Sahabe Algisi

Bu yazida tarihten tevarüs ettigimiz ve bugün de bir türlü içinden çikamadigimiz ahlaki krizimizin ?sahabe faktörü?nü ele alacagiz. Söz konusu faktör, büyük ölçüde ?sahabe algisi?ndan kaynaklanmaktadir...
Sahabe Algisi
Ali BULAÇ
Ali BULAÇ
Eklenme Tarihi : 2.02.2021
Okunma Sayısı : 1278

Ahlaki Krizimizin Senepleri (3)

01.02.2021

Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onlarin kazandiklari kendilerinin, sizin kazandiklariniz sizindir. Siz, onlarin yaptiklarindan sorumlu degilsiniz.

(2/Bakara, 134.)

Bu yazida tarihten tevarüs ettigimiz ve bugün de bir türlü içinden çikamadigimiz ahlaki krizimizin “sahabe faktörü”nü ele alacagiz. Söz konusu faktör, büyük ölçüde “sahabe algisi”ndan kaynaklanmaktadir.

Hiç kuskusuz Müslümanlar, tarih boyunca sahabelere derin ihtiram duymuslardir ve bugün de duymaktadirlar; bu ihtiram, her mü’minin onlara borcudur. Onlar, hem Peygamber’in arkadaslari oldu hem Islam’in tebliginde rol oynadi hem de Kur’an gibi essiz bir Kitabin kendilerinden sonraki nesillere intikalini sagladilar. Allah onlardan razi olsun. (Bkz. 9/Tevbe, 100 ve 48/Fetih, 29.)

Ancak kendisine su veya bu düzeyde “sahabe” ünvani verilen herkes bu kapsamda mi? Bu sorunun cevabi, bizim ahlaki krizimizle yakindan ilgilidir.

Sahabe anlayisinin Islam dininin asli akaid ve kelamina ne kadar uygun olustugu konusu yeterince ele alinmis degildir. Siilerin sahabeye yönelttigi elestiri, siyasi görüslerine göre ayarli oldugundan tarafsizliktan uzak olup, adaletli elestiri sinirlarini asmakta; bazen da tarihi husumet ve önyargi, sahabelerin hak ve hukukunu ihlal edici boyutlara ulasmaktadir. Nasil Emeviler, Ömer bin Abdulaziz’e kadar hutbede Ehl-i Beyt’e sövüp sebbetmekle agir bir günah isliyor idilerse, ayni sekilde ilk iki halifeye (Seyheyn) ve diger sahabelere sövüp sebbeden Siiler de agir günah islemektedirler. Lakin aralarindaki doktriner karsitliga ragmen, hakikatte Sünnilerle Siiler arasinda zimni bir anlayis birligi söz konusudur. Söyle ki:

Tarihsel Siilik, “Aba” hadisinde zikri geçen Ehl-i Beyt’i (Bkz. Tirmizi, Tefsir, 4; Müsned, IV, 107) ve 12 Imam’i masum (mutahhar) kabul eder. Siiler, hadis rivayetini bunlara dayandiginda sahih sayar, çünkü onlara göre adalet vasfi sadece Ehl-i Beyt’e mahsustur. Yine Siiler, Kur’an’î yorumu bazi durumlarda velayete hasrederlerken, Sünniler, Sii masum imamlar teorisine nazire olsun diye, sahabelerin neredeyse tamamini “masum/günahsiz” görürler. Siilerin “masum imamlar” inanci teorik, Sünnilerin “masum sahabe” telakkisi akaid kitaplarinda yer almasa da fiilen ve pratikte kabul görür.

