ESKİ ÇAĞLARIN TASAVVURU İLE KUR’AN ANLAŞILMAZ
Her çağın ve her toplumun kendine has dili, kavramları, kültürü ve evren tasavvurları vardır. Toplumların sahip olduğu bu olgular -kısmen değişikliğe uğrayarak- nesilden nesillere taşınarak sürdürülmüştür; ancak zaman ilerledikçe insanlar tekamül ederek aydınlanmış ve evren tasavvurlarını değiştirmişlerdir.
Kur’an’ın ilk defa hitap ettiği Orta Çağ Arap toplumunun geçmişten devraldığı bir evren ve tanrı tasavvurları vardı. Bu tasavvurları genellikle İsrailiyat ve Mesihiyat kaynaklı menkıbelere, efsanevi masallara ve mitolojik hikayelere dayanıyordu. Kur’an, o toplumun inanç haline getirdikleri kültür, ifade ve kavramları mecazi ve temsili olarak kullanmıştır.
Bazı doğal hadiselerin ve soyut kavramların, Kur’an’da olağanüstü hadiseler gibi anlatılması, vahyin ilk muhataplarının mitolojik düşünce yapısına sahip olmalarından kaynaklanmaktadır; zira vahyin ilk muhataplarının, yeterince tabiat yasalarına ilişkin bilgileri yoktu. Astronomik olayları, astroloji (tahmin ve hayali cinler) üzerinden anlamaya çalışıyorlardı. Kahinler, gökte neler olup bittiğini güya cinlerden alarak halka bildiriyorlardı. Yani kehanetliğin bilgi kaynağı, müneccimlikti. Bütün yazgılarını müneccimlikle (yıldızlara bakarak) öğrenmeye çalışırlardı.
Cahiliye Arapları, melek, şeytan gibi ruhani kabul ettikleri soyut varlıklara “cin” derlerdi. Cin olarak kabul ettikleri ruhani varlıkların iyilerine melek, kötü olanlarına da şeytan derlerdi. Meydana gelen pek çok olayı cinlerin yaptığına, hatta daha ileri giderek, Allah ile cinler arasında akrabalık bağı olduğuna inanırlardı (37/158) ve ortak koşarlardı. (6/100) Hatta melek olan cinleri, Allah’ın kızları sayarlardı.
Cahiliye Araplarına göre, cinler ruhani varlıklar olduklarından, her türlü kalıba, kılığa (insan veya hayvan suretine) girebilmektedirler. Hatta insanlarla evlenip çocuk sahibi bile olabilmektedirler. Daha ötesi, günümüzde sara, cinnet, delilik gibi psikolojik ve nörolojik hastalıkların, cinlerden kaynaklandığına inandılar. O çağlarda bilim gelişmediği için pek çok hastalığı cin, büyü, nazar gibi mitlere bağladılar ve çare olarak “muskacılık” diye bir araç geliştirdiler.
Maalesef geçmişteki Müslüman alimlerin ekseriyeti de cinlerin, insanlar gibi doğup büyüdüklerine, yiyip içtiklerine, insanlara zarar verdiklerine, ölüp cennet veya cehenneme gireceklerine inandılar. Bunun için de “cinci hoca” lakaplı hudamcılar ortaya çıktı.
Huddamcılar, cin ve şeytan denen varlıkları kontrol ettiklerini, muskacılık, ebced harfleriyle, sayılarla cinlerle ilişki kurmaya çalıştıklarını ve böylece kontrol altına aldıklarına cahil halkı inandırdılar. Böylece, cincilik, müneccimlik, büyücülük diye yeni bir sahtekarlık sektörü ortaya çıkmış oldu.
Başa dönersek, kabul etmek gerekir ki eski çağların tanrı ve evren tasavvuru gölgesinde Kur’an doğru anlaşılamaz. Kur’an, “gaybı kimsenin bilmeyeceğini” ve göklere çıkarak bilgi alamayacağını temellendirerek, müneccimlerin, büyücülerin, huddamcıların sahtekarlıklarını ifşa etmiştir.
Kur’an, Cahiliye toplumunun kullandığı kavramları (cin, melek, şeytan vs.), onların anlayabileceği bir üsluple kullanır. Cinleri bazen melek, bazen şeytan ve bazen yabancı insan olarak kullandığı gibi, şeytanları da bazen kötü insanlar, bazen kötü nefisler için kullanır. Zaten şeytan, bir varlık olmaktan ziyade bir sıfattır. Yani kötülüğün, azgınlığın, tekebbürün, şımarıklığın cisimlendirilmiş halidir.
Cin kavramının, sadece Mekki ayetlerde geçmiş olması, Medine’de inan ayetlerde kullanılmamış olması, cin tasavvurlarının değişmesi gerektiğini ifade etmektedir. Evet, 21.asrın din tasavvurunda artık eski çağlardan devam edip gelen hayali (ruhsal) varlıklara yer olmamalıdır. Bu hayali (cin, şeytan, iblis, ifrit, peri, gülyabani vs.) soyut varlıklardan toplum kurtulmadığı sürece, dini doğru anlayamayacağı gibi, sağlık ve huzura kavuşmayacaktır.
Hülasa; Kur’an’ın öğrettiği din, hayali varlıklara, gizemli kavramlara ve esrarlı anlatımlara yer vermez. Müteşabih olarak kullandığı kavramlar, zorunluluktandır.
Allah’ın kendini, gücünü ve henüz kurulmamış olan ahireti başka nasıl bize kavratabilirdi!
Öyle ise, Kur’an’ın, lafzından ziyade maksadına, ne dediğinden ziyade “ne demek istendiğine” yoğunlaşmamız gerekir. Bunun için de Allah’ın verdiği aklı sağlıklı kullanmamızdan ve bilimden yararlanmamızdan başka yol yoktur.
Selam ve sağlık dileklerimle…
BEŞİR İSLAMOĞLU 22/11/23
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.