Türkiye ve İsrail

İslam dünyasında tarihsel geçmişi kendisine musallat olan iki önemli ülke var: Türkiye ve İran. İran’ın Pers ve Sasani dönemi şimdilerde Ortadoğu denilen tüm Afro-Avrasya kıstağına egemen olduğu süreçlerdi. Türkiye ise daha sonra, uzun Osmanlı tarihi boyunca hem buraya hem de Balkanlara egemen olduğu bir dönem yaşadı. Şimdi geride her iki egemenin de geçmişine bakıp bölgede yeni bir egemenliğe girişme hayali kaldı
Türkiye ve İsrail
Ümit AKTAS
Ümit AKTAS
Eklenme Tarihi : 28.09.2025
Okunma Sayısı : 150

Türkiye ve İsrail

İslam dünyasında tarihsel geçmişi kendisine musallat olan iki önemli ülke var: Türkiye ve İran. İran’ın Pers ve Sasani dönemi şimdilerde Ortadoğu denilen tüm Afro-Avrasya kıstağına egemen olduğu süreçlerdi. Türkiye ise daha sonra, uzun Osmanlı tarihi boyunca hem buraya hem de Balkanlara egemen olduğu bir dönem yaşadı. Şimdi geride her iki egemenin de geçmişine bakıp bölgede yeni bir egemenliğe girişme hayali kaldı. Birinin Şiilik diğerinin Sünnilikten beslenen hayallerindeki sorun, bu geçmişi geleceğe taşımadaki modernleşme sancısı bir yana, bölgeye küresel gücün hamiliğiyle yerleş(tiril)en İsrail’in önleyici tehdidi. Elbette sadece basit bir vekaletçi değil İsrail, onun da bir hayali ve itkisi var. Hem de o, Yahudilik kadar Protestanlık tarafından da desteklenen ve iteklenen bir güç potansiyelini haiz.

Yine de bu güçler ve binlerce yıl önce kovulduğu Kudüs’te yeniden köklenme hevesi yetmemekte burada yeniden yurtlanabilmesi için. Hatta geçen yüzyıl yaşadığı trajik soykırım hikayesinin sağladığı motivasyon da yetmemekte. Şimdilerde bölgede adeta bir yabancı o. Üstelik de geldiği yerde komşularının huzurunu kaçıran, dahası onlara nizamat vermeye kalkan vandalizmiyle bölgede dehşet yaratan bir karabasan.

Her ne kadar korku ve dehşet etrafı ürkütmek ve dizginleri ele geçirmek için yeterli bir etken olsa da bu, kalıcı bir egemenlik açısından hiç de yeterli değil. Bu tür olumsuz etkenler kadar olumlu etkenlere de ihtiyacı var kalıcılığın. Ama ne Yahudilikten getirdiği deneyim ne de Avrupa’da yaşadığı trajik geçmişi kendisine böylesi bir bilgeliği kazandıramamış olacak ki, sadece teknolojinin gücü ve silahların yarattığı dehşetle ve şımarıklıkla, çevresine karşı bir ürküntü ve korku yaratmaktan öteye bir perFormans ortaya koyamıyor. Barışa ve adalete dayanan bir iklimi yaratamadığı için de sadece küresel korsanlığın desteklediği bir yerleşimci sömürgeci olmanın tekinsizliğiyle sürekli diken üstünde oturmanın ötesine gidemiyor.

İşte bu nedenle de bölgede yaklaşık yüz yıl önce başlattığı teröre dayanan bu işgal stratejisinin bir adım ötesine geçebilmiş değil ve bu gidişle geçebileceğe de benzemiyor. Onu rahatlatan, sömürgeciliğin bu bölgede yarattığı bir tür stratejik boşluk. