Bir insan kisisel çikarlarindan baska hiçbir seyle ilgilenmiyorsa, toplumsal bir güzellik için hayatinda hiçbir özveride bulunmamissa, cebinde katli duran bir siiri iki insana okumamissa, üsüyen birinin üzerini örtmemisse ve hep "zararsiz" ve hep "yararsiz" yasamissa nasil iyi olabilir ki!
Iyi olmanin da bir serefi vardir ve herkes duyarliligi, ahlaki, ve bu güzel duyarliligi, güzel ahlaki karsisindakilere yansittigi sürece, yasattigi sürece deger kazanacaktir ve bu bilinci kadar iyi olacaktir.
Kendi yanginini söndüremeyenin baskalarinin yanginini söndürmeye segirtmesini kim ciddiye alir.
Kus bin Sâide’nin okudugu, o çok mânali, veciz hutbenin metni su idi:
“Ey Insanlar!..geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret aliniz. Yasayan ölür, ölen çeker gider. Olacak olur. Yagmur yagar, otlar biter, çocuklar dogar, analarin babalarin yerini tutar, sonra hepsi mahvolup gider. Vukuatin ardi kesilmez, hemen hepsi birbirini tâkip eder. Kulaklarinizi açiniz, dikkat ediniz. Gökte haber var, yerde ibret alacak seyler var. Yeryüzü genis bir döseme, gökyüzü ise bir yüksek tavandir. Yildizlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez, acaba gittikleri yerlerden memnun kaldiklari için mi gelmiyorlar, yoksa orada birakildiklari için uykuya mi daliyorlar. Yemin ederim; Allâh’in indinde bir din vardir ki simdi bulundugunuz dinden daha dogrudur ve daha sevimlidir. Allâh’in gelecek bir peygamberi vardir ki gelmesi pek yakin oldu, gölgesi basimizin üstündedir. O’na îman eden kimseye ne mutludur, O’na isyan ve muhâlefet eden kimseye de yaziklar olsun… Yaziklar olsun ömürleri gaflet içinde geçen kimselere.
Ey cemaat-i iyad!.. Hani ecdadimiz ve babalarimiz?, Hani tastan saraylar yapan A’d ve Semud kavimleri?, Hani dünyâ malina güvenerek kavmine; “Ben sizin rabbinizim” diyen Firavun ve Nemrud? Onlar size nisbetle daha zengin ve kuvvet bakimindan da sizden daha kuvvetli degiller mi idi? Bu yer, onlari degirmeninde ögüttü, toz etti dagitti, kemikleri ile çürüyüp dagildi. Evleri yikilip issiz kaldi. Yerlerini yurtlarini simdi köpekler senlendiriyor. Sakin onlar gibi gaflet etmeyin, onlarin yolunda gitmeyin. Her sey fânidir, bâkî ancak Allah’dir ki birdir, serîki ve nazîri yoktur. Ibâdet edilecek ancak O’dur. Dogmamis ve dogurulmamistir. Evvel gelip geçenlerde ibret alinacak çok seyler vardir. Ölüm irmaginin girecek yerleri vardir ama çikacak yerleri yoktur. Büyük küçük hep göçüp gidiyor. Giden geri gelmiyor. Anladim ki herkese olan sey bana da olacaktir.”
Mekke, büyük hüsranlarin, acilarin beldesiydi. Bir tarafta, korku, endise ve yokluk, öteki tarafta satafat, lüks ve gösteris... Kodamanlar; sermayeyi putlastirip fakirleri kölelestiren zihniyette.
Mekke’nin bozguncu düzeni, insanlari düsünmeye sevk ediyor, karamsarlik sokaklari kusatiyordu. Gece oldugunda, kocasinin borcu yüzünden genelev kadini olmak zorunda birakilanlar evlerinin önüne büyük bayraklar dikerdi. Mekke sokaklari, def sesleri, dansözler, eglenceler ile yankilanir, arka sokaklarda yani varoslarda ise, açlik ve yoksulluk kol gezerdi.
Çok fazla sansiniz yoktu. Ya risk alacak; borçlanacak, ya da kölelige mahkum olacaktiniz. Borçlu ödeme yapamadigi taktirde kendisi köle olurdu. Ömrü boyunca bu faizleri ödeme sansi hemen hemen hiç olmayacakti.
Ayni zamanda kizi ve esi geneleve satilir, (tabi satilmadan önce; alacaklinin cariyesi olarak bir müddet evinde tutulurlardi) Borçlarini ödediginizde kurtulur, tekrar evlerine dönerlerdi. Ya rabb ne kadar büyük bir zillet.
Zulüm çaginda Mekke, kodamanlarin ve refah sahiplerinin ihtiraslari altinda inliyordu. Orada, birileri tefecilik yaptiginda (ki ekserisi yapardi), borçlu borcunu ödemediginde Polis ve Asker evine zorla girerdi!
Aman Allah’im! Bu nasil bir zulüm ? Evine zorla girilen adam, karisinin ve kizinin alacakliya götürülüsüne sahit olur ve sesini çikaramazdi. Bu yüzden alttakiler; kiz çocuklarini diri diri topraga gömerlerdi ki, alinlarina kara leke çalinmasin...diri diri topraga gömülen kizlarin suçu ne olabilirdi ki?
Bugün de durum degismis midir yoksa aynen zikredilen gibimi dir? Bugün Refah sahiplerinin saksakçisi, yardakçi medya zihinleri körlestirmistir. Servet ve iktidar sahiplerinin menfaatleri, bizzat devlet tarafindan korunmaktadir. Zulüm, “sirinlestirilmis” alttakiler isyan edemez hale getirilmistir.
Iste o gün durum buydu. Bu duruma en büyük tepki, büyük binayi yikacak ve yeniden insa eden bir eylem üreterek olabilecekti...
Hira’dan Mekke ye,çöle inis, devrimin ayak sesi olacakti. Statükonun ve gaddarligin ensesine inmis o tokat, sahsiyetin bayragi altinda gölgelenmis bir kisiligin isyani olacakti.
O bagiriyordu! Artik isyan bayragi yükselmisti!
O bagiriyor, pis esrafin ve isbirlikçi takimin sisirdigi yoksullar O’nu tasliyordu! Ne büyük hüzün...
Kölelik ve boyunduruk zincirlerine savas açmis O adamin sözleri, kölelerce taslaniyordu. Bu ve benzeri zulümlere boyun egmemenin, sabrin ve iradenin adidir hiradan haykiris...
Ezilenler, horlananlar; ahlaksizligin rutinlestigi o beldede, hakikat karsisinda put gibi kesildiler. Spekülasyonlar, yafta ve iftiralar karsisinda, hepsi; gücün ve iktidarin yaninda konumlandilar...
Ne aci! Ezilenlerin, kendilerini ezenlere bu kadar bagli olusundaki hikmet ve sir ne ola ki ?
Hayat yol, insan yolcu. Yolu da yolcuyu da yaratan ALLAH. Yol haritasini belirlemek, yolu ve yolcuyu yaratanin hakkiydi. Tüm ilahi vahiyler, kâinat agacinin bu soylu meyvesi var edilis amacini gerçeklestirsin diye gönderilmisti. Ve insanligin son çevriminde ebedi rehberlik Kur’an suretinde tecelli etmisti.
Son Vahiy, bütün bunlarin hepsini dört cümlede özetledi:
Er-Rahmân… Alleme’l-Kur’an, halaka’l-insan, ‘allemehu’l-beyân… ( O sonsuz merhametin menbai… Kur’an’i O ögretti. Insan türünü O var etti, ona kendini ifade etme yetenegini O bahsetti.)
Kur’an vahyi, el-Hay olandan, hayati insa için, hayatin ta yüregine inmis tarifsiz bir hayatti. Amaci insani zulümattan nura, karanliklardan aydinliga, bencillikten ben idrakine, içgüdülerin esaretinden ruhun özgürlügüne, bilinçaltinin gayyasindan bilincin doruguna, nefsin köleliginden ruhun özgürlügüne çikarmakti.