Bir insan zümresinin masum/hatasiz kabul edilmesi, yapip ettiklerini elestiriye kapatir. Tanri ve din adina konusma yetkisi olan Papa’nin bir vasfi la-yuhti’dir. Elestiriye kapali olan kisi veya kisiler her ne yaparlarsa yapsinlar dogru-isabetli kabul edilir. Sünni ve Sii ekol mensuplari, tezlerini destekleyecek yeterli miktarda rivayet uydurmakta zorluk çekmemislerdir. Senet yaninda iyi bir metin kritigi yapildiginda, destekleyici mahiyetteki rivayetlerin karsit tezlerinin Hz. Peygamber (s.a.)’e atiflarda bulunarak güçlendirmek üzere uydurulduklarini anlamak güç degildir.

Sünnilerin delil olarak kullandiklari hadislerden biri Beyhaki’nin yer verdigi “Benim ashabim yildizlar gibidir, hangisine uyarsaniz hidayet bulursunuz” “hadis”idir. (El Medhal, 164; Muttaki el Hindi, Kenzü’l ummal, Hds. No: 1002.) Güvenilir kaynaklar, bu rivayetin uydurma (mevzu) degilse de “zayif” oldugunu kaydetmektedirler. En azindan gerek antropolojik açidan, gerekse siyasi ve toplumsal yanlis din anlayisinin tesekkülünü anlamaya çalismak bakimindan bu tür (zayif veya uydurma) hadisler dikkate alinir. Biz de ahlak konusunu ele alirken, söz konusu zayif hadisten bu yönüyle yararlanmaya çalisacagiz.

Ancak bu zayif rivayetin disinda konuyla ilgili daha güvenilir rivayetler oldugunu da hatirlayalim:

Bir gün Hz. Peygamber (s.a.) ashabina;

-Ey insanlar! Sizler Allah’in huzuruna yalin ayak, çiplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksiniz buyurdu.

Ve Enbiya 104. ayetini “Bizim, gögü kitabin sahifelerini katlar gibi katlayacagimiz gün, ilk yaratmaya basladigimiz gibi, yine onu (eski durumuna) iade edecegiz. Bu, bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette, biz yapicilariz.”  diye okuduktan sonra söyle devam etti:

-Kiyamet gününde ilk elbise giydirilen kisi Ibrahim aleyhisselam olacaktir. Yine kiyamet gününde ashabimdan bazi kisiler yakalanip sol tarafa alinacak. Ben, Ya Rabbi! Onlar benim ashabim diyecegim. Bunun üzerine bana, bunlar senden sonra ne kötü isler yapti, sen bilmiyorsun denilecek. Ben de salih kul Isa Aleyhisselam’in dedigi gibi diyecegim dedi ve Maide suresi 117. ayeti okudu: “Ben onlara bana emrettiklerinin disinda hiçbir seyi söylemedim. (O da suydu:) ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ Onlarin içinde kaldigim sürece, ben onlarin üzerinde bir sahidim. Benim (dünya) hayatima son verdiginde, üzerindeki gözetleyici Sen’din. Sen her seyin üzerine sahit olansin.”

Bana denilecek ki: Sen onlarin arasindan ayrildiktan sonra onlar dinden dönmeye devam ettiler. (Buhari, Enbiya, 8, 48; Tefsir 21/2, Rikak, 45; Müslim, Cennet, 58.)

Hz. Peygamber’in bu ayet çerçevesinde böyle buyurmus olmasi, yukaridaki hadisi takviye edici mahiyette irtihaline kadar ona tabi olan sahabilerin her birinin yol gösterici birer yildiz olduklarini göstermektedir. Zira Hz. Peygamber’in egitimi ve gözetimi altinda olmasi gerekeni yapiyorlardi. Bir bakima nasil Efendimiz ilahi koruma altinda ise, onlar da bu korumadan yararlaniyorlardi. Ancak onun irtihalinden sonra bir kisminin “kötü isler yaptiklari” da haber verilmektedir.

Sorumuz sudur:

Hangi sahabeler bizim için “yol gösteren yildizlardir (hadi)” ve hangi sahabeler Hz. Peygamber’den sonra “kötü isler yaptilar?”

