Koronavirüs: Unuttugumuz Pek Çok Hakikati Bize Hatirlatan Güçlü Bir Uyari! (devami...)

George Washington Üniversitesi’nde Islâmi Arastirmalar Profesörü Seyyid Hüseyin Nasr, Islâm gelenegi ve felsefesi üzerine yaptigi çalismalarla...
Koronavirüs: Unuttugumuz Pek Çok Hakikati  Bize  Hatirlatan Güçlü  Bir  Uyari! (devami...)
Seyyid Hüseyin NASR
Seyyid Hüseyin NASR
Eklenme Tarihi : 28.07.2021
Okunma Sayısı : 1157

Soru:Profesör  Nasr,  birkaç  gün  sonra,  biraz  dinlenmis  olarak  ikinci  kisimla  devam  ediyoruz.  Bakiyoruz,  ikimizin  de  yüzünde daha fazla isik var. Ikimizin  de  yüzünde  daha  fazla  tebessüm  var.  Umariz ki  dünya  da  daha  iyiye  gidiyordur  ama  yine  de insanlar  aci  çekiyor  ve  çok  sey  kaybettiler.  Tüm  korona  durumu  pek  çok  mahrumiyete  sepet  oldu;  özgürlükten,  aliskanliklardan,  paradan,  hayattan, kayipla  nasil basa  çikilir?

Cevab :  Bismillahirrahmanirrahim,  Allah’in  adiyla  baslayayim.  Bir  manada  bu  soruyu  bana  daha  önce sormustunuz  ama  daha  fazla  detaylandirmama  ve açiklamama  izin  verin.  Çok  genis  bir  soru.  Üzerine saatlerce  konusulabilir.  Evvela,  kazançsiz  insan hayati  yoktur  ve  kayipsiz  insan  hayati  yoktur.  Eger insan  hayatinda  hiç  kazanç  olmasaydi  bir  bebek olarak  hiç  kilo  almaz  ve  asla  büyümezdik.  Sadece fiziksel  bir  kazançtan  baslayin  ve  pek  çok  baska  sey de  var.  Ve  eger  hiç  kayip  olmasaydi  sadece  bu  dünya  için  yaratilmadigimizi  gerçekten  fark  edemezdik.  Çünkü  bizler bu  dünyada yolcuyuz. Bir  insana  yolculukta  oldugunu  hatirlatan  sey tam  da  etrafindaki  manzaranin,  kosullarin  geçisidir.  Ve  bazi  seyler  güzeldir,  bazilari  çirkindir. Camdan  disariya  bakarsin,  ister  trene  ister  otobüse veya  arabaya  biniyor  olsunlar  veya  yürüyor  ya  da kosuyor  olsunlar,  her  nerede  olursa  olsunlar  kayip, insan  hayatinin  ayrilmaz  bir  parçasidir.  Manevi olarak  bakarsaniz,  bu  dünyada  bize  ait  oldugunu inandigimiz  seylerin  aslinda  bize  ait  olmadigini  evvela  kavramamizi  saglayan  Tanri’nin  bir  armaganidir.  (O  seyler)  bize  ödünç  verilmislerdir.  Hayatimizdan  baslayarak.  Kendimizi  yaratmadik.  Gözlerimi görebildigin  gerçegi,  (görmek)  senin  icat  ettigin  bir güç  degil.  Sen  ve  ben  gibi  Tanri’ya  inanan  insanlar için bu  Allah  vergisidir. Diger  felsefe  biçimlerine  inananlara  simdi  girmeyecegiz.  Ama  her  neyse  (Yaradan)  bir  kisi  degil. Herkes  kisinin  sahip  oldugu  seylerin  yaraticisi  olmadigi  konusunda  hemfikirdir  ve  kayip  bize  bunu hatirlatmanin  bir  yolu.  Böylece  kayip  ayni  zamanda  bir  özgürlük  sekli  de  olabilir.  Genelde  manevi konularda  kendi  tecrübelerim  hakkinda  konusmayi  pek  sevmem  ama  bunun  (anlatacagimin)  sizin ve  bu  programi  izleyeceklerin  ilgisini  çekecegini düsünüyorum. 1978’de Iran’da  yasadim.  Ülkede  en yüksek  mevkili  islerden  birindeydim,  çok  varlikliydim  ve  taninmis  bir  ailedendim,  her  seye  sahiptim.  6  Ocak’ta  Londra’ya  gelmek  için  uçaga  bindim, oradan  da  Fars  sanatiyla  alakali  bir  serginin  açilis törenine  Japonya’ya  gidecektim,  Japonya’nin  basbakani  Fukuda  tarafindan  sergi  iptal  edildiginden gidemedim, simdi buna girmeyelim.  Havalimanina geldigimde,  Tahran  havalimani,  bütün  generaller, devrim  vuku  buldugunda  idam  edilen  General Nevruzi  de  dâhil,  selam  durdular,  çünkü  ben  ülkenin  basinda  çok  yüksek  rütbeli  birisiydim  ve  arabam  direkt  uçaga  dogru  gitti.  Kraliyet  köskünden geçtik.  Kimse  pasaportuma  dahi  bakmadi,  kraliyettenmisim gibi  davrandilar. Uçaga biniyorum, Heathrow havalimaninda iniyorum, ben bir  hiçim. Alti saatte, alti saat içinde her sey  kayboldu.  Evimi,  malimi,  kütüphanemi  vs.  kaybedecegimi bilmiyordum. Ama sahip oldugum tüm güç, para  kaynagi, tüm bunlar birkaç saat içerisinde yok  oldu.  Geldim,  otelimiz  Londra  merkez  parki olan  Londra  Hyde  Parkina  yakindi.  Londra’nin  en kalabalik  caddelerinden  biri  olan  Oxford  Caddesinde  yürümek  için  indim.  Etrafima  baktim  ve  kimsenin  beni  tanimadigina  sasirdim.  Tahran’da  “Selam, Selamün  aleyküm,  nasilsiniz,  sunu  ister  misiniz, bunu  ister  misiniz?”  diyen  biri  olmadan  sokakta yürüyemezdim.  Ve simdi özgürdüm. Bir anda anladim,  hiçbir  zaman  yasamayacaginizi  umdugum  ve kimsenin  hiçbir  zaman  yasamamasini  umdugum bu  muazzam  kayip,  muazzam  hayatim,  yazilarim, kütüphanem,  aile  mirasim,  her  sey  bir  günde  yok oldu.  Ama  bu  kayip  ayni  zamanda  öylesine  bir  özgürlük  verdi  ki.  Yani  hayattaki  kayiplar  tarafimizdan  sadece  olumsuz  aci  yönüyle  görülmemelidir. Tabii  ki  aci  ama  ayni  zamanda,  dogru  dersi  çikarirsan  bir  manada  özgürlük  getirecektir.  Böyle  olumlu bir yani  da vardir. Kaybetmemiz  gereken  tek  sey,  inanciniz  varsa,  Tanri’dir.  Elinizdeki  ipi  korursaniz,  iman  ipini, Kur’ân’da  Hablü’l-metîn  denen  saglam  kabloyu -kablo  kelimesi  Ingilizceye  Arapçadaki  habl’dan geçmis,  ikisi  de  ayni  kelime-.  Bu  kabloya  sikica  tutunun,  Tanri  ile  olan  iliskinizin  saglam  kablosuna tutundugumuz  sürece  tüm  kayiplarin  bir  kazanç olarak  da  görülebilecegini  düsünüyorum.  Içe  dönük  bir  tür  olarak.  Hayattaki  kayiplarin  çogu,  bizi geçicilige,  dünyevilige,  bencillige  baglayan  zincirlerin  kayiplaridir.  Ve  trajediler  yasandiginda  en azindan  bazi  insanlarin  daha  az  bencil  olmasini  ve daha  digerkâm  olmalarini  umarim.  Asagi  tutkularimizin,  dünyevi  ruhumuzun  ölümsüz  varligimiz ve  ruhumuz  üzerindeki  hâkimiyetine  son verelim.

