İSRAİL

Marx, "Yahudi Sorunu" üzerine yazarken bunu daha çok bir Aydınlanma sorunu olarak düşünür. Zira ona göre dinsel kimliklerin tasfiye edildiği bir süreç, bu sorunu da ortadan kaldıracaktır.
İSRAİL
Ümit AKTAS
Ümit AKTAS
Eklenme Tarihi : 10.11.2023
Okunma Sayısı : 199

İsrail

Marx, "Yahudi Sorunu" üzerine yazarken bunu daha çok bir Aydınlanma sorunu olarak düşünür.

Zira ona göre dinsel kimliklerin tasfiye edildiği bir süreç, bu sorunu da ortadan kaldıracaktır.

Ama görülen o ki kapitalizmin patronları kendisi gibi düşünmemekte. Çünkü İkinci Dünya Savaşının galipleri, sorunu daha çok dinsel bir ilgi çerçevesinde tutarak çözme yoluna gittiler.

Yahudilerin yurtlandırılmasının en büyük destekçisi olan kapitalist ABD'nin Başkanı Joe Biden da, 7 Ekim'deki Aksa Tufanı saldırısından sonra İsrail'in kendileri açısından gerekliliğini vurgulamak için, "eğer İsrail olmasaydı, mevcut olmasaydı, onu icat etmemiz gerekirdi" diyerek meselenin kendileri açısından önemini ve işlevselliğini belirtti. 

Benzeri bir sözü Said Halim Paşa da Sultan Abdülhamid için söylemişti:

Ne yazık, şurası unutuluyor ki, bir idare, yalnız bir adamın veya bir partinin değil, bütün bir neslin eseridir. Sultan Hamid kendi adıyla yâdedilen İdare-i Hamidiyye'nin tek âmili ve kurucusu değildi. Belki bu idarenin mühim âmillerindendi fakat Sultan Hamid dünyaya gelmemiş olsaydı, çağdaşları başka bir Sultan Hamid'in meydana gelmesine sebep olacaklardı. 1


Çünkü toplumsal şartlar, her ne kadar kendisinden şikâyet edilse de Sultan Hamid gibi birinin yönetimine uygundu ve Sultan Hamid'in şikâyet edilen yönleri bir bakıma bu şartların bir ürünü ve hatta gereksinimiydi. 

İsrail ise sadece Yahudilerin yurtlanma sorununun bir çözümü olarak kur(dur)ulmadı.

Bu, aynı zamanda Batı dünyasının (kapitalizmin) Yahudilerden kurtulması anlamına da gelmekte. Elbette ki kapitalizm kullanabileceği hiçbir şeyi nihai olarak yok etmez.

Nitekim İsrail de Batı sosyolojisinden ayıklanan Yahudilerin, sömürgeciliğin yeni bir aşaması için sömürgelerden çekilen emperyalist güçlerin bıraktığı en önemli boşluğa, Afro-Avrasya kıstağına yerleştirilerek burada işlevselleştirilecektir.

Öyle ki bu hınçlı ve borçlu toplum, varolmak ve yerleştirildiği coğrafyada tutunabilmek için etrafına (komşularına) karşı ölümcül bir işlev görmekten asla kaçınmayacaktır.

Meselenin tarihsel bağları bu özsel işlevin tikel destekleridir. Nitekim Joe Biden'ın sözünün satır arasında bunu okumak mümkün.

Yani İsrail'in salt Yahudilerin yurtlanma aracı olmaktan öte bir işleve sahip olduğu ve şayet böylesi bir olgu olmasaydı bu işlevi ikame edebilmek için bir benzerini icat ederdik demekte.

Dolayısıyla da İsrail'in tarihsel bir hakkın iadesi olmaktan öte emperyal bir işlevin ikamesi olduğunun altını çizmekte.

Sözünü "o, bizim için özel ve vazgeçilmez bir aparat" demeye getirirken, İsrail'in Yahudiliğinden öte bir yönüne dikkat çekmekte.

O ise küresel sömürgeciliğin işlevselleştirdiği bir yön. Sömürgeci kapitalizmin bölgeyi istikrarsızlaştırarak bir müdahale aracı haline getirdiği İsrail, bu yolla bölgenin denetlenmesi için ABD'nin en büyük üssü işlevini de görmekte. 

