Meal/Çeviri Çabaları ve Anlamanın Askıya Alınması

Osmanlılar her ne kadar Türkçeyi resmi dil olarak benimseseler de ilim dilinde Arapçayı esas aldılar ve bu kararın bir sonucu olarak da Kur’an metnini Türkçeleştirmediler. Bunun etkisi ise Arapça bilmeyen halkın Kur’an’ı anlayamaması ve bu konuda cahil kalmasıdır. Bu sorun ancak Cumhuriyet sonrası giderilebildi ve ilk mealli tefsir olan Hak Dini Kur’an Dili, TBMM’nin aldığı bir kararla Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır tarafından yazıldı
Meal/Çeviri Çabaları ve Anlamanın Askıya Alınması
Ümit AKTAS
Ümit AKTAS
Eklenme Tarihi : 14.06.2025
Okunma Sayısı : 541

Meal/Çeviri Çabaları ve Anlamanın Askıya Alınması

Osmanlılar her ne kadar Türkçeyi resmi dil olarak benimseseler de ilim dilinde Arapçayı esas aldılar ve bu kararın bir sonucu olarak da Kur’an metnini Türkçeleştirmediler. Bunun etkisi ise Arapça bilmeyen halkın Kur’an’ı anlayamaması ve bu konuda cahil kalmasıdır. Bu sorun ancak Cumhuriyet sonrası giderilebildi ve ilk mealli tefsir olan Hak Dini Kur’an Dili, TBMM’nin aldığı bir kararla Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır tarafından yazıldı.

Bundan sonraki süreçte birkaç meal daha yazıldıysa da bu konudaki ikinci çığır Muhammed Esed’in mealinin çevrilmesiyle açıldı. Bunda Esed’in yaklaşım ve yazımındaki özgünlük kadar, çevirinin dil ve üslup açısından ortaya koyduğu niteliğin de önemli bir payı vardı. Bu izlek üzerinden hareket eden sonraki kuşak ise bu çabaları daha da derinleştirerek yeni bir çığır açtı. Sorunun sadece çeviri ve dil sorunuyla sınırlandırılmasını aşan bu yaklaşım, Kur’an’ın Türkçeleştirilmesinin ötesinde, anlam ve zihniyet dünyasında daha doğru nasıl bir karşılık bulabileceği üzerinde bir çabaya girişerek, meseleyi salt bir çeviri meselesi olmaktan öteye taşıdı. Böylece başlangıcın biçimselliği koruma endişesi yerine anlamayı ve anlaşılanı güncel kültür ve zihniyet dünyasında ifade etmeyi sorunsallaştıran bir tutum geliştirilmeye çalışıldı.

Bu ise mevzuyu Kur’an metninin biçimsel olarak Türkçeleştirilmesinin ötesinde cari kültür ve zihniyet dünyasında nasıl ifade edilmesi ve anlaşılması gerektiği gibi bir çeviri anlayışı etrafında sorunsallaştırmak anlamına gelmekteydi. Çünkü mevcut mealler, zaman içerisinde Arap/Fars kültürlerinin sindiği bir anlamın çevirisi anlamına gelmekteydi ve bu da doğal olarak Kur’an’ın özgünlüğüyle araya giren ve aşılması gereken kültürel bir mesafeye yol açmaktaydı. Bu tutum bir bakıma çeviri sürecinin kendi doğallığı içerisindeki kaçınılamaz bir inkişafıydı. Ancak bu inkişaf, cari çevirilerin biçimselliğini kutsayan çevreler kadar bu konuda yetkilendirilmiş olan Diyanet çevrelerince de hoş karşılanmadı. Oysa Diyanet’in kendi çevirisi de aşamalı bir gelişim izlemiş olan çeviriler içerisindeki bir çeviriydi.

