Sorunsallikta Yasamak

Çekoslovak düsünür Jan Patocka, düsünsel faaliyetlerin tinsellik (manevilik) ve aydinlik (sofizm) gibi iki mecra üzerinden sürdürülebilecegini söylerken;...
Sorunsallikta Yasamak
Ümit AKTAS
Ümit AKTAS
Eklenme Tarihi : 13.02.2022
Okunma Sayısı : 1416

Çekoslovak düsünür Jan Patocka, düsünsel faaliyetlerin tinsellik (manevilik) ve aydinlik (sofizm) gibi iki mecra üzerinden sürdürülebilecegini söylerken; tinsel kisiye örnegi, Sokrates’tir. Bu ayrimin kritik belirleyicisi ise, felsefi tutumun alacagi vaziyetle, yani felsefi arayisin “sorunsallikta yasamak” gibi bir tutum alip almayacagiyla ilgilidir. Zira Sokrates’in belalilari olan sofistler (Patocka’ya göre aydinlar) açisindan felsefe (bilim, düsünce, din, estetik) daha çok bir mesleki ugrastir; bir sorunsallik alani degil. Oysa hayati sorunsallastiran, yani bir anlama sorunu haline getiren filozoflar açisindan felsefe, dogrudan bir anlama faaliyetidir. Ama bu anlama faaliyeti öncelikle hayatin olagan gerçekliginin direnciyle karsilasacaktir.  Zira bu “olagan gerçekligin” rutini, sorgulanmaya, degistirilmeye ve asilmaya gelmezdir. Bunu sorunsallastiranlar, hayati anlamak kadar bu anlamanin sonuçlarina da katlanacaklari izlekler olusturarak, kelimenin tam anlamiyla yasadiklarina dair izler birakacaklardir arkalarinda. Tabi ki bu izlekler, seçtikleri kadar seçmediklerinden de mesul kilacaktir kisiyi. Yani belli bir yola koyulmak, bir yordama da tâbi kilmaktadir yolcuyu.

Heidegger de, “Düsünmek Ne Demektir”de Sokrates’ten, yani “Aksam Diyarinin bu en saf düsünürü”nün yazmamasindan söz ederek, “ölümüne dek kendini bu (düsünsel) çekimin rüzgârina birakmaktan ve kendini orada tutmaktan baska bir sey yapmadi.” Çünkü, “düsünmekten yola çikarak yazmaya baslayan kisi, kaçinilmaz olarak fazla kuvvetli çekim rüzgârindan rüzgâr gölgesine iltica eden insanlara benzemek zorundadir.”[1] Heidegger’e göre, Sokrates sonrasi düsünürlerin yazmalari, “henüz gizli bir tarihin sirri olarak” durmaktadir. Bu “çekim” meselesinin icabini bir kenara koyacak olursak, felsefe, düsünsel oldugu kadar, bilimsel ve estetik güzergâhlara dogru da çatallanirken, onun özünde gizli olan bu çekim meselesi, zamanla unutulup gider.

Heidegger’in dikkat çektigi Sokrates’in bu tutumu, aslinda tüm peygamberlerin, yani nübüvvet çizgisinin de izlegidir. Bu anlamda Sokrates de nübüvvet ikliminin (bir “iç-ses”in) etkisinde olan biridir. Onun sözlerini bu iklimin etkisinden çikaracak olan ise, tipki Isa’nin izlegindeki Pavlus gibi, onun adina yazan ama onun sözlerini kendince tercüme eden (yorumlayan) sakirdi Platon’dur. Dolayisiyla bu sözler artik baska bir iklime ait oldugu gibi, baska bir toplumsal gerçeklige hitap etmektedir.

Muhammed (as)’in yazmamasi, dahasi yazmaya hiç tevessül etmemesi de, bununla, nübüvvetin, vahyin çekimiyle, bu çekimin iklimiyle ilgili bir meseledir. Yazmak burada oldukça “teknik” bir sorundur ve dogrudan okumaya da isaret etmez. Daha çok biriktirmekle ve uzmanlikla ilgilidir. Dolayisiyla da ilk ayet “ikra” (oku) ile baslar. Ama bu da okumanin o teknik yönüyle, yani “bilim” ve “yazin” dünyasina teksif olmus yönüyle degil, bakisin tinsellige (manevilige, düsünsellige) ve dolayisiyla da insan olusa yönelimiyle ilgilidir.

