Yoksullaşma tepkisi, Gazze öfkesi

Ak Parti'nin nicedir beklenen zevalinin nedeni yukarıdaki başlıkta özetlenebilir belki ama geriye çevrilemez bir hezimet de söz konusu değil. Ne var ki bu hezimete dair her iki belirti de daha derinlerdeki sorunlara işaret etmekte ki Ak Parti, geldiği noktada bu sorunlarla baş edebilme yeteneğinden oldukça uzaklaşmış durumda.
Yoksullaşma tepkisi, Gazze öfkesi
Ümit AKTAS
Ümit AKTAS
Eklenme Tarihi : 12.04.2024
Okunma Sayısı : 69

Yoksullaşma tepkisi, Gazze öfkesi

Ak Parti'nin nicedir beklenen zevalinin nedeni yukarıdaki başlıkta özetlenebilir belki ama geriye çevrilemez bir hezimet de söz konusu değil.

Ne var ki bu hezimete dair her iki belirti de daha derinlerdeki sorunlara işaret etmekte ki Ak Parti, geldiği noktada bu sorunlarla baş edebilme yeteneğinden oldukça uzaklaşmış durumda.

 

Başlığa girmeyen diğer önemli sorun olan Kürt meselesini MHP desteğiyle dengeleyen Ak Parti'nin elinde ticari açıklar ve yoksullaşmaya karşı geliştirebileceği araçlar neredeyse tükenmiş durumda ve bu da artık olgusal anlamda yolun sonuna işaret etmekte. 

Gerçi özellikle büyük şehirlerde CHP'nin sürdürdüğü Türkiye ittifakı stratejisine karşı takınılan lakayt tutum, Ak Parti'nin sanki bu yenilgiye hazır olduğu ve bir bakıma bunu bir tür iktidar paylaşımı veya rakiplerini yumuşatma taktiği olarak ileri sürdüğü de söylenebilir ama buradan itibaren süreci yeniden kendi lehine çevirme becerisi ne kadar gösterilebilir bilinmez; bunu da rakipleri kadar Ak Parti cenahının perFormansı, dahası Erdoğan'ın siyasete devam edip etmeme kararı gösterecektir.

Ancak gerek İliç'te yaşanan rezalet gerekse Gazze ile ilgili riyakârlık, Erdoğan'ın siyasal dehasında ve iktidarının ilk yıllarında gösterdiği kimi duyarlılıklarda da yolun sonuna gelindiği işaretlerini vermekte.

Bir de şu var ki daha önceleri ona kondurulmayan veya görmezlikten gelinen kusurlar artık ayan beyan ortaya çıkmış ve kendisi de bu konulardaki hassasiyetini yitirdiği bir körleşme ve umursamazlık aşamasına gelmiş durumda.

Halk ile arasına giren devletlûlara özgü o nobranlığa dek varan mesafe geleneksel siyasal kodlarımızda kayıtlıdır gerçi ve bu da kaçınılmaz çöküşe delalet etmektedir.

Halkı tepkiye yönelten asıl can yakıcı mevzu ise yoksullaşma gerçeği karşısında takınılan umursuzluk.

Daha yakınlarda (30 Mart'ta) Mustafa Durmuş imzasıyla t24'te yayımlanan, "Gözümüz aydın: Süper zengin sayısındaki artışta dünya birincisiyiz!" başlıklı yazı, tam da bu sorunu irdelemekte.

Yazısında The Knight Frank Wealth Report, 2024'ün verilerini esas alan Durmuş'a göre Türkiye, "geçen yıl dünyada serveti en fazla artan ülkeler sıralamasında yüzde 10'luk bir artışla birinci sıraya yerleşmiş" bulunmakta.

Ancak bu artış zenginliğin görece eş yoğun bir dağılımına değil, özellikle de gelirleri 30 milyon doları aşan ultra zenginlerin artışına yani oldukça eşitsiz bir dağılıma işaret etmekte. 

Devletin olduğu kadar zenginlerin de sosyal sorumluluktan uzaklaştığı bu durum Ak Parti öncesindeki manzarayı hatırlatmakta.

Özellikle bankaların bu tür bir manzaranın oluş(turul)masının araçları haline getirildiği şartlar, imkânsız olana yani Ak Parti'nin iktidara gelmesine yol açmıştı.

O günler için bir toplumsal sorumluluk anlayışından yola çıkan ve temel tıkanma noktalarını çözmek için kollarını sıvayan Ak Parti'nin günümüzde geldiği nokta ise çok da yabancısı olmadığımız İbn Haldun'un klasik çözümlemesini, bedeviyet ile hadariyet arasındaki dönüşüm süreçlerini hatırlatmakta.

İbn Haldun'un egemenlik, yozlaşma ve çöküş kuramının kadersiliği aşılamaz değil elbette.

Sözgelimi İngiltere'de yoksulların sefalete düşmemesi için bırakın devleti, zenginler tarafından sağlanan desteklerle yoksulluğun ezici bir noktaya gelmesi önlenmekte ve sorunun aşılması sağlanmaya çalışılmakta.

Çağdaş iktisatçı Thomas Piketty'nin ve adalet kuramcısı John Rawls'ın bu konudaki çalışmaları da bilinmekte.

Zenginlerden servet ve mülkiyet vergisi alınması, yoksullara karşı ise pozitif ayrımcılıklar uygulanması bunun en basit biçimleri.

Ama gelinen noktada Ak Parti iktidarı pozitif ayrımcılığı servet sahiplerine uygularken, vergi yükünü ise doğrudan ya da dolaylı biçimlerde yoksullara yüklemekte.