Meselenin özü ise Cumhuriyetle birlikte başlayan modernleşme sürecinin oluşturmaya çalıştığı iklimle ilgiliydi. Buna göre Osmanlıyı çöküşe götüren şartların aşılması ve Osmanlı ilmiye sınıfının oluşturduğu eski bilimsel paradigma yerine modern bir paradigma oluşturulması isteniyordu. Dolayısıyla amaçlanan sadece resmî ve edebî dille sınırlı kalmayan, dinî çevrelerin kültürel dilinin de yenilenmesi, Batı kadar Doğudan da yapılan çevirilerle, Türkçeye dayanan bir kültürel ve bilimsel dil ve anlam havzasının oluşturulmasıydı. Ne var ki kendilerini bu iki farklı kültürel alana, Batıya ya da Doğuya ait (angaje) hisseden çeviri çevreleri, Doğu da Batı da Allah’ındır ayetini dikkate almadığından, tarihsel aidiyetlerine bağımlılığı sürdürmeye çalıştıkça, bir kültür düalizmine ve çevirileri dört başı mamur bir Türkçe ifade amacından uzak tutan bir dil ve anlam karmaşasına düşeceklerdir. Zira öncelikle kabullenilmesi gereken bu meselenin temelde bir çeviri meselesi olduğudur; ama sadece dile değil, kültüre ve anlam dünyasına da yapılan bir çeviri meselesi. Dolayısıyla da atılan her adımda, farklı kültürel havzaların çıtasını yakalayan ve karşılayan bir kamusal dilin zarureti daha bir belirginleşmektedir. Bu sorun aşılamadığı sürece kelimenin tam anlamıyla çeviriler yapılamayacak ve verili kültürel aidiyetlerin (Arapça, Farsça, – İngilizce, Fransızca) dilinin sınırları içerisinde kalındığı sürece, kavramlar kadar ifadeler de kaynak dildeki haliyle korunmaya çalışıldığı için, özgün bir anlam ve kültür dili oluşturulamayacaktır.

Bu bağlamda Kur’an çevirilerinin de sadece biçimsel bir tercüme (meallendirilme) düzeyinde tutulması, anlamın çevirisinin ve derinleştirilmesinin imkânsızlaştığı bir biçimsellikle sınırlanacak; süreç içerisinde bu konudaki yavanlığı aşmaya çalışan bazı çevreler, kültürel hegemonyanın inisiyatifine tâbi olan Akademi, Diyanet ve sair kurumsal çerçevelerin dışına çıkarak özgün çevirilere ve hatta anlamlandırmalara gidecek, bu ise cari statükoyu rahatsız edecektir. Dolayısıyla bu sorun sadece Kur’an çevirisi ya da anlaşılmasıyla ilgili ve sınırlı olmayan temel bir kültürel ve dilsel sorundur. Hatta meseleyi Kur’an bağlamında biçimselleştiren bu bakışın, Kur’an’ın çevirisinin değil de mealinin yapılabileceğine dair savı da, temeldeki bu kaygının bir ifadesidir.

Diyanet’in bu konuyla ilgili açıklamasının bir kısmı şöyle:

Unutulmamalıdır ki insanlar tarafından yazılmış olan eserlerin çevirisinde, çevirilen metin mütercimin değil, müellifin eseridir. Sıradan bir eserde dahi, müellifin izni ve onayı olmadan yapılan tahrifat ilmî, ahlâkî ve hukukî sorumluluk doğurmaktadır. Kur’ân-ı Kerim gibi Müslümanların inançlarının esasını oluşturan ilâhî vahyin anlamının tahrif edilerek orijinal dilini anlamayan insanlara sunulması ise hangi açıdan bakılırsa bakılsın kabul edilebilir değildir.

Kur’an’ın anlamının ötesinde dilinin de ilahiliğinden yola çıkan bu bakış, anlamayı ister istemez sadece Arapça kültürel havzasına hasrederek, farklı dillerin bundan yoksunlaştırıldığı bir önyargıyı dinsel olduğu kadar bilimsel bir tutum olarak da vazetmektedir. Evet, Kur’an ilahi bir hitaptır ama muhatabı insandır ve ilk muhatapların diliyle vahyedilmiştir çünkü amaçlanan onun tarafından anlaşılmaktır. Ama bu, başka muhataplar ve dil çevreleri tarafından anlaşılmaması ya da anlaşılmayacağı anlamına da gelmemektedir.

