RAŞİD GANNUŞİ’NİN
MURNÂKİYE HAPİSHANESİ MESAJI
YAKUP ÇETINKAYA
İslâm ile demokrasi arasındaki ilişki, modern siyasal düşüncenin en çok tartışılan ve en çok sınanan meselelerinden biri olmuştur. Bir yanda kutsalın mutlak hakikat iddiası, diğer yanda bireyin iradesine dayalı çoğulculuk anlayışı, uzun süre birbirine karşıt kutuplar gibi algılanmıştır. Ancak özellikle “Ortadoğu”da1 sömürgecilik sonrası dönemin en önemli toplumsal ve siyasal gelişmelerinin yaşandığı “Arap Baharı/Ayaklanmaları”2 sürecinde, İslâm coğrafyasından yükselen yeni fikirler, bu ikiliğin kaçınılmaz olmadığını göstermeye başlamıştır. Devrimlerin mayalandığı süreçlerde bizzat yer alan Tunuslu siyasetçi ve düşünür Raşid Gannuşi, bu tartışmanın en dikkat çekici temsilcilerinden biridir.3
Şüphesiz çağdaş İslâm mütefekkirlerinden Raşid Gannuşi, hem klasik İslâmî mirasa sadık kalmayı hem de çağdaş dünyanın çoğulcu değerlerini benimsemeyi mümkün gören bir yaklaşımın savunucusudur.4 Nahda hareketinin lideri olarak Tunus’ta uzun yıllar süren siyasi baskılara karşı durmuş; İslâmî kimliğin demokratik bir düzende var olabileceğini savunmuştur. Ortadoğu’da köklü bir dönüşüme dair umutları yeşerten 2011 Yasemin Devrimi sonrasında Tunus’un geçici demokratikleşme sürecinde de etkin rol oynamıştır. Zira Nahda, yirmi dört senedir (1987-2011) iktidarda bulunan Zeynel Abidin Bin Ali rejiminin devrilmesinin ardından ülke tarihinin en şeffaf seçimlerinden zaferle çıkarak iktidara gelmiş ve devrim sonrası döneme en iyi uyum sağlayan hareket olarak öne çıkmıştı. Tarihsel açıdan ordunun siyasetten geri durduğu ve rakip toplumsal gruplar arası bir dengenin bulunduğu Tunus, geçiş döneminin tek ümit vaat eden örneği gibi görünüyordu.5 Ancak son yıllarda yerel dinamiklerin yanı sıra özellikle küresel aktörlerin bölgenin demokratikleşmesine dair ikircikli bir tutum sergilemeleri neticesinde ülkenin yeniden müesses nizamın temsilcilerinin eline geçmesiyle birlikte, Gannuşi de önyargılı siyasi baskıların hedefi olmuş ve tutuklanmıştır.
Uzun yıllar boyunca Tunus’ta eleştirel bir ses olan Raşid Gannuşi bu süreçte köşesine çekilip olup bitenlere seyirci kalmış kişilerden olmadı. Kendisini töhmet altında bırakmaya matuf söylentileri bir yandan medyadan takip etmeye çalışırken bir yandan da ana akım medya tarafından maruz bırakıldığı epistemik şiddeti bertaraf edebilmek umuduyla her zaman olduğu gibi fikre ve yazıya yöneldi. Aşağıda tercümesine yer verdiğimiz mektup, Gannuşi’nin Murnâkiye Hapishanesi’nden yazdığı ve hem kişisel tecrübesini hem de otoriterliğinden pek bir şey kaybetmeyen Tunus’taki demir yumruklu otoriter rejimi anlamaya imkân veren önemli bir belgedir. Her şeyden önce geçmiş, şimdi ve gelecek arasında, kişisel olan ile siyasalın kesişiminde yer alıyor. Okuyacağınız mektup, bireysel mağduriyetin ötesinde, İslâm dünyasında demokrasiye giden yolun hangi zorluklarla örülü olduğunu gösterir. Kendisine yapılanları hazmedemeyen Gannuşi, sivil bürokrasi kılığındaki diktatörlük altında kendi tutuklanma sürecini anlatırken, esasen bir toplumun hak, özgürlük ve adalet mücadelesinde hangi bedellerin ödendiğini de hatırlatır. Spot ışıkları despotlara ve onlara karşı gerçekleştirilen kitlesel protestolara çevrilmeden önce, Nahda başta olmak üzere İslâmî hareketlerin saflarında zorbaların mutlak idaresine meydan okumak için zaten her şeyini feda etmiş sayısız insan vardı. Yaşanan ânın içinde biçimlenen bu metin, İslâm ile demokrasinin çatışmak zorunda olmadığını; aksine doğru ilkeler ve doğru bir bilinçle birbirini besleyebileceğini düşündüren bir entelektüel kuramlaştırma çizgisinin hapishane duvarları ardında dahi nasıl diri kalabildiğinin göstergesidir.