Varlik agacinin bu soylu tohumunun kendini ve elinin degdigini çürütmesine engel olmakti. Dahasi, kendi kendini asilayarak saflasmasini, tekamül etmesini, yücelmesini ve potansiyelinin ufuklarina dogru yol almasini saglamakti.
Vahyin ve insanin sahibi, bu amacin gerçeklesmesini yasalara baglamisti. Eger insan bu yasalara uygun olarak hareket ederse vahiy insa amacini gerçeklestirecek, degilse insan bu insadan mahrum kalacakti. Bunun da ilk sarti vahye bir özne olarak yaklasmakti. Zira vahiy gerçekten özneydi.
Vahiy insa edicilik fonksiyonunu bihakkin icra edebilme yetenegine sahip oldugunu muhatabi olan ilk nesil üzerinden isbat etti. Insa ettigi neslin elleriyle hayati ve dünyayi insa etti. Insa ettigi neslin eliyle insanligin ender gördügü bir iman hamlesine imza atti.
Vahiy bir seyi daha isbat etti: Eger bir nesil kendini Kur’an’in insasina teslim ederse, Allah da tarihin insasini o neslin eline teslim edecektir.
Yani Kur’an’a nesne olan, tarihe özne olacak. Vahyin çiragi olan hayatin ustasi olur. Ve ustanin sanati isledigi gibi hayati ilmek ilmek kirlerden arindirarak dokuyacak ve yeniden hayati razi olunan bir hayat kilacaktir.
Vahye teslim olan hayati teslim alir. Hayatinin yatagini vahyin belirlemesine izin veren, zamanin yatagini elleriyle belirleme liyakati kazanir. Çorak ve kaskati kesilen hayatlari rahmanin rahmeti ile sularsaniz semeresi bol tadi hos ve kokusu mis kokan kilarsiniz.
Ve o altin nesil bunu yapti çünkü kendilerini vahye teslim ettiler teslim olunca dünya onlara teslim oldu. Resulullah sav rehberligini benimsediler ve dünya onlarin ayaklarinin altinda ezildi, eridi, biçare kaldi.
Peki ya simdi ki nesil ne yapti? Vahyi kabul ettiler. Bagirlarina bastilar, bas taci ettiler, öptüler, kokladilar, yanlarinda tütsüler yaktilar, bülbüller yetistirdiler ve her tarafta bülbülleri ile iftihar ettiler. Elbet iftihar edilesi bir durum du amma gözden kaçirdiklari, gözden kaçirdigimiz bir durum olustu.
Her seyi bas taci etmistik ama mana ve mefhumu hayatta uygulamaz olduk sadece lafizla kaldik maalesef lafizlar da hayatimizi insaa etmedi.
Bundan sonra isbat sirasi vahyin kendilerine emanet edildigi mümin muhataplari olarak bize geldi. Fakat mümin muhataplar vahiyle insa olma konusunda her zaman ayni basariyi sergileyemedi. Vahiyle insa olacaklarina vahyi insa etmeye kalktilar. Vahyin nesnesi olacaklarina vahyi nesnelestirmeye yeltendiler. Bunun sonucu çok vahim oldu. Kendileri de tarihin nesnesi oldular. Bu, vahyi nesnelestirmenin cezasindan baska bir sey degildi.
Vahyi nesnelestirme süreci su asamalardan geçerek gerçeklesti:
Kelimelerin Rabbi kelimelerin kalbine manalari indirmisti ki akleden kalp sahipleri indirilen o manalari anlasinlar, hayatlarina koyarak üretsinler. Vahiyle insa olanlar anlam üretmeyi sürdürdüler. Fakat bu gün geldi anlam üretilmez oldu. Anlam üretilmeyince tükenir oldu. Biri digerinin dogal sonucuydu. Üretilemeyen anlamdan olusan açigi kapatmak için bu kez Form yüceltilmeye baslandi. Bu sürecin sonucunda vahyin lafzi manasinin, manasi maksadinin üzerine kapatilmis, vahiyle iliski “yüreginden okumak” yerine “yüzünden okumaya” indirgendi. Vahyin sahibi bizden vahyi tertil ile okumamizi emretmisti. Tertil ile okuma emri önce tecvid ile okumaya, daha sonra “kaf çatlatmaya” indirgendi.
Vahiy elbette tecvit ile okunmaliydi. En güzel seslerle süslenmeliydi. En güzel hatlarla yazilmaliydi. En güzel hurufatla dizilmeliydi. En güzel sayfalara basilmaliydi.
En güzel ciltlerle sivanmaliydi. Bütün bunlar vahiy için azdi bile. Fakat vahiy bunlarin hiçbiri için gelmemisti.
Asil anlamak, yasamak ve yasatmak için gelmisti. Bu sürecin sonunda geldigimiz nokta tam da Sair Mehmet Akif’in dedigi nokta oldu:
Ya açar Nazm-i Celilin bakariz yapragina
Yahut üfler geçeriz bir ölünün topragina
Inmemistir kur’an hele sunu hakkiyla bilin
Ne mezarlikta okumak ne de fal bakmak için
Inmistir kur’an hayatta tatbik için.
Bu vahim noktayi vahiy kendi ifadesiyle “mehcur birakma” olarak adlandirmisti. Bunun açilimi sudur:
Elde tasindigi halde bilinçte tasimama,
en yüksek yerlere konuldugu halde hayata koymama,
dilde oldugu halde kalbe tasinmama,
kendisi göz önünde oldugu halde talimatini göz ardi etme,
sesi dinlendigi halde sözünü dinlememe,
özetle vahye bir “ölü metin” muamelesi yapma…
Bir Mahkeme Tasavvur edin. O mahkemede Hakim olan ALLAH, Sahid olan O’nun aziz peygamberi, hesaba çekilen de; ben ve sen!. Hesaba konu olan mevzu ise,
Mahcur birakilan kitap!
Yani terk edilen kitap, kendisine hicret edilecekken,
kendisinden hicret edilen kitap…
”Öyleyse (Hesap Günü), her topluluk içinden sahitler getirecegimiz ve seni (ey Peygamber) onlar aleyhinde sahit tutacagimiz zaman, ne olacak onlarin hali?”(Nisa suresi:41)
Ve o gün Peygamber müntesipleri hakkinda söyle bir sitemde bulunup, sikâyetçi olarak sunu diyecek: “Ve Peygamber, yâ Rabbi dedi, bu kavmim, su Kur'ân'i ihmal etti, terk edilmis bir hale getirdi.” (Furkan suresi.30)
Mahcur birakmak, peygamberle beraber, peygamberî bir yol tutmamaktir.
Hayati kitaba göre yasamamaktir.
Hükümleri var, ama yok gibi davranmak, dikkate almamaktir.
Böyle davrananlarin son durumlarini ayetler bize söyle haber veriyor: “O gün, zalim kimse ellerini isirip: ‘Keske Peygamberle bir yol tutsaydim, vay basima gelene; keske falancayi dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kur'an'dan o saptirdi. Seytan insani yalniz ve yardimcisiz birakiyor’ der.”(Furkan 27-29)
Buradaki zalim ifadesi, birçogumuzun yanilgisi olabiliyor olmasin. Oysaki hakki hangi anlamda olursa olsun, tutup kaldirmayan insan zalimdir.
Kur’anî bir yasanti yasamayanlar zalim olarak nitelendirilmistir… Böyle bir gün var ve herkes bu günü yasayacak. Iste böyle bir günde ve bugünün mahkemesinde Peygamberimizin bizim lehimizde sahitlik etmesinin tek bir yolu var o da, nasil ki hira dan allah resulü sav Mekke nin sokaklarinda insanlari ilahi buyruklara hicret etmeye çagirdi ise bugün bizlerde kur’ana hicret etmek icap eder. Kitabi mahcur birakmamak icap eder…
Kur’an-i Kerim’in inis gayesini özetleyen su ayet:
“Iste bu (Kur'an), kendisiyle uyarilsinlar, ALLAH'in ancak bir tek Tanri oldugunu bilsinler ve akil sahipleri iyice düsünüp ögüt alsinlar diye insanlara (gönderilmis) bir bildiridir.”(Ibrahim suresi, 52)
Anlamanin konusu olmayan, hayati nasil belirlesin?
