Modernitenin Vadettikleri

Modernite, herkese hayallerine ulasma imkâni sunma üzerine bir hayalden olusuyordu. Yeter ki hayal edin, istediginiz her sey sizin olacak...
Modernitenin Vadettikleri
Resat CENGIL
Resat CENGIL
Eklenme Tarihi : 6.01.2021
Okunma Sayısı : 1816

Modernite, herkese hayallerine ulasma imkâni sunma üzerine bir hayalden olusuyordu. Yeter ki hayal edin, istediginiz her sey sizin olacak.

Gelinen noktada bazi insanlar hayallerinin çok ötesinde her seye ulasirken, bazilari sadece hayal etmekle kaldi. Bir süre sonra hayal edebilme kapasitesi de insanlarin ekonomik imkanlariyla örtüsür hale geldi. Bazi insanlar artik hayal bile kuramiyorlardi. Fakirin ufku da fakirdi.

Böylece modernite çogu insanin hayal edebilme kapasitesini de yok etti.

Gelir arttikça ve hayaller gerçek oldukça daha mutlu ve huzurlu bir yasama kavusacagimiz öngörülmüstü.

Isin ironik yani refah artmasina ragmen huzur ve mutluluk azalmistir.

Modern kapitalizmin sundugu mutlulugun yolu magazalardan geçer. Magazalar ne kadar seçkin olursa, ulasilan mutluluk da o kadar artar. Mutluluga ulasmak, baska insanlarin edinme sansi veya olasiliginin bulunmadigi seyleri elde etmek demektir. Mutluluk istedigin seyleri satin alabilmek ve hep bir adim ileride olabilmektir.

Modernitenin baslangicinda Durkheim, insanlara Tanri sevgisi ve O’nun kilisesinde mutluluk aramak yerine, Ulus sevgisi ve Ulus devlete itaat etmede mutluluk aramalarini salik vermisti. Vatanseverlik ve milliyetçilik yeni kutsallar ve mutluluk saglayicilari olarak kitlelere dayatildi. Ortak bir dil, tarih ve kültürün halklari bir arada tutacagi ve hamasetin huzur getirecegi düsünüldü. Ama sadece kan, kin ve nefret dogurdu. Katliamlar, soykirimlar, savaslar ve yerinden edilen yersiz ve yurtsuz birakilan milyonlarca multeci. Huzur artik çok uzak sahillerde kalmisti.

Unutmamak gerekir ki, zihin kendi kendine yetebildiginde yenilmez. Tutkulardan kurtulmus bir zihin kale gibidir. Insanlarin siginabilecegi daha güçlü bir kale yoktur. Ancak modern insan kendisi için yasarken, hazlarini ve arzularini tatmin etmeye çalisirken, aslinda hep baskalari için yasar. Baskalari görsün, baskalari onu konussun, baskalari hayran olsun diye kendisini paralar. Oysa övgüye bagimli bir zihin kölelestirilmis ir zihindir. Övgünün, begeninin ve hayranligin kölesidir. Böyle bir zihin asla kendisi degildir. Kendisi yüzlerce maskenin ardinda görünmez hale gelmistir. Onu istese de bulamaz artik. Ona ne oldugunu baskalarinin söylemesini beklemektedir. Baskalari onu tanimlamakta, sinirlarini baskalari çizmektedir. Baskalari ugruna katlanilan yükümlülükler nedeniyle kendimizi belirlemekten ve tanimaktan uzak düstük artik.

Jan Jak Rousseau, insanlarin özgürlüge zorlanmasi gerektigini söylüyordu. Aydinlanma filozoflarinin taslagini çizdikleri ve aklin amansiz talebi olarak gördükleri özgürlüge. Bu özgürlük Tanri’dan ve kiliseden özgürlük demekti, bu filozoflar da aslinda burjuva filozoflariydi.

Aristokrasiyi ve geleneksel düzeni yok etmek isteyen ve onun yerine burjuva ulus devleti ve moderniteyi kurmak isteyen burjuva.

Modernite tümden burjuvanin düzenidir. Onun öncülügünde sekillenmis, onun eliyle düzenlenmis ve ona hizmet etmektedir.

Özgür olmaya zorlanmak tarihin de gösterdigi üzere çok az özgürlük sagladi; gerçekte yaptigi sey özellikle silah ve iletisim teknolojisiyle bütün dünya halklarini birkaç yüz burjuvaya köle etmek ve dünya tarihinin en kitlesel kölelestirme düzenini insa etmekte. Hem de sadece bedenen degil, aklen ve ruhen bir kölelestirme. Insanlar artik sadece hayatta kalmak ve güvende olmak karsiliginda her seylerinden vazgeçmislerdir.

Modernitenin sundugu mutluluk ve huzur, sadece nefes alabilme hakki noktasina gelmistir.

Modernitenin baslangicinda mesafeler kisaliyor ve daha az zahmetli hale geliyordu. Zaman hizla akiyor ve her aninda yeni bir lütuf ve firsat vadediyordu. Akil kralligi, yasanin ve düzenin müsterek üstünlügü ile bizi hemen suracikta bekliyordu. Mükemmellige giden yolda birtakim kötü ve huysuz insanlar disinda hiçbir direnisle karsilasilmiyordu. Bunlar da zaten basarisiz olmaya mahkumdu. Toplum tepeden tirnaga aydinlaniyordu. Insanin seytani tutkulari hiç olmadigi kadar güvenle evcillestiriliyordu. Adetleri daha kibar, iliskileri daha huzurlu hale geliyordu. Sorunlari yok etmek ve anlasmazliklari çözümlemek için savasmak artik bir tercih olmaktan çikiyordu. Savasin yerini ilerleme ve insanin mutlulugu için çalisma azmi aliyordu. Bilim her seye çare üretiyordu. Uygarligin gelecegi böylece güvendeydi. Ancak bütün güvenceler kumdan kaleler misali bir bir düstü. Geriye umutsuzluk ve endise kaldi. Korku ve kibir kaldi.

Tanri idaresi yerine, insan idaresinde insanlik daha huzurlu ve mutlu olacakti. Hem de daha müreffeh ve tüm isteklerine kavusmus.

Tanrinin yirminci yüzyildan bikacagina herkes emindi. Tanri bir daha geri dönmeyecekti, herkes Tufanin serefine içiyordu.

Ama gelinen noktada, tahrip edilmis bir doga, irzina geçilmis milyonlarca kültür ve sanayi metropollerinin dev araflarinda aci içinde can çekisen yiginlar çikti karsimiza. Sadece ekonomik çikarlarla güdülenen, sadece etnik bir uydurma tarih ve kültüre mahkum edilen insanlik bir kukladan öteye gidemedigini anladi.

Ask, huzur, mutluluk ve merhamet bulunabilen, hazir halde sizi bekleyen ve kendisine el koyup sahiplenebileceginiz seyler degildir. Her an onlari yeniden yapmaniz, daima diriltmeniz, teyit etmeniz, özen göstermeniz ve ilgilenmeniz gerekir. Aksi halde kirilgan, savruk ve harcanmis, baskalarini da harcayan, hayati bir insan ve iliski çöplügüne dönen bir enkaz olursunuz.

YAZARA AİT BÜTÜN YAZILAR
YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!