***
Rahman ve rahim Allah’ın adıyla. Allah’ın Resûlü’ne salât ve selam olsun. “O kimseler ki, insanlar kendilerine, ‘Düşmanlarınız size karşı büyük bir ordu topladı, onlardan korkun!’ dediler. Bu, onların imanını artırdı ve şöyle dediler: ‘Allah bize yeter, o ne güzel vekildir!’ Böylece Allah’ın nimeti ve lütfuyla döndüler; onlara hiçbir kötülük dokunmadı. Allah’ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf sahibidir. Bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. O hâlde onlardan korkmayın, benden korkun; eğer müminler iseniz.” (Âl-i İmrân, 173-175)
“Müminin işi gerçekten şaşılacak bir hâldir. Onun her işi kendisi için hayırlıdır. Ona bir iyilik isabet ederse şükreder, bu onun için hayır olur; ona bir kötülük isabet ederse sabreder, bu da onun için hayır olur.” (Sahih-i Müslim, 2999)
Ramazan-ı şerifin 27’nci gecesinde, iftar vaktinde evimin basılması üzerinden iki yıl geçti. Ailemin hepsi bir aradayken, her türlü güvenlik gücü ve birimleri, dişlerini göstererek ve makineli tüfeklerle evimize baskın yaptı. Evde istediklerini yaptılar: arama, el koyma… Ancak, Raşid Gannuşi’nin evinde sandıkları gibi ne para ne de silah bulabildiler.
O günden sonra, delil toplama operasyonları başladı. Suçlamalar uyduruldu, dosyalar biriktirildi; beni devletin güvenliğini ve ülke içindeki ve dışındaki toplumsal barışı tehdit eden tehlikeli bir terörist gibi göstermek için. Bunun için “kara para aklama”, “renkli odalar”, “gizli aygıtlar” gibi başka dava isimleri icat ettiler. Oysa söz konusu hareket, ülkedeki en büyük ve köklü harekettir; dört seçim geçirmiş ve hepsinde galip gelmiş bir harekettir. Öyleyse gizliliğe ne ihtiyacı olabilirdi ki?
Ayrıca, “yurt dışına savaşçı gönderme” suçlamalarıyla itham edilen bir partiydi ki, bu partinin İçişleri Bakanı, Ensar eş-Şeria’yı terör örgütü olarak sınıflandırmaya cesaret eden ilk kişiydi. Örgütlerini yasakladı, varlıklarıyla mücadele etti. Oysa başka bazıları bu yasağa karşı çıkmış, onların var olma hakkını savunmuş ve bu karardan geri dönülmesini istemişti.
Bu zulmedici suçlama yönteminin bir devamı olarak başka dosyalar da açıldı. Hatta bir arkadaşımız için düzenlediğim bir veda konuşmasında, kendisini “zalimlerden korkmayan ve zorbalardan çekinmeyen biri” diye tanımlamam bile, güvenlik güçlerine hakaret sayıldı. Silahlı grupların da benzer ifadeler kullandığı bahanesiyle suçlama konusu yapıldı. Bir ramazan sohbetinde yaptığım, muhalefeti dışlamaya, farklı olanı yok saymaya devam etmenin tehlikelerine dair uyarı konuşmamı bile, “silahlı çatışmaya çağrı” şeklinde gösterdiler.
Oysa çağrım, millî birliği, kapsayıcı diyaloğu ve tüm Tunus evlatlarının farklılıklarıyla beraber bir araya gelmesini savunmaya yönelikti. Bu hareket -yani bizim hareketimiz-, Tunus’un İslâmî ve demokratik gelenekleriyle beslenen ve artık yarım asrı aşmış bir harekettir. Hep şiddetin hedefi olmuş, şiddet uygulayan değil; hep dışlanmış, dışlayan değil; hep mazlum olmuş, zalim olmamıştır. Benim konuşmam da dışlamanın ve tek adamcılığın yol açacağı felaketler konusunda bir uyarıydı. Bu felaketler nice ülkeleri batırmış, nice sistemleri devirmiş, nice uygarlıkları yerle bir etmiştir.