Trajediler  Tamamen  Olumsuz  Olarak  Alinmamali

Soru:Evet,  anliyorum.  Sizi  dinlerken  kendime  soruyorum,  söylediginizi  yapabilmek  için  ileri  düzey bir  filozof,  tasavvuf  üstadi  mi  olmak  lazim  yoksa siradan  alelade  insanlar,  bilhassa  maneviyat  kazanmaya çalismamislarsa,  bunu yapabilirler mi?

Cevab :Bir  spektrum  söz  konusu.  Sadece  iki  tane  sinif yok,  ileri  düzey  tasavvuf  üstadi  ve  siradan  insan seklinde.  Hepimiz  bir  manada  bir  yolda  bir  kervanda  ilerliyoruz ya  da  bir  merdivenin basamaklarinda cennete  yükseliyoruz.  Her  kisi  belirli  bir  basamakta,  bazilari  daha  yukarida,  bazilari  daha  asagida. Bu  tür  olaylar  yüksek  manevi  karaktere  sahip  olmayan  insanlari  bile  manevi  bir  hayata  sokabilir. Size  somut  bir  örnek  vereyim.  Islâm  dünyasinin  ya da  belki  de  bildigimiz  ve  hayatta  kalan  herhangi  bir medeniyetin  basina  gelen  en  büyük  trajedi,  Mogollarin Islâm dünyasini  isgalidir. Büyük  Ingiliz  Islâm  tarihçisi  Sir  Hamilton  Gibb Mogollar  Avrupa’yi  isgal  etseydi,  Avrupa  medeniyetinin  bitecegini  her  zaman  söylerdi.  Ama  Islâm medeniyeti  ayakta  kaldi. Yikim  inanilmazdi.  Kendi ülkem  Iran  (için),  demograflar  nüfusunun  yarisini kaybettigini  söylüyorlar.  O  zamanin  büyük  Iran’inda  yaklasik  otuz  ila  otuz  yedi  milyon  insan  öldü. Ama beraberinde  ne getirdi? Yikim  evet,  ölüm  evet, tüm  bunlara  evet.  Ama  beraberinde  ne  getirdi? Evvela  tasavvufta  dikkate  deger  bir  canlanmaya sebep  oldu.  Her  yerde  büyük  tasavvuf  üstatlari  ortaya çikti. Siradan  maddi  basari  zamanlarinda  dünyanin kendine çekecegi pek çok insan simdi manevi hayata  yöneldi.  Ve hakikaten tasavvuf  edebiyatinin altin çagina  ulastik.  Orta  Asya’da  Necmeddin  Kübra’dan Siraz’da  Hafiz’a  kadar  birbiri  pesi  sira  büyük  üstatlar  (geldi). Ya  sairler  veya  tasavvuf  ögretmenleri veya  üstatlari.  Ve  Büyük  Timur  zamaninda  Islâm sanati  dahi  canlaniyor.  Sanat,  Mogol  istilasindan sonra  geliyor.  Bu  tarihî  örnegi  size,  etkilerini  görmemiz için  yeterince  yakin  oldugu  için  veriyorum. Attila  aynisini  Avrupa’da  da  yapmis  olabilir  fakat  o kadar  uzak  ki Attila’nin  saldirisindan  sonra  Avrupa medeniyetine  ne  olduguna  dair  tarihî  bir  bilincimiz  yok.  Ama  Islâmî  olan  daha  sonradir  ve  herkes bunu  (Islâmî  olani)  biliyor.  Bu  ayni  zamanda  insan ruhu  için  sahsi  olarak  da  gerçeklesebilir  ve  seyler kayboldugunda,  tüm  yumurtalarimizi  bir  sepete koydugumuzda  ve  o  sepet  (elimizden)  alindiginda bizde  bir  seylerin  ters  gittigini  anlariz.  Evet,  aci  verici  ama  ayni  zamanda  unutmus  olabilecegimiz  diger  tarafimiza  dönmemize  de  yardimci  oluyor.  Her sabah  kalkip  Wall  Street’e  gidip  yilda  alti  milyon dolar  kazanmak  ve  aksam  geri  gelmek  için  feda ettigimiz  en  kiymetli  tarafimiza.  