Yanlış politikalarla boşaltılan köyler ise şehirde yaşayan yoksullara geçmişteki köy desteğini de yok etmiş bulunmakta.

Türk-İş'in mart ayı sonu itibarıyla yaptığı açlık ve yoksulluk sınırı açıklaması da gelinen noktayı ortaya koymakta:

Mutfak enflasyonu aylık yüzde 3,29; 12 aylık yüzde 75,09, yıllık ortalama yüzde 76,71 olarak hesaplandı. 4 kişilik ailenin aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 16,793 TL, gıda ile birlikte diğer tüm temel harcamaları için haneye girmesi gereken toplam gelir tutarı (yoksulluk sınırı) ise 54,700 TL, bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 21,831 TL.

Asgari ücretin 17 bin, emekli maaşının 10 bin TL olduğu şartlarda bu verilerin ne anlama geldiği ise ortada.

Bırakın geleneksel ahlak ve adalet kuramını, çağdaş görüşler ve uygulamalara karşı da duyarlılıklarını yitirmiş olan Ak Parti'nin bu noktaya gelmesindeki en önemli etken tipik bir körleşme paradoksudur.

Kendisine tâbi olanların iktidarlarını yitirmemek için istemeksizin de olsa destek verdikleri bir yozlaşma, etrafa yayılan dinsel bir ideolojik tutum görüntüsüyle ve maalesef, kendileri kadar hoyrat bir biçimde araçlaştırdıkları İslam'ın da töhmet altında tutulduğu bir zevale yol açmıştır. 

Yoksullaşmanın ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin en önemli nedeni bir taraftan ulusal ve ulusaşırı Kürtlere karşı yıllar yılı sürdürülen kirli bir savaş ekonomisi iken, diğer yanda ise bu savaşı sürdürebilmek için suç örgütleriyle işbirliği kadar işbirlikçi bir zenginler sınıfı oluşturma stratejisine de dayanmakta.

Beka sorunu olarak kodlanan ve toplumun büyük bir bölümünün de ikna edildiği bu kirli savaş nedeniyle İliç gibi çevre felaketlerine ve yolsuzluklara bile bu ikna edilmiş kitle tarafından göz yumulurken, gerçek maliyeti gizlenen silahlanmaya halkın yoksullaşması pahasına sağlanan ciddi kaynak aktarımları karşısında da suskun kalınmaktadır. 

Yıllar yılı oluşturulan bu koşulsuz desteğe dayanan iktidar, Gazze sorunu karşısında da, göstermelik birkaç lafın ötesinde bir tutum icra etmezken, tam aksine, sürdürülen ticaret yoluyla, sürekli bir cendere altında tutulan ve en nihayetinde açık bir soykırımla yok edilmeye çalışılan Filistin halkının değil de fiili anlamda İsrail'in yanında durmaktadır.

İsrail ise sömürgeci kapitalizmin bölgesel işbirlikçisidir ve adeta bir kriz üretim merkezi olarak çalışmaktadır.

Türkiye ile de kritik sermaye ve teknoloji işbirliği içerisinde olan bu suç devletinin cinayetleri ise halkların tepkisine karşı, ABD tarafından desteklendiği için uluslararası kamuoyu tarafından sessizlikle karşılanmaktadır. 

Ak Parti iktidarının bu pervasızlığı ise kendilerini sözüm ona Filistin dayanışmasına adamış ve yine sözüm ona İslamcı görünümlü cemaat, vakıf dernek ve tarikatlar tarafından aleni veya örtük bir biçimde desteklenmektedir.

Salt Ak Parti'ye dayanan bir çıkar ağının veya kendilerine sağlanan imkânların hatırına gözetilen bu tutumda ise artık yolun sonuna gelinmiştir.

Çünkü bu güne kadar Ak Parti İsrail'le yürüttüğü kirli işbirliğini gizleme yolunu tutarken artık bu işbirliğini sakla(ya)madığı ve hatta bundan da gocunmadığı kritik bir durumda yakalanmış bulunmakta ve buna karşı ise yandaşlarına "ya benimlesin ya da karşımdasın" tavrını dayatmaktadır.

Ne var ki Ak Parti seçmeninin seçimin sonuçlarını belirleyecek ölçekteki bir bölümü, bu kez sessiz bir biçimde de olsa tepkilerini ortaya koymuş, sandığa gitmeyerek veya muhalif partileri destekleyerek seçimin sonucunu belirlemiştir. 

Gerek Gazze krizi gerek yoksullaşmanın tahammül edilemeyecek bir kerteye varması ve gerekse Kürt meselesindeki tıkanmalar sonucu, 20 yılı aşkın bir süreçte Ak Parti'ye verilen koşulsuz desteğin artık çekilmeye başlandığı 31 Mart seçiminin sonucuyla ortaya konulmuştur.

Türkiye siyasetinin almakta olduğu vaziyetin bir resmi olan bu sonuçlar, geleceğin siyasal aktörleri kadar yönelimlerine dair de yeni bir manzara ortaya koymaktadır.

Toplum, şimdiye değin dostane uyarılarla hissettirmeye çalıştığı gönlündeki hissiyatı bu kez gecikmeli de olsa fiili olarak da ortaya koymuş ve meramını şu veciz deyimle ifade etmiştir:

Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir…

Yazının orjinali için bakınız:https://www.indyturk.com/node/713116/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/yoksulla%C5%9Fma-tepkisi-gazze-%C3%B6fkesi

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!