Anlasilmayan bir hakikat nasil hayatlari yasanir kilsin?
Vahyin hayatsiz birakilmasi…
Ve kiyamet hayat vahiysiz kalinca koptu.
Insanlik içine düstügü su degersizlestirme ve anlamsizlastirma girdabindan nasil kurtulacaktir?
Sorularin sorusu, sorunlarin sorunu budur.
Degerlerin yerini fiyatlar aldikça insan biraz daha yok oluyor.
Insanin insanliginin kan kaybini ruhtan yoksun güvenlik tedbirleri ve giderek tek tiplesen egitim politikalari durdurmaya yetmiyor.
Entellektüel bir katliama dönüsmenin arefesinde olan modern egitim sisteminin derde deva olamayacagi fena halde anlasilmis durumda.
Rahman’in rahmetinden nasibini almayan bir egitim ve ögretimin, diplomali vahsiler yetistiren bir canavara dönüsmemesi için hiçbir sebep de yok.
Küresel güç merkezlerinin gücü ve güçlüyü yücelten tavirlari, ezilenlerin bile güce taptigi hastalikli bir sonuç üretiyor.
Rezzak-i âlemle rizik arasindaki bagi görmezden gelen vahsi dünyevilesme, sebep oldugu krizler zincirine “gida krizini” de ekleyerek tüy dikmeye hazirlaniyor.
Allah’in mahlukat agacinin soylu meyvesi için donatip dösettigi su dünya misafirhanesi,
tarihinin hiçbir döneminde bu kadar hor ve hovardaca kullanilmadi.
Kerameti kendinden menkul bütün gelisme ve ilerleme iddialarina ragmen insanlik bugün dünden daha mutlu degil. Insan soyunun mutluluk ortalamasi bugün dünden daha yüksek degil.
Bugünkü açlik dünkünden daha az degil. Insanligin sefkat ve merhamet debisi, dünkünden daha fazla degil. Aksine insanligin sefkat ve merhamet damarlari günden güne kuruyor, kurutuluyor. Ve adalet açigi çig gibi büyüyor.
Bunlar ve daha sayamadigim unsurlariyla kötü gidisati durdurmanin “vahye dönüs”ten baskaca bir yolu bulunmuyor.
Eger insanlik insanligini yeniden kazanacaksa, bu, fiyatlardan degerlere dönmeden asla gerçeklesmeyecektir.
Degerlere dönmenin Allah’tan bagimsiz bir yolu yok.
Çünkü Allah demek anlam demektir.
Allah’siz bir hayat anlamsiz bir hayattir. Bayattir.
Iste vahiy, Allah’in hayatla olan anlam bagidir.
“Neden hayatin vahiyle insaasi?” sorusunun cevabi da budur. Insanlik akleden kalbe dönecekse tekrar Kutsal kitaplara dönmek zorundadir.
Insanlik kutsal kitaplara dönecekse, Kur’an’a dönmeye mecburdur. Kur’an’a dönüs kaçinilmazdir. Kur’an’a dönüs salt entelektüel bir faaliyete dönüs degildir. Kur’an’a dönüs hayatin kalbine dönüstür. Kur’an hayata hayat vermek için inmistir.
“Allah’in ipi” Kur’an’dir. Kur’an’a yapisan Allah’in ipine yapismis olur.
Mekke nin ayaz ve üsüten ikliminde Muhammed as kistan ilkbahara bir çikis bulabilmek için zaman zaman inzivaya çekilir ve hayati, dünyayi düsünür dururdu. Öyle ki Mekkeliler “Muhammed Rabbine asik oldu!” demekten kendilerini ali koyamadilar. Azigi tükendikçe evine inip azigini alir tekrar döner türlü türlü düsüncelere dalarak ilk baharin nasil gelecegini bir kardelenin bahari nasil müjdelemesi gerektigini.
