KUR’AN, MESAJLARINI EVRENSEL İLKELER ÜZERİNDEN VERİR
Kur’an, belli bir tarihte (610-632), belli bir coğrafyada (Mekke-Medine) ve belli bir topluma (Araplara) indirilmiştir; ancak kıyamete kadar, her coğrafyada yaşayan toplumlar için evrensel ilkeler koymuştur. Bu durum, sadece Kur’an için değil, tüm gönderilen vahiyler için geçerli bir ilkedir.
Mesela; Kur’an, tüm toplumlar için kıyamete kadar geçerli olan şu ilkeyi koymuştur: “Sizin Allah’tan başka bir ilahınız yoktur; o halde sadece O’nun talimatlarına uyun.” (6/102)
Bilinmelidir ki Allah Kur’an’da her ne anlatırsa anlatsın, her ne isterse istesin, mutlaka tümünü ilkeler üzerinden verir. Bu ilkeleri göremeyenler, Allah’ın mesajlarını, maksadını ve kendi sorumluluklarını anlayamazlar. Onlar; ayetlerin lafzına, anlatılan hikâyelere, sözü edilen kişi ve gruplara takılıp kalırlar.
Kur’an’ın temel amacının “ilkeler koymak” olduğunu fark edemeyenler, ayetlerin literal durumuna ve uygulamalara göre okurlar; Kur’an’ın rahmetinden yararlanamazlar. Oysaki Kur’an’ın rahmetinden yararlanmak, mesajlarını anlamak, onu her zaman ve her coğrafyada hâkim kılmak için mutlaka mesajları ve maksadı üzerinde yoğunlaşmak ve ilkesel yaklaşmak gerekir; çünkü toplumlar sürekli değişmekte ve gelişmektedirler.
Bin yıl önceki toplumların kültürü ve ihtiyaçları bugünkü insanlardan çok farlı olduğu gibi, bin sene sonraki toplumların kültürü ve ihtiyaçları da bugünkünden farklı olacaktır. Öyleyse Kur’an’ı, lafızları ve uygulamaları ile değil, koydukları ilkelerle anlamak ve çağa taşımak gerekir.
Kur’an’ın ilkelerini görmezlikten gelenler, o ilkeleri belli bir zaman ve mekânın koşulları ve uygulamaları ile sınırlandırırlar. Kıyamete kadar insanlara ışık tutacak mesajları dondurur bırakırlar. Oysa Müslümanlar, statik değil, dinamik olmalıdır. Tarihin nesnesi değil, öznesi olmalıdır. Sorun üreten değil, sorun çözen olmalıdır. Tüketen değil, üreten olmalıdır. Bedevi değil, medeni olmalıdır. Sürekli alan/dilenen ve başkasına el açan değil, çalışıp kazanan ve veren/paylaşan olmalıdır. Kur’anî değerleri/ilkeleri tüketen değil, Kur’an mesajından hareketle sürekli insanlığa değer üreten kimseler olmalıdır.
Demek istiyorum ki Müslümanların tarih boyunca karşı karşıya kaldığı sorunlar, yapısal (ilkesel) sorunlardır. Bu sorunları sonlandırmak için mutlaka ilkesel davranmak zorundayız.
Bilindiği gibi, Allah’ın insanlar içi koyduğu en temel ve evrensel ilkeler hak, adalet ve emanettir. Ayetler ne anlatırsa anlatsın, kimlerden söz ederse etsin, verdiği mesaj hakkı, adaleti ve emaneti korumaya dönüktür. Şimdi birkaç ayete göz atalım.
“Adaletle şahitlik yaparak hakkı yaşatın. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletten ayırmasın. Adil olun…” (5/8)
“Allah; emanetleri/görevleri ehline vermeyi ve insanları yönetirken adaletle yönetmelerini, hüküm/karar verirken yine adaletle vermelerini emretmektedir. (4/58)
“Allah; adil davranmayı, iyilik yapmayı ve yakınlara karşı iyi davranmayı emreder. Her türlü utanç verici çirkin işleri, selim akla ve sağduyuya aykırı fenalığı ve sınırları hiçe sayan taşkınlık ve azgınlığı yasaklar.” (16/ 90)
Görüldüğü üzere, Allah’ın koyduğu temel ilke, adil davranarak adaleti yerine getirmektir. Ayetlerde geçen emanet, şahitlik, kin, iyilik, hayasızlık, fenalık, azgınlık kavramları da adaletin zedelenmemesine yöneliktir.
Özellikle emanet, adalet için hayati bir kavramdır. Emanet, bir şeyin sorumluluğunu üstlenmektir. Siyasal, sosyal, ekonomik vb. tüm maddi ve manevi sorumluluklar kişilere emanettir. Makam ve mevki sahibi olanların emanetlere sahip çıkmaları adaletin bir gereğidir. Seçilip göreve getirilen kişilerin seçilme şeklinin meşru olması, liyakat ve ehliyet sahibi olmaları, üstlendikleri görevlerini istişare ile bihakkın yerine getirmeleri adaletin bir gereğidir.
Evet, adalet hayatın vazgeçilmez temel ilkesidir ve tüm haksızlıkları ortadan kaldıran Kur’anî bir ilkedir. Bütün bir insanlığın temel referansı olmalı ve bütün toplumlar, akıllarını kullanarak adalet ilkesi çerçevesinde işlerini düzenlemelidir.
İnsanlar arası ilişkilerde adalet gözetilirse, bütün insanlar haklarına kavuşmuş olacaklardır.
İnsanların mal-mülk, masa-kasa, para-altın, şan-şöhret, ticaret-iş/meslek sahibi olmaları en doğal haklarıdır. Bunların tümünde aranan temel ilke, “hak etme” olmalıdır. Bu ilke, değişmeyen evrensel bir ilkedir ve her coğrafyada ve her toplumda mutlaka yürürlükte olmalıdır. O ilke şudur: “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin.” (2/188)
Kur’an’da hak, adalet ve emanetin yanı sıra daha pek çok ilke bulunmaktadır; ancak konuyu daha fazla uzatmamak için sadece şu ilkeyi (günümüz Müslümanlarına ithafen ve Gazze bağlamında) vererek sonlandırmak istiyorum:
“Birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız ve gücünüzü kaybedersiniz.” (8/46)
Selam ve sağlık dileklerimle… BEŞİR İSLAMOĞLU, 05.05.25
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.