Genel kabule göre Efendimiz’i gören, onu dinleyen kisiler sahabedir. Hz. Peygamber’in okudugu Veda Hutbesi’ni (H. 9, Zilhicce 10/ M. 9 Mart 632) dinleyen 124 bin kisiyi, dinlerken elbette yüzünü, kamesini gördükleri için sahabe sayabiliriz. Ama belki de dinleyenler içinde henüz Müslüman olmayanlar ve hatta hiç olmayacaklar vardi, muhtemelen ezici çogunluk onu sadece görmüs, birkaç kere de dinlemislerdir.

Belki bundan anlamamiz gereken; Efendimiz’le bir arada olan, yakininda duran, onunla su veya bu düzeyde hemhal olan kisileri asli sahabe saymamizdir. Bunlar da birinci, ikinci ve üçüncü halka sahabe olarak ayrilabilirler. Ilk iki halkada yer alanlar Efendimiz’in tebligine muhatap olup hayatlarini onun gösterdigi tarzda düzenleyen, onu hem peygamber hem siyasi lider kabul eden tüm erkek ve kadin sahabelerdir.

Bu kabulden hareketle, sayilarinin kaça çiktigini bilemedigimiz bütün bu sahabelerin her biri, kiyamete kadar gelecek nesiller için hidayete götüren yildizlar midir? Bunca topluluk içinde hayli muttaki, fedakâr, kendini ilahi mesajin yayilmasina ve hayat bulmasina adamis sahabeler oldugu gibi, “kötü isler yapan” sahabeler de var. Nitekim Efendimiz vefat ettiginde Medine’nin neredeyse 1/3’ü münafiklardan (mü’min olmayan Müslüman müsrikler) mütesekkildi. Abdullah ibn Ubey ölürken (H.9/M. 631) onun pesinde olan münafiklar da bir anda sona ermedi.

Eger Hz. Peygamber’in tatbikatindan açikça anlasildigi üzere bazi sahabelerin suç isleyip cezaya maruz kaldiklarini kabul ediyorsak, bittabi suç ve günah (cürüm) isleyen kisi masum olamaz. Sahih nübüvvet telakkimize göre sadece Hz. Peygamber masumdur; o dahi yanilma veya yanlislik yapmasi durumunda –ki bunlar olmustur- vahiy iner, hatayi düzeltir. Su halde, masum olan Hz. Peygamber (s.a.) de ilahi vahyin siki kontrolü altindadir. Vahyin kontrolünde olmasi, zorunlu olarak onun denetiminde ve gözetiminde (unzurna (انْظُرْنَا )! konumunda (2/Bakara, 104), sahabelerin de vahyin kontrolü ve gözetimi altinda olmasini gerektirir. Öyledir.

Bundan su sonucu çikariyoruz: Bir sahabe cürüm isledigi zaman, Hz. Peygamber kamu otoritesi sifatiyla müdahale eder. Iste emre ihlasla itaat eden sahabe suç islemis olsa dahi –diyelim ki zina veya hirsizlik (sirkat) suçu islemistir- bizler için yol gösteren yildiz hükmündedir. Onu yol gösteren yildiz kilan hasleti, suçunu kabullenip cezasina boyun egmesi, nasuh tövbe ile pisman olmasi ve Hz. Peygamber’e itaat etmesidir. Bugün dahi suç isleyen bir Müslüman –ki her Müslüman suç isleyebilir ve isliyor da- eger o sahabe gibi pisman olup suçunu telafi ediyorsa, adaletli olup hukuktan kaçmiyorsa, suç isleyen sahabeyi kendisine yol gösteren yildiz seçmis demektir. Zina edip de Hz. Peygamber’e gelen ve “Ey Allah’in Resulü beni temizle” diyen Cuheyneli kadin, bugün ve kiyamete kadar ayni suçu isleyen ve samimiyetle pisman olan (Müslim, Hudud, 24.) Müslüman erkek ve kadinlara yol gösteren bir yildizdir. Yine malinin tümünü Allah yolunda infak eden Hz. Ebubekir, bizlere yol gösteren bir yildizdir.