Bekliyordu sabirla ariyordu zihnindeki sorularin cevabini.
Evet benim odam dedigi hira. Hirayi anlamak vahy’i anlamaktir, kuranla yeniden bulusmaktir.
Hira hakikati arayan için inzivaya ve tefekküre olan ihtiyaci hatirlamaktir. Hira, aradigini bulmaktir, buldugunu almaktir, aldigini uygulamaktir. Hira, hakikattir; hira hayattir.
Hira düsünmektir, hira sinav ile mücadele etmektir, hira baslangiçtir, hira dogustur, bir ümmetin dogusudur.
Hira, bir gönül hicretidir. Bir iç göçtür. Içinin uçsuz bucaksiz bozkirlarinda insanin kendisini aramaya çikmasidir. Kendisini anlamlandirmasidir. Aradigini buldugu an, varlik yumaginin kaybolan ucunu eline geçirmis olmasidir.
Tefekkür ya da hira, adini sadece kitaplarda gördügümüz bir Zümrüd-ü Anka.
Hira, kayip taraflarimizi aramanin, içimizin yarali bölgelerini sarmanin, insanlar tarafindan Karacaahmed'e çevrilmis gönüllerimizin enkazini temizlemenin en güzel yöntemidir. Yüregi yeni acilar çekecek, yeni kahirlar yüklenecek hale getirmek için bakim ve onarima almaktir hira.
"Mûsâ’ya ve kardesine: “Kavminiz için Misir’da evler hazirlayin, evlerinizi namazgâh yapin, namazi hakkiyla ifa edin ve ey Mûsâ müminleri müjdele!” diye vahy ettik." (Yunus, 10/87)
Bugün, yapraklarini henüz dökmeden agaçlar, ilk ve son kez bir cinayet isleyelim. Kapatalim gözlerimizi, elimize evdeki en keskin biçagi alalim, en büyük düsmanimiz olan NEFSIMIZ’i acimasizca biçaklayalim, yavasça; solugu usul usul tükenip buz kesinceye dek. Nefsimizi öldürebilmeyi basarabilirsek eger, Dünya’nin en güçlü insani biz olacagiz. Sonra, sonsuza dek cinayet islemeyecegiz. Çünkü baska bir düsmanimiz kalmayacak. Yasamin boynunu bükmesine asla izin vermecegiz!
Ve bu güzel hira da sen sen ol, kendin ol yürü yüreklere, sehre in oradan. Sehir hayat bulsun, insanlik huzur bulsun, tabiat merhamet görsün. Ve tüm bencilliklerden, merhametsizliklerden, vurdumduymazliklardan, her türlü egolardan kurtularak biz olma sevdasina tutularak. Hira’dan tüm aleme… evlerimiz mescid olsun, hira olsun ve rahmet yagmuru gibi yagsin aleme. Yagsin ki ilk baharlar umut olsun. Yagsin ki rengarenk çiçekler açsin, insanlik yüklerinden kurtulsun. Kamburlar olmasin diye.
Ben dünya’nin en mutlu insaniyim diyebilmek için.
Ben yasami yasiyorum, onlar ise hep yasamayi bekliyorlar. Bekledikleri yasam sonuna dek hiç gelmeyecek ve onlarin -yasami- yasamayi beklerken geçirdikleri süre olacak.
Hiç yasayamadan sadece beklerken, yitip gidecekler.
Simdi sende dünya’nin en güçlü insanisin iste.
Bikmadan, yorulmadan…
Günes pencereme eristiginde, sen de dünya’nin en güçlü insani oldun iste…
Birak – onlari – ne hali varsa görsün. Deme, Sen elinden tut insanlarin, çünkü bu, güven verecektir onlara ve sen daha da güçleneceksin. Senin adina dualar göge fisildandikça sen var olacaksin, yasayacaksin, ölümsüz olacaksin. Bedenin çürüyüp gidecek. Ama sen ölümsüz kalacaksin. Etrafina bir bak simdi ne kadar çok ölümsüz odanin içinde dolastigini izle. Ya farkinda ol, ya da çekil kenara! Ama ne olur çekilme?