Sokrates’in tilmizleri yazarlar; çünkü Sokrates, onu çekip çeviren iklimi de kendisiyle birlikte alip götürmüstür. Yetim kalmis “dai”lere düsen ise onun hatiralarini (düsüncelerini) kalici kilmaktir. Ama her yazma, düsünsel bir izlegin ayrilikçi bir yorumudur. Bu ise artik onlara yol gösteren bir rüzgârin (sesin) çekimiyle sürdürülen “tanrisal” “söz”e dayanmakta olmayip; sofistlerle aralarinda pay edilmis dogrudan felsefi bir ugrastir: Bilim insanlarinin praksisi, sofistlerin cedelciligi ve tinselligin düsünselligi. Kuskusuz ki Platon’un bakisi farklidir ve meseleye dogrudan bilgi biriktirmeyi amaçlayan sofistler (aydinlar) gibi yaklasmamaktadir. Sokrates’in tilmizi olarak, adeta onun adina yazmaktadir. Ama sahabenin ve sonraki nesillerin yazmasi gibi, arkasinda ister istemez yol (mezhep, tarikat)’lara dönüsecek izler birakir.

Platon için felsefi yolculugun üç muhtemel tutumu vardir: Sokrates’in dünyaya sahip olmak degil, onun anlasilmasina dair tutumu; bir yandan kendisini sofistlere yakin, diger yandan ise Sokrates’e uzak kilan bir tür tinsellik (idealizm); ve son olarak da dogrudan sofist tutum.[2] Platon’un bu Sokrates’ten bir ölçüde uzaklasan tinselliginin ütopizmi (öte-yer arayisi), bir tür aldanmisligin, gerçekligi anlamadan kaçisin isaretidir. Zira Sokrates’in kendisini sorumlu addettigi yurdu, bu sorumluluk duygusu nedeniyle canini verdigi Atina’dir. Orasi ayni zamanda felsefenin mekânidir ve daha ötesi yoktur. Yapilmasi gereken ise ütopist arayislarin “öte yer”inin ardina düsmek degil, “simdi ve burada” olani sorunsallastirabilmektir. “Hiçbir seyin degerinin ya da öneminin olmadigi yerde ise, konusmak bile makul degildir.”[3]

Her ne kadar tam olarak “Sokratik” tutumu sürdüremediyseler de, tilmizler (Platon, Aristo…) için felsefe, temelde bir anlam arayisidir. Yine de sofist (aydin) ile tinsel kisi (filozof), her ikisinin de ugras alani felsefe oldugu için çogu kez karistirilir. Oysa buradaki tanimiyla “aydin” için okuma yazma ugrasi mesleki bir faaliyettir. Tinsel kisi açisindan ise bu, bir sorunsallastirma ve sorumluluk meselesidir. O nedenle tinsel kisilikler (düsünürler, nebiler) daha çok kriz durumlarinda (sorunsallikta) zuhur ederler. Kriz/bunalim ise siyasetle felsefi kavrayis, hayatin olaganligiyla ahlakilik, hukuk ile adalet arasindaki mesafe açildikça belirginlesir. Insanlarin hayati olanca olaganligiyla benimsedikleri yerde filozof, “diger insanlardan, dünyanin ona asikâr olmamasiyla ayrilir.”[4] Olagan bir biçimde veya kitaplarda yazdigi gibi degil, anlaminin asikâr kilinmasi gereken bir yer ve sorumluluk olarak dünyanin anlasilmasi, sorgulanmasi ve sorunsallastirilmasi gibi meseleler, onun temel meseleleridir.  Olagan sartlarda kimse onlara kulak kesilmez çünkü. Ama bunalim durumlarinda toplumun bu bunalimi anlamasi ve asmasi gerekmektedir. Olagan bakis açilariyla ise hayat artik anlasilamamakta ve sorunlar çözülememektedir.  Tinsel kisiler açisindan temel sorun dogrudan hayatin anlamidir ama kriz durumlari onlari baska açilardan da öne çikarir.

Gerçi Yunan düsünürleri, “bugün karsi karsiya oldugumuz felsefeden (yani bir anlam arayisindan) kurtulmak için bilim (akademya) ve dinin (kiliselerin) yardim ettigi örgütlü çabayla yüz yüze gelmemisti. Bilim, ‘bütün’ü felsefi olarak kavrama fikrinin yerine, var olan ‘her seyi, tüm varliklari ve birbirleriyle olan iliskilerini bilme fikrini koyar.”[5] Yani anlama yerine bilme, anlam yerine iliskiler, tekhne (sanat) yerine teknik. Din ise askinligin yerine askin olani koyarak, kendisini mümkün oldugunca dünya hayatinin gerçekligine uydurmaya çalisir. Bir tapinma sistemi olarak kiliseleri örgütleyerek, cemaat yerine kiliseleri ikame eder. Dahasi, insani tinsellikten, tefekkürden ve sorunsalliktan uzaklastirarak siliklestirir. Felsefeden, yani düsünümsellikten ve hayatin anlamini kavrama çabasindan uzaklasildikça, bilim ve din, “hakikat arayisinin yerine taklitçi bir ikame ile insanin ihlalinin araçlari haline gelir.”[6] Iste o anlamdadir ki “bilim, düsünmez” ve din de eylemez; yani hayati anlama ve degistirme çabasindan uzaklasirlar.