Hareketimiz, kuruluşundan bu yana şu ilkeyi savunagelmiştir: Tunus özgürdür, herkese yer vardır, kimse dışlanmaz. Bu ilkeye bağlı kalmaları için gençlerimize, üyelerimize ve tüm destekçilerimize hep çağrıda bulunduk ve hâlen de bulunuyoruz. Hareketimizin temel prensiplerini ve hedeflerini şu temel sloganda özetledik ve buna inanmaya devam ediyoruz:
“İslâmî demokrasiye çağrı.” Bu, kimseyi dışlamayan, herkese yer veren bir anlayıştır: İslâmî demokrat, laik demokrat… Yalnızca, başkalarını dışlayan ve ülkenin kaderini sadece kendi tekeline almak isteyenleri reddederiz. Bu bizim Habib Burgiba ile çatışmamızın, Zeynel Abidin Bin Ali’ye muhalefetimizin ve bugünkü rejime karşı duruşumuzun özüdür. Hepsi de tek adam rejimleri kurmuş, çoğulculuğu tanımamış ve vatandaşlara eşit haklar vermemiştir.
Bağımsızlıktan bu yana geçen bütün rejimlerle yaşadığımız sorun hep buydu. Biz herkesle buluşmayı, fikir temelinde buluşmayı arzuladık. Bugünse, İslâmcı, liberal, solcu ve diğerleri olarak, fikir zemininde değil; zindanlarda, sürgünlerde buluşuyoruz.
Burada, Murnâkiye Hapishanesi’nde; Cevher Bin Mübarek, Rıza Belhac, Gazi eş-Şevvaşi, Hayyam Turki, İsam eş-Şabi, Abdulhamid el-Cilasi, Lutfi el-Murayi, Habib el-Luz, Beşir el-Akrimi ve daha niceleri var. Farklı ideolojilere sahip olmalarına rağmen, hepsini diktatörlüğe karşı muhalefet birleştiriyor. Politikalar ayırdı, ideolojiler uzaklaştırdı ama diktatörlük zindanları ve istibdat zincirleri birleştirdi.
Burada ayrıca, hayatlarının büyük kısmını hapishanelerde geçirmiş olan Nahda’nın tarihî liderleri de var: Mühendis Ali el-Arid, mühendis Abdülkerim el-Haruni, Profesör Nureddin el-Buhari...
Sağdan da soldan da insanlar, diktatörün ve zalim yöneticinin emriyle tutuklandı. Onlara “terörist” diyorlar. Kim inanır buna? Kim inanır ki özgürlükleri gasp eden, ifade hakkını engelleyen, yargıyı kuşatan biri “ılımlı demokrat” olsun? Kim inanır ki anayasayı feshedip, halkın seçtiği kurumları -aralarında on yedi partili meclisi de- kapatan biri “demokrat” olsun? Murnâkiye Hapishanesi’nden iki yılın ardından açıkça söylüyorum: Dün olduğu gibi bugün de ve gelecekte de Tunus’u tehdit eden tehlikelerden çıkış yolu sadece özgürlükten ve herkesi kapsayan demokrasiden geçer. Aynı yerlerde yeniden patlak veren krizler, özgürlük ve adaletin yokluğunun işaretleridir. Eski ve yeni vesayet heveslerinden vazgeçmeden kurtuluş yoktur.
Zalimin hapishanesinde üçüncü yılıma girerken, hâlâ şuna kesin olarak inanıyorum: Sorumlu özgürlük, herkese kapsayıcı adalet ve herkes için eşit haklara dayalı bir demokrasi dışında çözüm yoktur. Buna inandık, bunu savunduk ve hâlen bu çizgideyiz. Çünkü bu yol, daha önce denendi ve doğru olduğu ispatlandı.
Murnâkiye Hapishanesi’nden, iki yıllık abluka ardından şunu görüyorum: Bu ülke -ardı ardına gelen diktatörlüklerden ve tek parti veya tek adam rejimlerinden mustarip ülke- son olarak 17 Aralık-14 Ocak Yasemin Devrimi’nde insanlığa bir umut ışığı olmuştu. Bu devrim, tarihin sonu ve devrimlerin sonu safsatalarını yıkarak, insanın hâlâ özgürlük için çırpındığını kanıtlamıştı.