Türkçe anlamlandırma çabalarının kısıtlanmasına karşı ise Arap kültürel havzasında yığınlarca anlama biçimi vardır ve bu açıdan Kur’an, muhatabının anlama ve yorum çabasına açıktır. Kur’an’ı anlamaya dair sorun ise sadece Arap olmayan dil çevrelerinin sorunu olmayıp, günümüz Araplarının da bir sorunudur. Zira onların da dilleri özgün Kur’an Arapçasından uzaklaşmıştır. Kabullenilmesi gereken ise Kur’an’ın (veya herhangi bir metnin) standart ve herkes için geçerli bir anlaşılma biçiminin olmadığı ve olamayacağıdır. Arap kültürel havzasında da metnin farklı anlaşılma biçimleri vardır ve olacaktır. Araplar için hoş görülen bu halin farklı dillere yasaklı kılınması ise anlaşılabilir değildir.

Dilimizde meal olarak tanımlanan çeviriler ise teknik anlamda olduğu kadar anlama açısından da Kur’an’ın günümüz Türkçesi içerisindeki anlaşılma ve ifadesi çabasının birer ürünüdürler. Bir çeviri çabası içerisinde ortaya konulan metinlerin farklılığı ise kaçınılmazdır. Çünkü özgün metin de farklı âlimler tarafından farklı biçimlerde anlaşılmış olup, bir açıdan bu farklı anlama biçimleri de dil içi çeviri demektir. Dolayısıyla her çeviri de metnin çevirmen tarafından anlaşılma halidir; hiçbir zaman metnin doğrudan kendisi değildir. Bu anlamda metni her okuma da, okuyanın izanına bağlı olarak anlaşılması yani bir tür çeviridir.

İster dil içi isterse farklı bir dilde olsun her okuma metnin anlaşılma çabasıdır ki bunu farklı bir dilde okumak, anlamak ve başka bir dile aktarmak da bu anlama çabasının bir halidir. Hasıl olan anlam ise okuyanın metinden ne anladığıdır yoksa metnin tam olarak ne dediği değil. Kaldı ki bir metin, yazarı tarafından meramın o günün şartlarında belli bir topluma anlatımıdır. Bu, belli bir toplum ve kültür içerisindeki bir hitaptır. Hitabın çevresi, zamanı ve şartlarının değişmesiyle metnin anlamı üzerinde yeni bakış açılarının ortaya çıkması da kaçınılmazlaşır. Kaldı ki aynı meram farklı yazarlar tarafından farklı biçimlerde de ifade edilebilecektir. Bu ise bir açıdan anlamaya, diğer açıdan ise ifadeye özgü bir yetkinliğe dayanır. Metnin dinî bir metin olması, yani çeviri metninin kutsallığı işin özünü değiştirmeyecektir.

Sözgelimi tartışma konusu çevirilerden birisi, salat kavramının çevirisi/anlaşılmasıdır ki TDV Ansiklopedisinde buna düz anlamda namaz karşılığı verilmiştir. Oysa biraz dikkatli bir okur bu kavramın geçtiği ayetleri bağlamı içerisinde okuduğunda, buradaki bağlamın çoğu yerde namaz kavramının ötesindeki bir anlamı, yardımlaşma, dayanışma, destek olma, bir tutum oluşturma gibi anlamları ifade ettiğini görebilecektir. Kimi kavramların tarihsel süreç içerisinde anlam kaymasına, daralmasına veya genişlemesine uğradığı göz önünde tutulursa, anlamı bağlamı içerisinde doğrultmanın imkânı varken, tek anlamlılıkta ısrar ederek farklı anlamları inkâra yeltenmektir Kur’an’ın anlamını asıl çarpıtma çabası. Salat’la ilgili olarak TDV’nin ve Yüksek Kurulun reddettiği bu anlam genişlemesi ise müminlerin çabalarını ve ibadetlerini mescitlerle sınırlandırmaya çalışan bir önyargıya karşı yeryüzünün müminlere ibadet alanı olduğu kadar, ilahi amaçlar için bir toplanma, yardımlaşma ve dayanışma çabasının da ibadet olduğuna dair bir anlam(ay)ı dile getir.

Telif, tercüme, çeviri, meal gibi tanımlar ise temeldeki anlama çabasının özünü değiştirmediği halde, bu konuda yapılmaya çalışılan sınırlamalar yoluyla bir tür riyakârlık yaygınlaş(tırıl)maktadır. Zira piyasada suya sabuna dokunmayan ve birbirinin adeta tekrarı olan, beri yandan birçok anlam hatasını içeren, onaydan da geçirilmiş çeviriler, esasında okuyana hiçbir şey vermeksizin kabul görebilmektedir. Oysa asıl onay, sahih anlamı arayan okuyucunun tatminidir ve gözetilmesi gereken de bu okuyucunun anlam arayışıdır. Kültürel yetkinlik arttıkça okuyucunun anlam arayışı da derinleşecek ve doğal olarak yalınkat çevirilerle de yetinmeyecektir.