Sadece  bir  örnek, her  biri  kendine  ama  ne  demek  istedigimi  anliyorsunuz. Bu  yüzden  tamamen  olumsuz  olarak  alinmamali.  Size  bu  çok  ünlü  Islâmî  vecizeyi  söyleyeyim “Hayir  vuku  bulandadir.”  Kabalistik  literatürde buna  benzer  bir  sey  var.  Okumustum,  kabalistik yazimi  seviyorum.  Yani  sokakta  yürüyordum  ve kafama  bir  tugla  düsüp  kafatasimi  çatlatti,  ah  ne güzel  denilemez,  bunu  kastetmiyorum.  Hayatta vuku  bulan  her  seyden  ders  alabiliriz.  Her  seyde bir  hayir  vardir,  çikarilacak  bir  ders  vardir.  Ve  simdi  makro  ölçekte  tüm  dünyayi  etkisi  altina  alan  bir epidemi  veya  pandemi  var.  Unuttugumuz  pek  çok hakikati  -dünyanin  geçici  dogasi,  biz  kimiz,  hayatin manasi  nedir,  gelip  geçici  olanin  pesinde  kosan  her sey-  bize  hatirlatan  güçlü  bir  uyari,  bize  çok  derin dersler verebilir. Insallah,  Arapçada  dendigi  gibi,  Allah  izin  verirse  sadece  teolojik  anlamda  bir  maneviyatin  degil  ama  daha  manevi  bir  hayat  yasama  manasinda bir  dirilis  olacagindan  hiç  süphem  yok.  Mütemadiyen  hizli  hareket  etmemize  sebep  olan  aceleciligi biraz  yavaslatarak,  aslinda  daireler  çizerken  çok sey  basardigimiz  düsünmeyi  birakarak  (daha  manevi  bir  hayat  yasayabiliriz).  Ben  bunun  olacagini umuyorum  ve  bunun  olmasi  için  dua  ediyorum. Ve  tabii  ki  hastaliga  yakalanmis  insanlar  için  de her  gün  dua  ediyorum,  Allah  onlara  sabir,  ömür  ve acilara  dayanma  gücü  versin  ama  ayni  zamanda  bu olumsuz  nedenin  bir  manada  olumlu  bir  etkisi  olsun diye  de  dua ediyorum. Ayrica çok mühim olan baska bir nokta daha var. Tüm  hayatim  boyunca,  gençligimde  hem  fizik  hem felsefe  egitimi  aldigimdan  zamandan  beri  modern bilim  hakkinda  bildigim  bir  sey  var.  Oldugu  seyden dolayi  degil  ama  öyle  olmadigi  hâlde  oldugunu  iddia  ettigi  seyden  -totaliter  bir  dünya  bilimi  ve  kabul edilebilir  tek  bilim  (iddiasinda  oldugundan)-  dolayi modern  bilimin  önemli  bir  elestirmeni  oldum.  Modern  bilim  dünyadaki  diger  bilimlerin  gayrimesru oldugunu  iddia  ediyor.  Modern  dünyada  kabalayla ilgili  kitaplar  yayinlayabilirsin  ama  modern  dünya gerçekligin  kabalistik  kavrayisini  bilginin,  kati  bilginin  bir  parçasi  olarak  kabul  etmez.  Evet,  ilginç. 17.  yüzyilda  bilimsel  devrimle  baslayan  materyalist ve  mekanik  dünya  görüsünün  hâkim  oldugu  bir dünyaya  sahipler.  19.  yüzyildaki  tüm  dönüsümler, elektromanyetizma,  izafiyet,  kuantum  mekanigi  ve takip  eden  digerleri.  Bir  tevazu  dersi  alsak  çok  iyi olur.  Bu  her  seye  kadir  bilim  böylesine  muazzam bir  olayi  öngöremedi  ve  simdi  birkaç  böcek,  bir inçin  milyonda  biri  büyüklükte,  ulu  bilimin  ve  teknolojinin  tüm  gücünü altüst  ediyor.  Bu ögrenmeniz gereken çok önemli  bir ders.