Tunus, Arap uyanışının şafağının söktüğü ülke olmuştu. Her ne kadar bu uyanış baltalansa da Tunus on yıl boyunca özgür yaşamış, kurucu, yasama ve yerel seçimleri çağdaş standartlara uygun olarak -çoğulculuk, şeffaflık ve bağımsızlık esaslarıyla- düzenlemişti. Sonrasında kurumları yıkıldı, rotası bozuldu. Ama tüm bunlar, Tunus toprağının demokrasi, özgürlük ve çoğulculuk köklerinin derinliğini gösteriyor.
Bu ülke dün başardığı gibi, bugün ve yarın da yine başarabilir. Tunus bir kez daha özgürlük bayrağını dalgalandıracaktır. Murnâkiye Hapishanesi’nden tüm özgürlük mücadelesi verenlere selamlarımı gönderiyorum. Gazze’nin onurlu kahramanlarına, Batı Şeria ve Kudüs’teki direnişçilere selam olsun! Onlar, ümmetin kutsallarını savunmak için canla başla mücadele ediyorlar ve ümmete azim, sabır ve kahramanlıkla yeni bir dünya müjdeliyorlar: Özgürlük ve adalet dünyası.
Ve bizim gençlerimize, ümmetimizin gençlerine düşen görev, bu mukaddes yürüyüşte en önde olmaktır; asla geri kalmamaktır. “Allah işinde galiptir; ancak insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yûsuf, 21)
Murnâkiye Hapishanesi’nden tüm özgürlük savaşçılarına selamlar.
Murnâkiye. 17 Nisan 2025
Raşid Gannuşi
Son Seçilmiş Halk Meclisi Başkanı
DİPNOTLAR:
1 İster siyasi isterse fikrî açıdan olsun “Ortadoğu”yu tartışırken akılda tutmamız gereken önemli bir nokta, coğrafyanın ve bölgenin aslında siyasi bir tasarım olduğudur. Çünkü “Ortadoğu” nesnel bir coğrafi kavram olmayıp, belirttiği sınırlar ve içerdiği manalar zamana, mekâna ve siyasi bağlama göre farklılık gösteren hayal edilmiş bir coğrafyadır. Bu manada “Ortadoğu” nitelemesinin sorunlu ve öncelikle kendisinin açıklanmaya muhtaç bir kavram olduğunu düşünmekle beraber, bölgeye yönelik bir metin yazarken mecburen “Ortadoğu” kavramını kullanmak mecburiyetinde kalıyoruz.
2 Yerel, bölgesel ve küresel perspektiften “Arap Baharı”nı değerlendirirken, güncel siyasetin dar çerçevesine sıkışmaksızın, sürecin arka planına, gidişatına ve muhtemel sonuçlarına dair kapsamlı bir bakış sunan iki derleme için bk. Zahide Tuba Kor, (ed.), Ortadoğu Konuşmaları Bölgesel ve Küresel Perspektiften “Arap Baharı”, Küre Yayınları, İstanbul, 2014. Mesut Özcan & Muhammed Hüseyin Mercan (ed.), Arap Ayaklanmalarını Yeniden Düşünmek Süreç ve Aktörler, Küre Yayınları, İstanbul, 2021.
3 Raşid Gannuşi’nin fikrî ve siyasi dünyasının derli toplu bir özeti için bk. Yasin Aktay, “Bilge Lider Gannuşi’nin Siyasi ve Fikrî Mücadelesi”, Umran, 2025, sayı:367, s. 18-21.
4 Raşid Gannuşi’nin demokrasinin siyasi varsayımları ile İslâm’ın ahlaki otoritesinin birleşiminden oluşan siyasi düşüncesi için bk. Azzam S. Tamimi, Raşid Gannuşi: İslâmcılık Geleneğinde Bir Demokrat, çev. Ayşe Yönkul, Hece Yayınları, Ankara, 2016.
5 Erdem Demirtaş, Ortadoğu’da Devlet ve İktidar Otoriter Rejimler Üzerine Bir İnceleme, Metis Yayınları, İstanbul, 2014, s. 11.
Bu mektup “ UMRAN DERGİSİ - sh-31/34 | Mayıs 2025 | sayı 369 dan alıntılanmıştır
Akıllarını Kullanmayan Toplumlar Propaganda Masallarıyla Uyutuluyor