Ne var ki denetleyici kurulun siyasi kaygılardan ve hatta baskılardan ari olmayan bakışıyla, bazı çabalar aklanıp kutsanırken bazıları yasaklı kılınmaktadır. Oysa endişe edilmesi gereken asıl mesele, çeviride yeni bir tutumun, anlayışın ve anlamanın olmasından ziyade, işin içinde bir kifayetsizliğin ya da kötü niyetin olup olmaması meselesidir. Kötü niyetli veya yetersiz çeviriler ise anlama düzeyini de sığlaştırmakta veya yozlaştırmaktadır. Ama bu kaygıyı aşırı bir sansür tutumu haline getirmek de, muhatabın bir türlü rüştünü ispatlayamadığı bir beşikte tutulma haline yol açan bir tür kamu vesayetçiliğidir. Bunun resmi bir prosedüre bağlanması ise standart mealleri aşmaya çalışan çeviri çabalarının anlamının ve kıymetinin takdir edilmemesidir. O zaman ise ortalık birbirlerinin kötü kopyaları olan sıradan ürünlere, birilerinin çeviri yapmak yerine neredeyse özgün/kaynak dilin korunduğu çalışmaları Türkçe kültürel havzasına çeviri olarak sunduğu tacirlere kalmaktadır. Bu ise ister istemez özgün ve yerli bir anlama kadar düşünme imkânını da ortadan kaldıracak ve okuyucunun çeviri metinlerine ilgisini azaltacaktır.

Bu durumda okura düşen ise sözlükleri önüne yığarak çevirmenin yapması gereken metnin anlaşılırlığını sağlama işini kendisinin üstlenmesidir. Bu da sonuçta farklı bir feraset çabası ve seçimidir ama bu çaba da yanlış anlamalardan ari değildir. Çünkü sözlüklerdeki anlamlardan herhangi birisi tercih edilecek ve anlama biçimlerinden birisine rıza gösterilecek, dolayısıyla da yanlış anlamaların sonu gelmeyecektir. Kaldı ki çevirmen veya okur tarafından yapılan tercih gerçekte yazarın kastı mıdır, bilinmez. Bunun farkına varan ve önüne geçmeye çalışanlar dili, kültürü ve anlamayı özgünleştirmeye çalışınca, bu da çeşitli gailelerle sınırlanmaya ve siyasal stratejilerin kurbanı kılınmaya çalışılacaktır.

Türkler, bin yılı aşan Müslümanlık tarihleri içerisinde oldukça geç kaldıkları Kur’an’ı kendi dillerine kazandırma ve anlama çabalarından geriye doğru itildikçe, bu tutum, daha geniş bir çerçevede ve daha genel bir kısıtlılığın içerisine itilmeleri anlamına gelecektir. Anadolu’daki ilk ikamet etme süreçlerinde, çeşitli tutuculuk biçimlerinin etkisiyle aşamadıkları bu sorun, günümüzde bir ölçüde aşılmış olsa da, anlama çabalarının bu kez de farklı bahanelerle yeniden kısıtlanmaya tâbi tutulması oldukça önemli bir kültürel sorundur. Bunu yapmak yerine Diyanet, Akademi veya sair kamu kurumları, Batılı veya Doğulu havzalara ait eserlerin daha özgün bir biçimde dilimize çevrilmesine dair çabalar içerisine girebilseler veya bu çabaları destekleseler sanırım daha hayırhah bir iş yapmış olurlar.

Zira onca emek harcanarak yapılan çeviriler ısrarla çeviri değil de meal biçimselliğinde mütalaa edildiğinde, çevirmenin çabası da sıradanlaştırılmakta ve çeviriler basmakalıp birörneklikle sınırlanmaktadır. Oysa Kur’an üzerindeki anlama çabaları giderek derinleştirildiği gibi, Türkçenin ifade yeteneği de sürekli artmaktadır. Çeviri faaliyetinin ilerletilmesine dair çabalar, yasaların ve yargının baskısı altında tutuldukça, kaynak metinle okuyucu arasında mesafeler açılmakta ve bu da anlama ve ifade çabalarının kısıtlandığı yerel havzayı bilimsel, kültürel ve düşünsel özgünlükten uzak bir biçimselliğin sığlığına düşürmektedir.   