Hayir binlerce kez hayir çünkü sen hiradan sehre inen kisinin ümmetisin.
Mekke'de bozulmamis, özünü korumaya çalisan nadir yerlerden birisi olan hira.
O tazeligini günümüze kadar sürdüren hira bugün evimiz olsun, misafir odamiz olsun, çalisma salonumuz olsun.
Olsun ki etrafi tekrar okuyabilelim, olsun ki kendi ayaklariyla atese gidenleri atesten kurtarma cüretimiz olsun.
Hiralar olusturalim ki arinip tertemiz kalplerimizle kalpler fethedelim. ve sonra siz ve biz evlerimizde hiralarimizi olusturup "ikra" ile müjdelenen bir ümmetin dogusunu seyredip güz yapraklari yerine kardelenleri birlikte demet demet insanliga sunalim.
Ve hira da Oku, oku ki yeryüzünün en güçlü insani olasin.
Yavasça oku yazilanlari, iliklerine kadar islesin tüm hatlari.
Tüm kelimeleri lime lime sök al içinden, tüm küfürleri topla ve soguk bir gecede yanan kamp atesi içine at.
Okudukça, her noktadan sonra güçleneceksin, sen güçlendikçe dünya küçülecek. Inancin büyüdükçe acilarin mum alevi gibi usulca eriyip akacak Mezopotamya’ya giden bir nehre. Üstüne sandallar insa edecegiz sonra, acilarinin yillardir omuzlarina binmesinin intikami alarak.
Bos bir otel sessizliginde, çig taneleri henüz yitirmemisken yapraklarin üzerinde ki benligini, koyul yola. Gece karanligini terk etmedi diye korkma, Küçük Sokak Lambasi aydinlatacak yolunu ve sen günese uzanacaksin.
Içinde firtinalar kopuyor ZAMAN’siz gecelerde, biliyorum. Için içine sigmiyor. Duygularin tasiyor yeryüzünden. Ama sen oldugun yerde, yataginin içinde, bir saga bir sola dönmekten baska bir yol kat edemiyorsun. Tavsiyem, yüreginin firtinali oldugu rapor edildiginde haber bültenlerinde, bin yelkenliye. Göreceksin kürek bile çekmene gerek kalmadan, rüzgar seni olmak istedigin saraylara götürecek.
Insanlik tikanma noktasina geldiginde Rabbim beni sana gönderdi de. Benden büyük mucizeler bekleme, küçük cümlelerimle yüzüne bir tebessüm indirebilirim sadece. Fazlasina gücüm yetmez. Dünya’yi daha güzel bir hale getirebilir miyim, bilmiyorum. Ama bunun için sonuna kadar mücadele edecegimi biliyorum.
Erisebildigim kadar isik saçacagim yeryüzüne, ben küçük bir sokak lambasiyim. Simdi sende yanimdasin ablamsin kirli musluklardan içirmezsin, kardesim Harun’sun yardimcimsin. Beraberce, inandigimizin pesine düsecegiz ve dünya saçma sapan seyler yüzünden bizi üzemeyecek.
Büyük isler beklemiyorum senden. Küçük mutluluklar saç etrafa, beyninde olumsuz düsünceye yer birakma, saygini yitirme, dünya mavallari içine dalip da unutma sakin ne için yeryüzüne gönderildin ve neden sana bir beden bahsedildi?
Peri masallarinda ki kahramanlar gibi yasa hayati. Yasa ki insan yasasin yasat ki hayatlar kurtulsun.
Ögrendim ki;
yasamak, acinin ölçüsünden geçerken, rahmet yagmurlariyla islanmaktir.
Allah’im; imtihan yollarinda yürürken ruhunun üstünde semsiyelerle gezinenlerden ve rahmetinden ümit kesenlerden olmaktan muhafaza eyle.
SIDDIK KARADUMAN
Görsel: https://www.trthaber.com/haber/yasam/haci-adaylarinin-zorlu-hira-yolculugu-270363.html
Sitesinden alintidir.
Turan Alidost