Dünyanin  Büyük  Dinleri

Soru : Kabalaya  isaret  etmeniz  ilginç  oldu,  sizi  dinlerken  ve  paylastiginiz  bazi  bakis  açilarini  dinlerken  su  ana  kadar  yaptigim  söylesiler  arasindan Bresloy’lu  Reb  Nachman’in  ögretilerinden  yararlanan  ve kabalistler  sehri  olan  Safed’de  oturan  Hasidik  hahamla  yaptigim  söylesi  sizinkine  çok  yakin ve  sizin  bahsettiginiz  alintilarin  çogundan  o  da bahsetmisti,  “Tanri’dan  Tanri’ya  kaçmak”  (gibi). Daha  önce  bana  dünyanin  tüm  geçiciligini,  ögrenme firsatlarini  hatirlatan  bir  sey  söylediniz.  Insanlar  dinin  boyutlarina,  maneviyatin  boyutlarina girdikçe  dinler  arasinda  çok  büyük  ortakliklar kesfetmemiz  beni  gerçekten  çok  etkiliyor.  Neredeyse sizin  sözlerinizi  alip  onun  (Hasidik  Haham’in)  agzina  veya  tam  tersi  (sizin  sözlerinizi  onun  agzina) koyabiliriz.  Bunu çok  büyüleyici buluyorum.

Cevab :   Kesinlikle,  kesinlikle,  (bu)  imge  “Ayni  Zirveye Giden  Yollar”  adli  bir  makale  yazan  büyük  bilgin Ananda  Coomaraswamy  tarafindan  benden  önce kullanilmistir.  Dünyanin  büyük  dinleri  dagin  zirvesine  (giden)  farkli  yollardir.  Ilk  önce  vadinin farkli  noktalarindan  baslarsiniz  ve  farkli  kirlari farkli  agaçlari,  farkli  tepeleri  görürsünüz.  Tüm  dinlerin  farkli  oldugunu  düsünürsünüz.  Daha  yukari çiktikça  ve  dininizin  yardimiyla  daha  fazla  içinize döndükçe,  dininizin  iç  boyutu  digeriyle  (diger  dinlerle)  daha  da  yakinlastikça  en  nihayetinde  sadece tek bir tane  Bir oldugunu  fark edersiniz.

Soru : Peki,  bu  aslinda  beni  son  soruma  yönlendiriyor. Yani  burada farkli  dinler  var  ve  vadinin  farkli  noktalari  var  ama  bir  araya  geliyorlar.  Böylece,  dag zirvesinde bulusmalariyla ruhen birbirine baglilar. Bugün gördügümüz dünyanin kendisi de jeopolitik olarak  baktigimizda  ve  bu  hastaligin  yayilisina baktigimizda  birbirine  bagli,  tepkiler  de  öyle.  Her seyin  birbirine  nasil  bagli  oldugu  nu  anlamanin arka  plani,  (bu  konudaki)  ruhani  teoriniz  nedir  ve koronavirüs bu durumda  nasil vuku buluyor?

