MÜSLÜMANLARIN EVREN/VARLIK TASAVVURU
Başta şunu belirtelim ki çağımızda maalesef Müslümanların ekseriyetinin evren tasavvuru, kadim çağın tasavvuru ile büyük benzerlik taşımaktadır ve mitolojiktir; zira beslendikleri kaynaklar ekseriyetle İsrailiyat, mesihiyat, Hint ve Şaman kaynaklıdır.
Asırlar önce yazılmış olan Kara Davut, Envarül Aşikin, Muhammediye, Marifetname ve diğer Tasavvufi eserlere baktığımızda, mitolojik kıssa ve bilgilerle dolu olduğunu görürüz. Müslümanların önemli bir kısmı, bu ve benzer eserlerdeki arkaik malumata çok düşkündür ve o kaynaklardan beslenmektedir.
Kur’an, “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ıdır. Bir çocuk edinmediği gibi, mülkünde ortağı/yardımcıları da yoktur. O, yarattığı her şeyi belli bir ölçüye/sisteme göre düzenleyip takdir etmiştir” (25/2) buyurur.
Yani, yarattığı her bir varlık, bir ölçü ve sistemle hareket etmektedir. Resüllere gönderdiği vahiy, yağdırdığı yağmur, yeşerttiği bitkiler, hayatlarına son verdiği canlılar… Birilerinin yardımıyla değil, bütünüyle kurduğu sistemle gerçekleştirmektedir. Mesela; Resullere gelen vahiy, bir sistemle gelmiştir; ancak o günkü muhataplara o sistem, melek/Cibril olarak isimlendirilmiştir.
Kur’an’da bazı doğal olayların olağanüstü hadiseler gibi anlatılması, vahyin indiği toplumun mitolojik bilgilere sahip olmasından kaynaklanır. Vahyin ilk muhatapları, evrendeki yasalar hakkında pek bilgi sahibi değillerdi. Asırlarca efsanevi menkıbelerle yetişmişlerdi. Dolayısıyla Kur’an, Nebiler ve geçmiş toplumlarla ilgili kıssaları, o toplumun anladığı bir dil ve üslupla anlatmıştır.
Mesela; Hz. Süleyman’ın istihdam ettiği cinler, emrine rüzgarların verilmesi, kuş diline sahip olması, Melike’nin tahtının getirilmesi, tahtına bırakılan ceset, kendisine Allah’ı anmayı unutturan atlar… Adem-İblis kıssası, Meleklerin bazı kimselere haber/bilgi getirmesi, Hz. Yunus’u Hut’un yutması, birinin yüz yıl ölü kaldıktan sonra dirilmesi, cin ve şeytanların varlığı, şeytanların insanlara ilişkileri gibi hususlar, o toplumun cari olan bilgi ve anlayışla anlatılmıştır.
Çağımızda artık öncekilerin sahip olduğu evren tasavvurunun bir değeri yoktur ve dolayısıyla o tasavvurla hadiselere bakılamaz; zira artık bilimsel bilgi çağındayız. Dolayısıyla -yukarıda verdiğimiz örnekleri- geçmişin anlayış ve ezberleriyle değil, evrende geçerli olan İlahi sistem (yasalar) ışığında anlamak zorundayız. Onun için, sözünü ettiğimiz kıssaların, lafzi/zahiri anlamda değil, sembolik ve mecazi ifadeler kullanılarak anlatıldığının bilinmesi lazım.
Hülasa; “Allah, yarattı her şeyi, bir düzene koymuş, takdir etmiş ve yol göstermiştir.” (Ala/2) Yani, yarattığı her varlığa, fıtratlarına özgü özellikler yüklemiş ve nasıl hareket etmeleri gerektiğini bir kadere/sisteme bağlamıştır. Dolayısıyla evren, homojen bir yapıya sahiptir. Her alanda yerleştirdiği yasalar geçerlidir.
Mesela; ateş yakıcı özelliğe sahiptir, her insanı yakar. Oksijensiz kalan her insan ölür. Yukarıya atılan taş, yere düşer. Bulut olmadan yağmur yağmaz vs. Elbette Allah’ın gücü her şeye yeter; ancak Allah, tüm varlıklarla ilgili bir düzen ve sistem koymuştur. Dolayısıyla doğrudan evrendeki olaylara müdahale etmez; her varoluş için illiyet sistemi (nedensellik kanunu) çalışmaktadır.
Allah’ın kainata yerleştirdiği fiziksel, biyolojik ve sosyolojik kanun ve düzen, bütünüyle nedensellik ilkesi üzerinden yürümektedir. “Allah’ın gücü her şeye yeter” diyerek, geçmiş nebilere ait mucizeleri örnek vermek, doğru bir örnekleme olamaz; zira o mucizelerde sistem dışı bir durum söz konusu değildir. Tümü, sisteme uygun gerçekleşmiştir; ancak o çağın insanları, sistemin ayrıntılarını (teknik taraflarını) bilmediklerinden, onlara olağanüstü gibi yansımıştır.
Unutulmamalıdır ki evrendeki sistemi görmezlikten gelenler, aklı çalıştıramaz, hikmetli düşünemez, tabiat kanunlarını gereği gibi araştıramaz ve dolayısıyla pozitif ilimlerin Müslüman dünyasında gelişmesine katkı sağlayamazlar.
Selam ve sağlık dileklerimle… BEŞİR İSLAMOĞLU, 15.04.25
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.