Yazının orjinali için bakınız:https://farklibakis.net/yazarlar/umit-aktas-yazdi-meal-ceviri-cabalari-ve-anlamanin-askiya-alinmasi/

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YAZARA AİT BÜTÜN YAZILAR
1 Gazze, Rojava ve Zeytin Ağacı2 Türkiye ve İsrail3 Gazze ve Dost Bildiklerin Sessizliği4 NEOFAŞİZM5 Başka Türlü Yapmak6 Yozlaşma ve Çöküş7 Silahları Yakmak8 İsyan Bile Değil9 Küresel Savaş ve Stratejik Akıl10 Meal/Çeviri Çabaları ve Anlamanın Askıya Alınması11 İLK MÜSLÜMANLAR12 İSLAMCILIK ÜZERİNE13 Barış ve Şükran14 Düşündürücü Bir Veda15 Hakikat Nerede16 Savaş Siyasete Dahil(mi)dir17 Demokratik Konfederalizmden Demokratik Siyasete18 Öcalan’ın Çağrısı19 SÖZÜ SAVAŞA BENZER20 GAZZE VE SURİYE: BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK21 Egemen bakışın açmazı22 Ezilenlerin çelişkisi23 Sömürgecilik24 Eleştirel özgürlük ve ahlak25 Gösteri Toplumu26 Göçmenler, köylüler ve madenler27 Trajik bir mesele olarak Filistin ve soytarılar28 Taha Abdurrahman29 Sörfçü ve göçebe30 Dayanışma ve kapitalistleşme31 Doğru soruları soramamak32 Göçmenler, kitleler ve linç kültürü33 Filistin direnişi ve sivil itaatsizlik34 Siyasal ahlak35 Fırtına öncesi sessizlik36 Her Dem Yeni Doğarız37 Nükleer silahlanma ve güç zehirlenmesi38 Adalet ve Hakkaniyete Dair39 Yollar ve tarihsicilik40 İhtişam ve sefalet41 İbrahim ve Odysseus42 Yoksullaşma tepkisi, Gazze öfkesi43 VİCDAN MAHKEMESİ44 Yaşama Sevinci45 Heterotopik bir mücadele alanı olarak başörtüsü46 Adaletin dağıtımı, dağıtımın adaleti47 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (2)48 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (1)49 Dilde yurtlanmak (1)50 Fair Play51 Neden52 Siyasal ihtiras53 FİLİSTİN VE HAC54 Sömürgecilik ve maduniyet55 Osmanlı ve cumhuriyet56 KURU OTLAR VE TAŞRA57 Sınırlarda dolaşmak58 İSRAİL59 Gazze'de dile gelen60 Filistin direnişi ve Hamas61 Yeni sömürgecilik62 Savaş ve barış63 Aykırı bir muhafazakâr: Heidegger64 Gandi ve şiddet dışı direniş65 Politikacı, göçmen ve şair66 Nietzsche, Tolstoy ve iyilik67 Trajedinin felsefesi: Dostoyevski ve Nietzsche68 Dini Anarşizim69 Jean Paul Sartre ve özgürlük70 Madunun dili, öfkesidir71 Göçebe tutum72 İttihatçılık ve demokrasi73 Boyun eğmeyen hayalperest: Franz Kafka74 Yollara çıkma vakti75 Müslümanlar, ahlak ve Avrupa76 Islam ve çagdaslik gerilimi77 Islamciligin sagcilasmasi ve ayrilan yollar78 ORUÇLA GELEN79 Pastorallik Fikri ve Raiyetten Insaniyete Dogru Siyaset80 Sessizlik ve Bagis81 Muvahhidden evrensele: Atasoy Müftüoglu (1)82 Paylasma ve Körlük83 Sedat Yenigün Üzerine84 Bayram85 Sorunsallikta Yasamak86 Cahillik87 Bulgur ve Adalet88 Din, Politika ve Felsefe89 20. Yüzyilin Paradigmasi ve Aliya90 Kamusallasma Sikintisi
YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!