Cevab :Öncelikle,  ben  sahsi  olarak  kendim  hakkinda konusuyorum,  baskalari  hakkinda  degil,  baskalari  bu  hakikate  farkli  sekillerde  varmis  olabilirler. Ama  ben  bu  hakikate,  daimi/kadim  felsefe  denilen philospohia  perennis  hakkinda  farkindalik  kazanarak  ya  da  onunla  tanisarak  vardim.  Ve  yazarlari Coomaraswamy,  Guénon,  Schuon,  Burckhardt  olan onun  (daimi  felsefenin)  modern  dünyadaki  yorumculari  ve  savunuculari  (hakkinda  farkindalik  kazanarak  ya  da  onlarla  tanisarak  vardim).  1930’larda, 40’larda,  50’lerde  Avrupa’da  böyle  insanlar  esasinda  dinlerin  bu  içsel  birligini  göstermeye  çalismak için  yaziyorlardi.  Bu  literatürle  karsilasir  karsilasmaz  hemen  ilgimi  çekti.  Ve  anladim  ki  sadece Islâm’in  dogru  olduguna  inanirsam  ayni  zamanda Tanri’nin  rahman  ve  rahim  olduguna  nasil  inanabilirim?  Nasil  olur  da  Tanri dört bin yil boyunca Dogu Asya’daki  milyarlarca  Çinliye  karsi  merhamet  sahibi  olmazdi? Yedinci  yüzyildan  sonra  Islâm’i  taniyan birkaç  kisiyi  bir  kenara  koyun,  geri  kalani  Islâm’i bilmiyordu,  Islâm’in  vahyine  sahip  degillerdi.  Tüm bu yerli Amerikalilar  ve  Kuzey Amerikalilar,  Güney Amerikalilar,  Afrika’daki  insanlar  vesaire,  hatta Avrupa’da bile Islâm’i  hiç duymamis insanlar. Tanri nasil  adil  olabilir?  Tanri’nin  hem  adaletini  hem  de merhametini mi inkâr edecegiz? Yani  dislayicilik  ki dogal  bir  seydir,  insani,  dogal  bir  seydir  ve  bu  yüzden Tanri  (dislayiciliga)  müsaade  eder. Mesela  siz  esinize,  çocuklariniza,  ailenize  karsi bir  sorumluluk  duygusuna  sahipsiniz  ve  onlari  seviyorsunuz  ama  tabii  ki  de  oturdugunuz  sokaktaki  çocuklari  sevdiginiz  gibi  degil.  Ama  dinde,  tüm bunlarin  insan  dogasinin  bir  parçasi  oldugunu  anlamaliyiz.  Ancak  insanoglu,  kendi  çocugunu  nasil seviyorsa,  yanindaki  babanin  da  çocugunu (ayni senin  gibi)  sevdigini  ve  dolayisiyla  bu  sevginin  sana özgü  olmadigini,  evrensel  oldugunu  da  anlamalidir.  Simdi,  nihayetinde  tek  bir  hakikat  oldugunu söyleyen  bu  kaide  tek  bir  gerçeklik  kaynagindan gelmektedir. Farkli  topluluklarda  o  toplumlarin  yapisina göre  Tanri’nin  hikmetiyle  farkli  sekillerde  zuhur ediyor.  Lao  Tzu,  Çin’e  geldiginde  Çince  konusuyor Arapça  degil.  Daniel  Israil’e  geldiginde  Ibranice konusuyor  vesaire.  Peygamber  Arapça  konusuyor ancak  farkli  insan  dilleri  konussalar  da  bunun nedeni  Tanri’nin  bu  çesitliligi  istemesinden  kaynaklaniyor.  Kur’ân’da  “Sizi  farkli  farkli  yarattik ki  böylece  sizi  birbirinize  iyilikte  baglayalim.” diyor.  Tanri’nin  yaratici  gücü  o  kadar  kuvvetli  ki, gerçeklik  o  kadar  büyük  ki  tek  bir  irk,  tek  bir  halk, tek  bir  dil  ile  tüketilemez.  Dolayisiyla  bu  çesitliligin  kendisi  olumlu  bir  seydir.  Daimi  felsefenin  bu konuda  söyleyecek  çok  sözü  vardir.  Bunu  kesfettigimde  olaganüstü  bir  huzur  duydum.  O  andan itibaren  elli,  altmis  yil  geçti.  Tanri  bilir  bu  konuda yüzlerce  makale  ve  kitap  yazdim.  Hindistan’da, Çin’de,  Islâmî  dünyada  ve  Bati’da,  neredeyse  her yerde,  Güney Amerika’da, Afrika’da dersler  verdim. Avustralya’da  yine  bu  konuda  Charles  Strong  dersi verdim,  1950’de,  1956’da,  yilini  unuttum. Yaslaniyorum,  Ibn  Sina’nin  ölüm  tarihini  unutmuyorum ama kendi  hayatimdan tarihleri  unutuyorum.

Diller  Farkli  Ama  Mana  Ayni

Soru.:Bence insanlar ne kadar yasli oldugunuz bilmeliler.