Ancak sahabelerin bu vasfi, 610-632 yillari arasindaki zamanla sinirlidir. Kur’ani mesaji dogru anlamaya çalistigimizda referans verdigimiz “asli Asr-i Saadet” de bu dönemden ibarettir. Çünkü ilk vahiy 610’da geldi, Efendimiz’in bu dünyadan irtihali ile (632) sona erdi. Bu 23 yillik zaman içinde sevabi ve günahi ile sahabeler yildiz gibidirler. Bu kisacik dönemde Hz. Peygamber hayattadir, inen vahyin kontrolünde Müslümanlarin hayatlarini, tutum ve davranislarini düzenlemekte, onlar da yanlis yapsalar, suç isleseler bile Allah’a ve Resulü’ne itaat etmektedirler. Baska seçenekleri de yoktu (33/Ahzab, 36); kurallari ve normlari ihlal edip de itaatten çikacak olsalardi, Allah’a ve Resulüne isyan etmis olacaklardi. 610 ve 632 yillari arasindaki sahabeler, sanki yazilmis ilahi bir senaryoyu dünya sahnesinde oynadilar. Her birisi kendi rolünü oynayan bir aktör gibiydi ve bu aktörlerin hepsi bizim için örnek birer rol modeldirler.

Binaenaleyh zayif da olsa Beyhaki’de yer alan hadisin hükmünü 610-632 yillari arasindaki dönemle sinirli tutabilir, Buhari ve Müslim’deki hadise göre irtihalden sonra “bazi sahabeler”in “kötü isler yaptiklari”ni kabul edebiliriz.

Su var ki Sünni gelenek, sahabelerin yol göstericiligini kiyamete kadar uzatmistir. Efendimiz’in irtihalinden sonra da sahabeler her ne yapmissa onlari masum görmüs, hangisine uyulursa uyulan sahabe hidayete götüren yildiz kabul edilmistir. Lakin hidayet; sirat-i müstakim üzere olmak, Kur’an ve Sünnet’ten açik ve dogru usulle istihraç edilen hükümlere yani hukuki kurallara ve ahlaki normlara uymaktir. Eger hidayet hukuka ve ahlaka riayet ise adam öldüren, hirsizlik yapan, haksiz yere savas çikartan, isini yalan, hile ve entrika ile yürüten sahabe nasil olur da hidayete götüren yildiz olur? Hiç yalan ve dogruluk, iyilik ve kötülük, adalet ve zulüm, güzellik ve çirkinlik, kisaca hak ve batil bir arada olur mu? Mücerret manada bir katil, bir hirsiz, bir asi (bagi) örnek veya rol model olabilir mi? Velev ki Müslüman da olsa! Hiç süphesiz çogu kisi bu soruya “Elbette örnek olamaz.” diyecektir. Peki bu durumda söz konusu mücrim sahabenin yol göstericiliginin hükmü nedir? Sünni toplumun kahir ekseriyeti bu soru karsisinda tereddüde düser, düsünür ve sonra tarihte kimi ulemanin gelistirdigi su Formülü söyler: “Bu bir içtihat farkiydi.”

Nitekim yukarida referans verdigimiz hadise göre, Hz. Isa’nin onu tanrilastiranlardan beri oldugunu beyan etmesi gibi Hz. Peygamber de, suç ve günah isleyen sahabelerden ve onlari takip eden Müslümanlardan beri oldugunu söyleyecektir. Çünkü temel ilke sudur: “Suçlular korunmaz.” Tarihsel ve reel Islam’in sorunu su ki, Allah’in Resulü’nün kendini teberri ettigi mücrimleri bir sekilde “sahabe sifati” kazanmislar diye hazret (hz.) seklinde yüceltmekte, en hafifinden cürmü içtihat farkina yormaktadirlar.