Tam da bu tikanma ve çatallanma noktalarindan hareket eden Nietzsche de, “anlamak bir sondur” der ve eylemeye çagirir. Prototip düsünür Sokrates kadar nübüvvetin babasi olarak bilinen Ibrahim’in de oturukluga karsi dogalari, yani sürekli yolda olma hali içerisinde bulunmalarina karsi, tinsel insan giderek münzevilesir (düsünsellik yerine mistisizmi yegler); aydin ise akademik dünyaya veya kitaplarinin arasina gömülür. Nietzsche için sorun anlama/düsünme ile irade/yapma’nin arasinin açilmasidir ama bunun sorumlulugu ne Sokrates’in ne de Ibrahim’in, ne de sonraki filozoflarin ya da nebilerindir.

Önü tikanilan bu yollar yerine günümüz bilimi ve kilisesi “yasamsal fayda”yi koyar. Oysa üzerine düsünülmemis ya da Allah ile velayete dayanan bir çabadan uzak olan hayat, yasanmaya degmez(dir). Ne var ki nihilist küçük burjuvalar açisindan Sokrates ayak takimindan biridir (onlarla düser kalkardi), Muhammed ise kölelerin yoldasi olan bir isyanci. Dogruydu tabi, Sokrates açisindan Atina sehrinin tüm ahalisi, köle-efendi, kadin-erkek, genç-yasli demeden onun muhatabiydi ve hakikati bilme hepsinin hakki ve yetenegiydi. Muhammed ise hiçbir zaman Daru’n-Nedve’nin kapilarini zorlamamis, kendisi için daha zor ama arayisina daha uygun olan hicreti tercih etmisti. Yani Patocka’nin deyisiyle, “karanlikta yildirima göz atmayi” ve o bir anlik isikta da olsa hakikati kavrama imkânini zorlamisti. Ve hatta onlar, dogrudan siyasal bir ugrasa yönelmeseler de, mücadeleleri ve hakikati kavrama çabalarinin dogalligi, onlari ister istemez muhalif (siyasal) birer kisilik haline getirmisti. Bu ise filozofun ve nebinin kaçinilmaz kaderidir. Yoksa Marx’in küçümseyici bir edayla yâd ettigi biçimiyle filozoflar salt yorumcu münzeviler degildir. Nebiler ise hiç degil.

Sokrates’in sehrini terk etmeyerek ölümü yegledigi kertede ise, Muhammed (as) Mekke’nin yarim cemaatini (Muhacirleri) Yesrib’in Ensar’iyla birlestirerek yeni bir sehir (Medine) olusturmaya girisir. Tam da burada iste Foucault’nun bahsini ettigi anlamdaki kök modeller olarak Atina demokrasisi ve Ibrahimî nübüvvetin cemaatsel/toplumsal sorumluluk karakteristikleri belirginlesir. Sokrates için sorumluluk Atina sehrine, bu sehrin kutsalliginadir. Oysa Muhammed’in yurdu cemaatidir ve sorumlulugu da cemaatiyle birlikte dahil oldugu nübüvvet iklimine (vahye) karsidir. Tinselligi/düsünselligi bir mesleki faaliyete dönüstürerek toplumu bastan çikaran ve maneviyattan/tinsellikten uzaklastiranlarin meydan okumasini asmanin baska bir yolu ise sair ve kahramanin o imkânsiz biresimidir (“cesaret ve tehlike”). Bu yüzden Nietzsche de bu yolu zorlar; zira o hem bir sair hem de kahramandi. Ne var ki onun kahramanligi savasa degil, sinirlari zorlamaya, tehlikeye atilmaya ve özveriye dayanir. Sözgelimi sinsi bir biçimde yayilmakta olan nihilizmi açiga çikarma çabasina ya da bir ati kirbaç darbelerinden korumak için kendisini ölümüne öne atistaki gibi mütevazi bir cesarete.