Cevab :Dogru  (diyorsunuz).  Ama  her  neyse  bu  gerçeklikle  karsilastigimda  anladim  ki  ister  Çince  konusan  Lao  Tzu  olsun,  ister  Ibranice  (konusan)  Musa, ister  Aramice  (konusan)  Isa  ister  Arapça  (konusan) Islâm’in  peygamberi  veya  bu  minvalde  kendi  yerli dillerini  konusan  Kuzey  Amerika  Kizilderili  ovalarinin  büyük  peygamberleri  olsun  vesaire.  Sizin dininiz  ve  benim  dinim  Sami  dillerinden,  dünya çapinda  Ibrahimi  dillerdendir.  Diller  farkli  ama mana  ayni.  Tüm  hayatim  boyunca  bununla  (bunu bilerek)  yasadim.  Siradan  insanlar  siradan  zamanlarda  bu  hakikatle  ugrasmak  zorunda  degillerdi. Zihnimiz  ve  ruhumuz  buna uygun degildi. Her  zaman  istisnalar  vardi.  Mesela  Islâm,  Musevilik  ve  Hristiyanlik  Ispanya’da  bulustugunda (ortaya  istisnai  bir  durum  çikmisti).  Farkli  küçük topluluk  gruplarinin  birbirine  ögreten,  birbirinden ögrenen,  ayni  okula  giden,  entelektüel  sohbetleri paylasan,  Ibn  Meymun  ve  Ibn  Rüsd’ün  ayni  sehirde  Kurtuba’da  neredeyse  komsu  olduklari  yakin bir  ortak  yasam  (vardi).  Ispanya’da  Azahara  ortaya çikiyor,  Kabala  çiçek  açiyor  (anlasilamayan  bir  kisim),  tasavvuf  da  vardi,  Musevi  tasavvufu  da  vardi. Ibn  Meymun’un  torununa  Musevi  mutasavvif  deniyordu. Tüm bu olaganüstü olaylar meydana geldi. Veya Hindistan’da  Islâm’in  Hinduizm’le  bulustugu  bir yer  ama  bu  bir  istisnaydi.  Simdi  ise  biz  istisnai  zamanlarda  yasiyoruz  ve  bir  istisna  digerini  hak  ediyor.  Sen  ve  ben.  Sen  bir Yahudi’sin,  ben  bir  Müslümanim. Simdi beraber konusuyoruz. Tüm savaslara, Arap-Israil  savaslarina,  var  olan  tüm  trajedilere  ve acilara  ragmen.  Yine  de  sen  ve  ben  birbirimizin gözlerine  bakip  konustugumuzda  ayni  evrene  ait oldugumuz  biliyoruz.  Ben  ayni  evrene  ait  oldugumuzu hissediyorum.  Ve  simdi  daimi  felsefeyi,  tabii ki  herkesin  entelektüel  binasinda  çok  yüksek  bir mevkie  sahip  degil  ama  daha  pratik  manada,  din hakkinda  konusan  din  adamlari  olarak  dinin  küresel  gerçekligine  kulak  vermenin  (zamani  geldi). Evet,  haham  olarak  birkaç  Yahudi’ye  vaaz  verdiginizde  veya  bazi  Müslüman  vaizler  uzak  bir  yerdeki bir  camide  birkaç  Müslümana  hiç  kimseyle  tanismadan  vaaz  verdiginde,  kisi  Musevilik  veya  Islâm için  endise  duyabilir.  Ama  modernlesme  büyüdükçe,  diger  tarafi  da,  farkindalik,  kültür  de  büyüyor. Islâmî  dünyada,  Kahire’de  siradan  bir  kisi,  Hüseyin  Camii’ne  gitseniz  siradan  bir  Misirliyla  Lao Tzu  hatta  Zerdüst’ten  bahsetseniz  tabii  ki  kim  olduklarini  bilmez.  Elbette  Ibrahimi  sahislari  tanir, Ibrahim,  Musa  vb.  Ama  Ibrahimi  dünyanin  disinda  hiçbir  dini  bilgisi  yoktur.  Ama  Nil’i  geçip  gelir ve  Kahire  Üniversitesi’nde  veya  Amerikan  Kahire Üniversitesi’nde  veya  bu  üniversitelerden  birinde ders verirseniz  o zaman ögrencilerin  sadece Müslümanlar  hakkinda  bilgiye  sahip  olmadiklarini  ama sevseler de  sevmeseler de  diger dinler hakkinda da bir  seyler  ögrenmeye  basladiklarini  (görürsünüz). Ve  modernizm  ne  kadar  çok  yayilirsa  bu  o  kadar dogrudur.  Ben  burada  Iran  Devrimi’nden  Bati’ya sürgüne  geldigimden  beri,  otuz  yili  askin  süredir akademisyenlik  yapiyorum.  Din  üzerine  dersler alan  ögrenciler  ya  fundamentalist  güneyli  ailelerden  ya  asiri  münhasir  Protestanliktan  geliyorlar. Diger  dinlerden  dehsete  düsüyorlar,  hatta  Hristiyanligin  içindeki  (farkliliklardan)  bile,  Musevilik, Islâm  veya  Katolikligi  vesaireyi  geçtim.  Ve  dersi birakiyorlar  falan.  