Fikih usulünden hareketle, suçlunun fiilini içtihat farkina bagladigimizda, fiil (cinayet, hirsizlik, savas kiskirticiligi, zorbalik, entrika) suç olmaktan çikar, sevap kazandiran makbul veya tolere edilebilir fiil halini alir. Çünkü genel kabule göre içtihat yapan kisi isabet ederse iki, etmezse bir sevap kazanir. Yani “Evet, bu fiil suçtur lakin isleyen sahabedir ve sahabe içtihat ettiginden cürüm ona bir sevap kazandirmistir.” Suçun ve ahlaksizligin sevapla ödüllendirildigi baska bir hukuk sistemi veya din yoktur; maalesef Müslümanlar, bu türden suç ve ahlaksizlik telakkisi gelistirmislerdir.

Oysa 632’de Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra, sahabeler ve genel olarak Müslüman toplum üzerindeki vahyin koruyuculugu kalkmis bulunmaktadir. Artik onlara nebevi Formasyonuyla müdahale edecek, hal ve hareketlerini tanzim edecek ve kritik edecek peygamber yoktur. Simdi her bir sahabe kendi nefsiyle, seytaniyla bas basa kalmistir. Ebubekir Ebubekir, Ömer Ömer, Ali Ali, Aise Aise’dir, yani zaaflari ve takvalariyla birer insandirlar. Onlarin sinavi tek yol gösterici Kur’an ve onun tatbikati olan Hz. Peygamber’in sireti ve sünnetidir. Bu iki kaynaga göre hareket ettiklerinde sinavi kazanir, kurallari ve normlari ihlal ettiklerinde suçlu-günahkar (mücrim) olurlar; biz onlardan kimilerini kendimize örnek/rol model seçer, kimilerini seçmeyiz. Nitekim fikhî konularda Ebu Hanife “sahabe kavli”ni kaynak kabul etse de, durumlarina ve fiillerinin mahiyetine ya da görüslerindeki isabete veya isabetsizlige göre sahabeler arasinda tercih hakkina sahip oldugunu söylemis, bilhassa bir hadisi içtihatta kullanacaksa rivayet zincirinin ilk halkasinda olan sahabenin müçtehit olma sartini esas almistir. Dogru bakis açisi budur.

Konuya açiklik getirmek için iki tipik örnek verelim:

Biri vahiy katibi iken irtidat eden Ibnu Sa’d ibn-i Ebi Serh’tir. Bu zat vahiy katibi bir sahabeydi, irtidat etti, Islam’in aleyhinde sedit muhalefete geçti, böylece sahabe olmaktan çikti. (Ebu Davut, Hudud, 1.)

Ikinci örnek Ebu Süfyan’in oglu Muaviye’dir (ö. H. 661/M. 680). Muaviye, Islami sosyo-politik sistemi tepetaklak etti. Mesru halifeye baskaldirip, Araplarin cahiliyeden kalma kan davalarini ve kabile üstünlüklerini öne çikardi, sonra kendi oglu Yezid’e kiliç zoruyla biat alip hilafeti saltanata kalbetti. Simdi –ki bir süre vahiy katipligi yapmis olsa da- Muaviye rol model olabilir mi, bu sahabenin içtihatta bulunup yapip ettikleri dolayisiyla bir sevap kazandigi söylenebilir mi?

Sahabeler içinde “vahiy katipligi” dolayisiyla yüksek konuma sahip bu iki örnegi vermemizin sebebi var. Maide, 44-45 ve 47. ayetler “Allah’in indirdikleriyle (yani hukuka göre) hükmetmeyenleri kâfir, zalim ve fasik” sayar. (Bkz. Ali Bulaç, Kur’an Dersleri/Tefsir, III, 10-20.) Birinci örnegimizdeki irtidat eden sahabi Ibn-i Ebi Serh inkârci/kafirdir. Beni Ümeyye’nin iktidar ve diger kabile ve kavimlere üstünlük davasini güdüp Islam’i altüst eden zat ise elbette kâfir degildir ama zalim hükmüne girmektedir.