Dolayısıyla İsrail, Nietzsche'nin tanımıyla sarışın canavar olan Batı ırkçılığınca toplumsal bir parazit olarak görülen Yahudiliğin kapitalizm tarafından işlevselleştirilerek yararlı hale getirilmesidir.

Bir yurt kazanmanın bedeli ise bu merkezî bölgeyi kapitalist tüketim kadar siyasal müdahalelere de açmaktır. Kapitalizmin en önemli ve kârlı ticari üretimi silahlar ve savunma araçlarıdır.

Bunların tüketimi ise savaşlar ve buna yol açan istikrarsızlıklarla mümkün olmakta. Nitekim günümüzde bu piyasanın en önemli müşterileri, petrol zengini olan Araplardır.

Dolayısıyla Biden, İsrail'in bölgedeki vazgeçilemezliğini ifade ederken aslında kendi çıkarlarının ve bölge üzerindeki hâkimiyetlerinin güvence altına alınmasını vurgulamaktadır.   

Bu meselenin asıl muhatapları ise sömürgeciliğin baskı ve bağımlılık altında tutmaya çalıştığı Arap ve İslam dünyası.

Zira bu dünya sadece silah tacirlerine müşterileştirilmemekte, aynı zamanda istikrarsızlaştırılarak bir güç veya karşı cephe haline gelmesi de önlenmekte.

Zira geleceğin dünyasında kapitalizmin ya da Batı bloğunun muhtemel karşı cephesi bu dünya veya bu dünyanın işbirliğine gidebileceği Rusya, Çin veya Hindistan bloğu etrafında şekillenecektir.

İşte İsrail, bölgedeki varlığıyla bu dünyayı istikrarsızlaştırarak cepheleşmesini önlemektedir.

Hatta İngilizlerin Hindistan'dan çekilirken geride Pakistan ve Hindistan gibi bölünmüş bir ülke bırakmaları da yine böylesi bir istikrarsızlaştırma amacının mirasıdır.

Nitekim Afro-Avrasya kıstağındaki İngilizler tarafından çizilen sınırlar ve parçalanmış bir coğrafyada da bu amaca uygun bir etki yaratmaktadır ki İsrail'in varlığı bunun en büyük emaresidir.

Doğal olarak İsrail'in bölgede ikinci bir yüzü de var. O da Araplara ya da İslam dünyasına bakan yüzü. İsrail bir bakıma bu yüzün de aynası ve hatta ihtiyacı.

Tutarsız ve kararsız, çelişkiler ve açmazlar içindeki despotizmlerden hoşnut, birbiriyle boğuşan ve elde ettikleri küçük zaferlerle sarhoş, çağın ruhunu kavrayamadıkları gibi İslam'ın asli ilkelerinden, yani insanlık 

değerlerinden de uzakta, sömürgeci ülkelerin en sadık silah müşterileri, bu silahlarla ise daha çok birbirini katleden, ilim ve düşünceden değil de zorbalık ve şiddetten hoşlanan, istişare ve işbirliği yaparak zulme ve sömürgeciliğe karşı direnmek yerine baskı ve dayatmalara boyun eğen, barış ve uzlaşma yerine zulüm ve çatışmaları yeğleyen bir dünya burası. 

Bir yandan petrol gelirleriyle şımarıp müsrifleştikleri bir yozlaşmanın içerisindeyken öte yandan Filistin halkının uğradığı kıyım karşısında o denli acz ve çaresizlik içinde, o denli umursuz, dağınık ve bundan çıkabilmek için o kadar cesaretsizler ki, bu hallerini meşrulaştırabilecekleri İsrail gibi bir bahaneye adeta muhtaçlar.

Öyle ki, kendi halklarına karşı sürdürdükleri zulümler de İsrail gibi düşmanlar bahanesiyle ve korkusuyla susturulmakta.

Buna karşı bir direnç ise daha en başından zorbalıkla ezilmiş ya da ulufelerle satın alınmıştır. Özgürlük aşkından yoksun isyanlar ise doğal olarak hatırasızdır ve bir gelenek oluşturamadan unutulur gider.