Ya  da  açiliyorlar  ve  artik  iyi  bir Hristiyan  olmak  için  diger  dinleri  de  ögrenmek  gerektigini  anliyorlar. Ben  inaniyorum  ki  bizim  gibi  insanlarin  görevi,  sizin  ve  benim  gibi  Tanri’nin  etkilesime  geçme firsati  verdiklerinin.  Benimle  bir  etkilesim  içerisindesiniz.  Beni  nasil  seçtiniz?  Ben  konusulacak  bir Müslüman  miydim?  Siz  seçtiniz.  Siz  bu  tür  etkilesimlerde  bulundunuz.  Tanri’nin  lütfunu  düsünün. Kur’an’da  Allah’in  lütfunun  her  seyi  kusattigini söylüyor.  Bunu anlamak için, gerçekten kalbimizde en  degerli  olana  hizmet  edebilmek  için  ötekine  de saygi  göstermeliyiz.  Ve  iste  çok  yogun  felsefi  meselelerle  ilgilenen  soyut  gibi  gözüken  bu  daimi  felsefenin  ayni  zamanda  çok  önemli  bir  pratik  tarafi da  var.  Bir  örnek  vererek  bitireyim, Yugoslavya’nin dagilmasindan  sonra  Bosna  ülkesi  kuruldu.  Tabii ki  Sirbistan  da  var,  Hirvatistan  var.  Biri,  Sirplar,  Ortodoks  digeri  Katolik.  Binlerce  kisinin  öldügü  korkunç  bir  savas  yasadilar,  Ikinci  Dünya  Savasi’ndan  itibaren  Avrupa’da  yasanan  en  kötü  savas.  Ve  Müslümanlarin  ekseriyeti  Bosna’da  ama  ayni  zamanda Ortodoks olan  Sirplar  da  var.  Keza  Katolikler  de  var ve  hâlâ  yasamini  sürdüren  küçük  bir  Yahudi  toplulugu  da  var.  Bazilarini  taniyorum,  çok  iyi  insanlar.  Entelektüelleriyle,  farkli  mezheplerden  ruhani liderleriyle  temas  hâlindeyim.  Avrupa’nin  bu  yerinde  insanlar  beraber  baris  içinde  yasamalarinin tek  yolunun  daimi  felsefeyi  millî  felsefeleri  olarak benimsemeleri  oldugunu  söylüyorlar.  Sadece  Müslümanlar  (olsun)  diyecek  olsaniz  o  zaman  diger büyük  azinlik  gruplarini  ne  yapacagiz?  Sadece Hristiyanlar  (olsun),  Müslümanlar  bes  yüzyil  önce geldiler,  hadi  savasip  onlari  kovalim  deseniz  savasa yol  açar.  Birlikte  yasamaya istekli  olmaliyiz. Aslinda  bu yasimda sizin  bu nazik davetinizi kabul  etmemin, böyle davetleri kabul etmemin sebebi bu  meselenin  çok  önemli  oldugunu  hissetmemden  kaynaklaniyor.  Teorik  degil.  Çok,  çok  mühim bir  mesele.  Ve  Tanri’dan  dilerim  ki  karsilastigimiz bu  büyük  trajedi,  bu  koronavirüs  salgini  bizi  bir çayira  ayni  teknede  oldugumuzu,  beraber  oldugumuzu  anladigimiz,  yemyesil  çayirlara  götürür.  En azindan  biraz  daha  büyük  bir  uyum  getirmesi  için. Nedensiz  ve  gerçekçi  olmayan  bir  iyimser  degilim. Ama  hepimize,  kendi  aramizda  biraz  daha  büyük bir  uyum  saglamak  için.  Ikinci  olarak,  insanin  her seye gücünün yettigini düsünenler için diger  insanlara  ve  Tanri’nin  tüm  yarattiklarina  karsi  bir  kibir ve  alçakgönüllülük  getirmek.  Üçüncüsü,  modern bilim  ve  teknolojiyi,  diger  her  seyi  dislayan  ve  böylesine  büyük  bir  olayi  ön  göremeyen,  dogayi  tanimanin  totaliter  egemen  yolu  olarak  degil  bir  bilim ve  bir teknoloji  biçimi  olarak yerlerine  koymak. Önceden  de  söyledigim  gibi,  MIT’de  ögrenciyken  fizik  hocalarimiz  hep  fizigin  öngörebilmesi gerektigini  söylerlerdi.  Fizik  öngöremezse,  o  fizik degildir.  Böylesine  büyük  bir  seyi  tahmin  edememeleri  bilmenin  baska  yollarina  da  saygi  duymamiz  gerektigi  anlamanin  geliyor.  13.  yüzyilda Haham  Ezra’nin  söyledigi  seyin  hâlâ  kiymeti  var. Kuzeyde  ve  güneyde  ne  kadar  galaksi  oldugunu bilmedigimiz  (zamanlardaki)  bilimsel  devrim  nedeniyle  bugün  demode  olmus  degil.  Bu  nedenle, insallah  Arapçada  söyledigimiz  gibi,  Allah’in  izniyle  bu  zorlu  tecrübenin  bizi  daha  derin,  anlamli  ve köklü bir  hayata  götürmesini umuyorum. Kur’an’in bir  ayetiyle  bitireyim,  “Her  zorlukla  beraber  bir  kolaylik vardir.”