Mesele, zalim/zorba ve fasik kimselerin sahabe diye isledikleri suç ve günahlari içtihat farkina baglayip, sevaba nail olduklarini söylemek veya “izafi adalet” yolunu takip ettiklerini söyleyip yaptiklarini tolere etmektir.

Bunun konumuzla ilgisi sudur: Zulüm ve fisk, yönetimle ve toplumsal hayatin genleriyle oynanmasina yol açar, iktidar iliskilerini düzenleyen siyaseti yozlastirir; zulüm ve ahlaki çürüme, (fisk) yönetimin tarzi ve araci olur. Muaviye’den baslamak üzere tarihteki Müslüman yöneticilerin neredeyse tamami –Ömer bin Abdülaziz hariç- bu zulüm ve fiski islemislerdir, el’an da islemeye devam etmektedirler. Bizim tarihte kamusal ve toplumsal ahlak üretemememizin sebeplerinden biri budur. Çünkü eger zorba (cair) yöneticiler sahabe diye tolere ediliyorsa, iktidar için savaslarda onbinlerce Müslümanin ölmesine, bir o kadar kadinin dul ve çocugun yetim kalmasina aldirmayanlarin yine de “içtihat farki”na dayanarak yaptiklarindan dolayi sevaba nail olduklarina inaniliyorsa, onlardan sonra gelen yöneticiler de zorbaliklarina devam eder, siyaseti dinden ayirir ve her susturduklari, kanini akittiklari kimseler dolayisiyla sevap kazandiklarina inanirlar.

Sormak gerekmez mi? Bu nasil sevap kazandiran içtihattir ki, Siffin’de 70 bin Müslümanin hayatina mal olabiliyor?

Siyaseti yalan, entrika, adam satin alma veya zorbalikla yürüten yönetimler eger bu anlayisla mesru ise, kamusal ahlak tesekkül etmez. Bu anlayis; yönetim, iktidar ve siyasete iliskin Islami hukuk kurallarini fiilen neshedilmis, pratikteyse iptal etmis olur. Nitekim Hz. Ali’nin sahadetinden (21 Ramazan 40/29 Ocak 661) sonra günümüze kadar yönetim ve kamusal hukukla ilgili hükümler, fiilen yürürlükten kaldirilmis bulunmaktadir. Bu tecrübeden, ne hukukun üstünlügü ilkesi siyasette ve yönetimde kendine yer bulabilir ve ne de kamusal ve toplumsal ahlak tesekkül eder!

Burada yapilmasi gereken sudur:

1.) Mücrim de olsa, sahabe tekfir edilmez, Ibn Ebi Sarh gibi inkâri apaçik olanlar hariç kimseyi tekfir etmemeli. Hariciler bu hataya düstüler ve tekfirleri dolayisiyla kan döktüler.

2) Sahabe de olsa hata ve suç isleyen kimseler, sahabe olmaklik vasfini kaybetmezler. Cinayeti veya zorbaligi kim isliyorsa, o suçlu günahkârdir.

3) Hariciler gibi tekfir hastaligina düsmeden ve sahabe kavraminin ihtiva ettigi ihtirami zedelemeden, Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra cereyan eden olaylari ciddi bir kritikten geçirmek,  dogru ve yanlis tutum ve politikalari tesrih masasina yatirmak lazim. Kritik; Hariciler gibi ifrata, Mürcie gibi tefrite düsmeden yapilmalidir.