[1] Alintilar için bkz. “Düsünmek Ne Demektir,” Martin Heidegger, Dergâh Y. s. 32 .

[2] Patocka, age, s. 87.

[3] Age, s. 88

[4] Age, s. 79.

[5] Age, s. 44.

[6] Age, s. 44.

 

Not: Bu yazi 11.02.2022 tarihinde farkli bakis sitesinden alintilanmistir, yazinin orijinali için asagidaki linki tiklayiniz.

https://farklibakis.net/yazarlar/umit-aktas-yazdi-sorunsallikta-yasamak/

Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.

 

YAZARA AİT BÜTÜN YAZILAR
1 ORTADOĞU’DA BARIŞI ARAMAK2 İMRALI’YA GİTMEK3 Küresel Statükonun Sarsılması ve Zohran Mamdani4 İki Direniş Biçimi ve Barış5 Gazze, Rojava ve Zeytin Ağacı6 Türkiye ve İsrail7 Gazze ve Dost Bildiklerin Sessizliği8 NEOFAŞİZM9 Başka Türlü Yapmak10 Yozlaşma ve Çöküş11 Silahları Yakmak12 İsyan Bile Değil13 Küresel Savaş ve Stratejik Akıl14 Meal/Çeviri Çabaları ve Anlamanın Askıya Alınması15 İLK MÜSLÜMANLAR16 İSLAMCILIK ÜZERİNE17 Barış ve Şükran18 Düşündürücü Bir Veda19 Hakikat Nerede20 Savaş Siyasete Dahil(mi)dir21 Demokratik Konfederalizmden Demokratik Siyasete22 Öcalan’ın Çağrısı23 SÖZÜ SAVAŞA BENZER24 GAZZE VE SURİYE: BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK25 Egemen bakışın açmazı26 Ezilenlerin çelişkisi27 Sömürgecilik28 Eleştirel özgürlük ve ahlak29 Gösteri Toplumu30 Göçmenler, köylüler ve madenler31 Trajik bir mesele olarak Filistin ve soytarılar32 Taha Abdurrahman33 Sörfçü ve göçebe34 Dayanışma ve kapitalistleşme35 Doğru soruları soramamak36 Göçmenler, kitleler ve linç kültürü37 Filistin direnişi ve sivil itaatsizlik38 Siyasal ahlak39 Fırtına öncesi sessizlik40 Her Dem Yeni Doğarız41 Nükleer silahlanma ve güç zehirlenmesi42 Adalet ve Hakkaniyete Dair43 Yollar ve tarihsicilik44 İhtişam ve sefalet45 İbrahim ve Odysseus46 Yoksullaşma tepkisi, Gazze öfkesi47 VİCDAN MAHKEMESİ48 Yaşama Sevinci49 Heterotopik bir mücadele alanı olarak başörtüsü50 Adaletin dağıtımı, dağıtımın adaleti51 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (2)52 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (1)53 Dilde yurtlanmak (1)54 Fair Play55 Neden56 Siyasal ihtiras57 FİLİSTİN VE HAC58 Sömürgecilik ve maduniyet59 Osmanlı ve cumhuriyet60 KURU OTLAR VE TAŞRA61 Sınırlarda dolaşmak62 İSRAİL63 Gazze'de dile gelen64 Filistin direnişi ve Hamas65 Yeni sömürgecilik66 Savaş ve barış67 Aykırı bir muhafazakâr: Heidegger68 Gandi ve şiddet dışı direniş69 Politikacı, göçmen ve şair70 Nietzsche, Tolstoy ve iyilik71 Trajedinin felsefesi: Dostoyevski ve Nietzsche72 Dini Anarşizim73 Jean Paul Sartre ve özgürlük74 Madunun dili, öfkesidir75 Göçebe tutum76 İttihatçılık ve demokrasi77 Boyun eğmeyen hayalperest: Franz Kafka78 Yollara çıkma vakti79 Müslümanlar, ahlak ve Avrupa80 Islam ve çagdaslik gerilimi81 Islamciligin sagcilasmasi ve ayrilan yollar82 ORUÇLA GELEN83 Pastorallik Fikri ve Raiyetten Insaniyete Dogru Siyaset84 Sessizlik ve Bagis85 Muvahhidden evrensele: Atasoy Müftüoglu (1)86 Paylasma ve Körlük87 Sedat Yenigün Üzerine88 Bayram89 Sorunsallikta Yasamak90 Cahillik91 Bulgur ve Adalet92 Din, Politika ve Felsefe93 20. Yüzyilin Paradigmasi ve Aliya94 Kamusallasma Sikintisi
YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!