İsrail bir yandan tarihsel husumetleri dirilterek bölgenin huzurunu bozarken öte yandan ise mülteci olarak geldiği topraklardaki cirmine uymayan ölçeklerdeki etkinliğiyle bu dünyanın kofluğunu açığa çıkarmakta ve bu afili krallıkların, despotik cumhuriyetlerin fiyakasını bozmakta.

Bu davetsiz misafir karşısında uğradıkları bozgun sonrasının psikolojik dağınıklığıyla kendilerini toparlayamayan bu bir yığın ülkeye aslında ne olduklarını hatırlatmakta ama olmaları gerekeni de önlemekte.

Etrafa saldığı korkuyla bölgesel statükonun devamı için de bir bahane haline gelmekte ve emperyal hegemonyanın bölgedeki jandarmalığı giderek kabul görmekte.

O nedenle daha en başta, Osmanlı sonrası koşullarında kendilerinin bir medeniyet tasarısı olarak gündeme getirebilecekleri İbrahim Anlaşması gibi bir birlik projesine bile ancak İsrail'in önayak olmasıyla ve yine reaktif bir biçimde yönelmekteler. 

Belki daha en başından yakalanabilecek anlaşma zeminlerini İsrail'le baş edemedikleri için kaybeden bu dünya adına mücadeleyi ise İsrail'in önüne adeta bir kurban gibi atılan Filistin halkı vermekte.

Bu mücadelenin imkânsızlığı ortada olsa da, tıpkı İsrail'in kuruluşundaki o imkânsız cesaret gibi, Filistin halkının mücadelesi de hep o örnek gösterilen Davut ile Calut mücadelesindeki gibi imkânsız bir cesaretle sürdürülmekte.

Arap (İslam) dünyasının aczine işaret eden bu cesareti ortaya çıkaran da yıllar yılı maruz kaldıkları zulüm yanında, bu dünyanın onları bıraktıkları bu yalnızlıktır da. 

Sömürgecilik karşısındaki mücadelenin ilk işaret fişeklerini yakan Cemaleddin Efgani de benzeri şartlardaki Hint halkına şunları haykırmıştı:

Ey Müslümanlar! Siz insan değil de sinek olsaydınız vızıltınız İngilizlerin kulaklarını sağır ederdi! Ey Hintliler! Sizler su kaplumbağası olsaydınız İngiltere adasını yerinden söker denize batırırdınız!.. 2


Orada ise kurtarıcı bir cesaret kadar farklı bir yöntemi (hikmeti) ortaya koyan, Gandi'nin silahsız bir biçimde sürdüreceği emsalsiz mücadelesi olacaktır.

Toplumsal kazanımlar emek-yoğun çalışmaların o uzun birikimleri kadar, bir diğer yolla, yani zorun eğiticiliğiyle de sağlanmakta.

Yahudi halkı iki bin yıldır yaşadığı bu tür deneyimlerin kazanımlarını, emperyalizme/kapitalizme araçsallaşarak bir açıdan heba etmiş veya bir başka açıdan ise hayallerini gerçekleştirmiştir.  

Bu bir başarı olsa bile kendi yurtlanmasını bir başka halkı yurtsuzlaştırarak gerçekleştiren, semeresiz bir kazanımdır.

Zira her başarı doğruluğa delalet etmeyebilir; doğruluğu ortaya koyabilmek içinse sadece cesaret yetmemekte, bunun hikmetle (bilgelikle) de yetkinleştirilmesi gerekmekte.  

Dileriz ki Filistin halkı, imkânsız bir cesaretle sürdürdüğü mücadelesinde, İsrail'in kendisini maruz bıraktığı bir yurtlanma ve bağımsızlaşma çabasıyla yetinmeyip, aynı zamanda bu mücadeleyi bir özgürleşme ve barışla da kemale erdirerek, Arap (İslam) dünyası için de bir örneklik teşkil edebilir.  

1. Said Halim Paşa, Buhranlarımız ve Son Eserleri, İz Y. s. 70

2. TDV İslam Anskl. Cemaleddin Efgani md.

Yazının orijinali için bakınız:https://www.indyturk.com/node/673331

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!