Kritikte takip edilecek yegane ölçü adalettir. Adalet, bir olaya ve olguya uygulanan nesnel/objektif ölçü demektir. Nisa (4), 135’te buyruldugu gibi mü’min “kendi nefsi, anne-babasi veya yakinlari aleyhinde olsa dahi adil olmak” durumundadir. Eger Hz. Peygamber, kizi Fatima için “Ey Fatima (farz-i muhal cürüm isleyecek olursan) ben de seni kurtaramam” (Buhari, Vesaya, 11) diyorsa, biz sahabe diye suçlu günahkârlari kendimizden menkul yollarla ve bir sevapla ödüllendirmek suretiyle kurtaramayiz.

Böyle yapmayacak olursak, bugünkü Müslüman da kamusal isleri hukuka ve ahlaki normlara aldirmadan yürütürken, cürümlerini dinilestirir; kendine mesruiyet zemini bulmaya çalisirken, kötülüklerin sebebi din diye bilinir ve bundan din zarar görür.

Bu bölümle ilgili son söyleyeceklerimiz sudur:

Kisinin salt sahabe olmasi onu yildiz yapmaya yetmez; onu yildiz yapan, hukuk kurallarina ve ahlaki normlara uymasidir (takva ve salih amel).

Bireysel olarak Hz. Peygamber’in sünnetine ve siretine simsiki sarilan sayisiz sahabe oldu ama ondan sonra takip ettigi çizgiden ayrilan, çesitli fitne ve çatismalara yol açan sahabeler de oldu. Hz. Peygamber onlardan beri olacagini söylüyorsa, biz de onlarin kötü amellerinden, isledikleri cürümlerden beriyiz, beri olmak zorundayiz.

Elbette bu çatismalarda Allah’in Resulü’nün sünnetini ve siretini takip edenler, adalet için mücadele edenler istisnadir. Hz. Ali ve yakin arkadaslari, “takva”ya yani hukuk ilkelerine sarilarak, cahiliye adetlerine dönenlere karsi direndiler, savastilar ama muvaffak olamadilar. Suçlu günahkârlarin basarmasi hakli olduklari anlamina gelmedigi gibi basarmayanlarin basarisizligi da davalarinin hakli olmadigi anlamina gelmez. Hz. Yahya ve Hz. Zekeriya sehid edildiler ama davalari kiyamete kadar haklilik vasfini koruyacaktir.

Temel sapma noktasi suydu ki:

Hz. Peygamber, reel politik ile ideal politik arasinda ahlak ve hukuk temelinde harikulade bir denge ve hatt-i hareket takip ediyordu. Attigi her adim, içinde yasadigi sosyal, politik ve maddi sartlari hesaba katan reel politikti ama reel politik olarak attigi her adim da ideal politigi hedefliyordu. Bu, beseriyetin tarihinde neredeyse tek örnektir. O, tümüyle ideal politigi temel alip gerçeklerden kopuk “idealist” olma hatasina düsmedigi gibi gerçeklerin esiri olup sonuçta materyalizme ve oportünizme giden “realist” olma yanlisligina da düsmedi. Tam ortasinda denge kurdu ve bunu basardi.

Tek örnek ve rol model odur. “Andolsun, sizin için, Allah’i ve ahiret gününü umanlar ve Allah’i çokça zikredenler için Allah’in Resûlü’nde güzel bir örnek vardir.” (33/Ahzab, 21.) Selat ve selam onun üzerinde olsun.

Bu yazida ele aldigimiz “sahabe algisi”, bizim tarihte ve bugün saglikli bir kamu hukuku ve kamu ahlaki üretemememizin sebeplerinden biridir. Insallah bu konuya devam edecegiz.

Bu yazi 01.02.2021 tarihinde farklibakis.net sitesinden alinti yapilarak yayinlanmaktadir, yazinin orijinali için asagidaki linki tiklayabilirsiniz...

https://farklibakis.net/yazarlarimiz/ali-bulac-sahabe-algisi/

 

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!