskler barindirmistir.

Gördügümüz, gördügümüzü sandigimiz her durumda dikkatlerden kaçirilan bir gerçegi anliyoruz. Açilari, ölçüleri algi düzenimize, düzeneklerimize göre ayarlanmis bir dünya mi kurulmustur, yoksa önceden hazirlanmis bir dünyanin kodlarina uygun zihni yapilar mi insa edilmistir? Bu iki durum da birbirini büyütüp besleyecek programlar olarak planlanmistir çogu zaman. Bir sekilde toplumlara egemen olmakla köklesen siyasal, ekonomik, ideolojik, kültürel, sosyal iktidarlar, kendi arzularina daha dogrusu çikarlarina hizmet edecek kivamda akillar, zihinler üretirler. Degersizligi ile bos, bos benligi ile degersiz kisiler imal etmek, isgal edilen zihinlerde egemenligi köklestirmenin temel amacidir. Bu amaca hizmet eden kültür ve sanat endüstrilerinin yaygin, etkin faaliyeti, bilinmeyen bir konu degildir. Yasadigimiz dünya bir yönüyle bastan sona illüzyon sahnesine benzemektedir.

Su ya da bu sekilde hemen herkes belli oranlarda da olsa gösterildigi kadar görüyor, duyuruldugu kadar isitiyor olmustur. Rüyalarimiza kadar sizan, hayallerimize kadar sokulan sanal dünyada, adeta gördüklerimizle kör, isittiklerimizle sagir oluyoruz. Gereksiz izlediklerimizden asil görmemiz gerekenlere, gereksiz dinleyip isittiklerimizden asil isitmemiz gerekenlere sira gelmiyor. Daha da vahimi bir süre sonra esas hayatimizdan uzaklasip gözden kayboluyor; gereklilerle gereksizler yer degistiriyor. Bütün kaniksanmis yanlariyla körlestirmeye kurgulanmis hayatlarin ustasi olup çikiyoruz.

Çok sistemli olarak maruz kaldigimiz görüntü bombardimani, dogrudan varligimizi hedef alan çok boyutlu, çok kapsamli amaçlar içermektedir. Salgin bir hastaliga tutulmus gibi körlesmekteyiz. Bize gösterilenler körlesmemizi amaçlamaktadir. Insanlar, özgür irade ve tercih sahibi olmasin, kendileri gibi ve kendilerine göre düsünmesin, suuraltilarina yerlestirilen mesaj ve telkinlerle seçsin, düsünsün istenmektedir. Algilari, ilgileri, bilgileri biçimlendirilip yönlendirilen insanlarin tepki göstermemeleri, ses çikarmamalari, itiraz etmemeleri saglanmaktadir. Kayitsiz kosulsuz itaati zorunlu kilan bir genel isleyis egemen kilinmistir. Çizgi disina çikan, aykiri ve farkli düsünen siddetle cezalandirilmakta, perisan edilmektedir. Ne kadar görüyorsak o kadar kör oluyoruz. Gördüklerimizle aklimiz, duygumuz, vicdanimiz ve elbette bütün varligimiz biçimleniyor, es deyisle körlesiyor. Görmenin agir yükünden, körlesmenin, kör kalmanin, bakar kör olmanin güvenli alanina siginiyoruz. “Neden kör olduk bilmiyorum, belki bir gün nedenini ögreniriz. Ne düsündügümü söyleyeyim mi sana? Söyle, Bence biz kör olmadik, biz zaten kördük. Gören körler mi?, Gördügü halde görmeyen körler.”(K.330)

Tersten bir yol izleyerek veya ters islemle düsünerek körlügün farkli biçimlerinin olup olmadigi sorulmalidir. Insanin fizyolojik olarak görmüyor olusu, onu dünyanin nesnel varligini bir boyutuyla eksik kavramasina yol açabilir. Bu durumda diger duyularimiz o eksikligi kapatarak varligimiza kendi geliskinlikleri ile güç katarlar. Isitme, koku ve bunlara bagli olarak hissetme ve akletme yetenekleri daha fazla gelisebilir. Genellikle de böyle olur. Bu konuda Denis Diderot’un ‘Körler Üzerine Mektup’ kitabina bakilabilir.(5) Ben burada konuyu fazla dagitmayacagim, ne ki Homeros’un bir kör olmasi ilginçtir. Ilginçligi surada ki, olusum çaginda bütün eski kadim kültürleri çaginin yasanmisliklari, tasavvur ve mantigi ile harmanlayip düzene sokarak lirik anlatimla destanlastirmak basli basina bir fenomendir. Adeta görme kudretinin, isiga bagimli bir dis göz yerine her sart ve durumda gerçegi gören bir iç bakisa, iç görüye bizim ifademizle kalp gözüne, gönül gözüne bagli olduguna isaret edilmek istenmis olabilir. Yani birçoklarinin belki bin yillar sonra bugün mitoloji diye küçümseyerek andiklari veya anlattiklari gerçekleri insanlara bir kör göstermistir. Müthis paradoksal bir metafor. Hayati, hakikati, dünyayi insanlara bir kör gösteriyor! Insanlar görmeyi körden ögreniyor. Kör, insana isigi gösteriyor, görenlerse istahla karanliga yöneliyor. Platon’un görünür ve görünmez evren diyalektigi üzerine kurdugu idealar semasinda ifade edildiginden bu yana, burada aydinlik da karanlik da hakikatin özü ve sirriyla iliskili kavramsal karakterini kazaniyor. Homeros’un karanlik dünyasinda gerçeklik isildiyor. Görenlerin aydinlik dünyasi körlügü çogaltiyor. Giderek Cemil Meriç ve Borges’in kendileri için söylediklerine uygun olarak körlükle görmek yer degistiriyor; hakiki anlamlarini yükleniyorlar. Her sey tersine dönüyor: Giderek körler gören oluyor, görenler kör gibi davraniyor. Sanki bir insan ne kadar körse o kadar görüyor; illüzyonun yaniltan etkisiyle büyülenmeyen benlik, kendi içine dönüyor. Orada ruhun ve vicdanin canli pariltisiyla fark ediyor. Digeri ise kaliplasmis, kosullanmis, kurgulanmis hayatin gündelik ritmine katilarak ne kadar fazla görüyorsa o kadar köreliyor. Çünkü varliginin özündeki sevgiye, sevgiyi doguracak umuda yönelmiyor; olani oldugu gibi, varligin hakikatini görmeye yanasmiyor.

“Körlerin en kötüsü artik görmek istemeyen kördür.” (K. 300) Jonathan Swift de ayni hakikatin aci yaniyla yüzlesmis olmalidir: “Kimse görmek istemeyenler kadar kör degildir.”

“Basimiza ne geliyorsa körlük yüzünden geliyor.” (K.105)

 “Bizi tam anlamiyla körlük öldürüyor.” (K.298)

 “Aslinda körlük, umudun tükendigi bir dünyada yasamakti.”(K.213)

Ve son bir iktibas:

“Insanlik gözleri olmadan yasayacaktir, ama o zaman da insanlik olmaktan çikacaktir.”(K. S.257)

 

Ayvakti Mayis-Haziran 2022, 198. sayidan alintidir.

(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.) 

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!