Soru :Söyledikleriniz  üzerine  iki  yorum  daha  eklemek  isterim.  Ilk  olarak,  eminim  taniyorsunuzdur, Bosnali Büyük  Müftü Mustafa  Ceric.

Cevab :Evet,  kendisi  iyi  bir arkadasim olur.

Zihnin  Sekülerlesmesi  ve  Sarsilma

Soru :Pekâlâ,  o  da  bu  projenin  bir  parçasi.  Serinin baska  bir  söylesisinde  onun  olaylara  bakis  açisini duyuyoruz  ve  kendisinin  de  daimi  felsefeden  etkilendigi  bilmek  ilginç.  Aklima  gelen  ikinci  nokta ve  bunun  hüsnü  zan  olup  olmadigini  bilmiyorum veya  belki  de  Tanri’nin  bir  tasavvuru  olabilir. Iran’da  Mogol  istilasindan  sonra  tasavvuf  gelisti koronanin  dünyayi  istilasindan  sonra  da  dinler arasi ve  derin  insanlar arasi anlayis gelisecek.

Cevab : Bundan  neredeyse  eminim,  bir  raddeye  kadar. Mogol  istilasiyla  karsilastirildiginda  farkliliklar  oldugundan  tabii  ki  engeller  var.  Aniden  dünyasinin sarsilmasiyla  karsi  karsiya  kalan  Farsi  zihninin  bu kadar  uzun  sekülerlesmesi  olmamisti.  Bugünse, modern  dünya  bilhassa  Bati’da  zihnin  sekülerlesmesi,  her  seyin  seküler  yollarla  çözülebilecegi  gibi bir  aliskanlik  daha  derinlere  kök  salmis  durumda. Ama  o  kökler  bile  o  kadar  derinde  degil  ve  biz  sarsildik.  Umalim ki  daha güzel  günler olsun. Neden bu yönde  bir dua  ile  bitirmiyorsunuz? Peki. 

Bismillahirrahmanirrahim.  Ey  Rabbim bize  bu  dünyada  ve  ahirette  iyilik  ver.  Tarihin  bu zorlu  döneminde  yasamin  hakikatini,  neden  burada  oldugumuz,  neden  buraya  geldigimiz  ve  nereye gittigimizi  hatirlamamiz  için  bize  kuvvet  ver.  Bu nedenle  birbirimizi  daha  çok  sevmek,  birbirimize daha  çok  saygi  göstermek  ve  bu  özeni  sadece  diger insanlara  degil,  doga  dünyasina,  tüm  hayvanlara ve  bitkilere,  yine  senin  yarattigin  tüm  daglara  ve denizlere  yaymak  (için  kuvvet  ver).  En  çok  da,  dinî sinirlarin  ötesindeki  digerlerini  düsman  olarak  degil,  dost  olarak  görebilmek  için,  kalbimizi  açman için  dua  ediyorum.  Bizden  olmasalar  da  onlar  senin  (yarattiklarindan)  dolayisiyla  bizim  kardeslerimizdirler.  Bu  olmaksizin,  çesitli  bölgelerden  ve  kitalardan  çesitli  insanlar  arasinda  temasin  bu  kadar yakinlastigi  bir  dünyada  hayatta  kalamayiz.  Ve  nihayet  dünyanin  gerçek  hükümranin  sen  oldugunu ve  bu  dünyada  meydana  gelen  her  olayin  görünüsünün  ötesinde  bir  anlami  oldugunu  ve  bu  hakikate  yaklasmanin bir yolu  olabilecegini  bize  fark ettir ve  her zaman hatirlamamizi  sagla.  Amin.

Seyyid  Hüseyin  Nasr,  o  havalimaninda  selamlanmanizin  üzerinden  belki  40  yil  geçti,  ben  de  sizi derin  bir  saygi  ve  minnetle  selamliyorum.  Çok  tesekkür ederim.

Sizi  görmek  çok  güzeldi.  YouTube’da  görmeyi dört  gözle  bekliyorum,  kendim  için  degil  programi görmek  isteyecek  arkadaslar  için  ve  umarim  programiniz güzel gider, böyle devam edin. Tanri sizinle olsun.

Çeviren:  Hayrunnisa  Saglam

Alinti Adresi :Umran Dergisi  |   Temmuz-Agustos  2021  | Sayi 323 sh. 72-81

(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)

 

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!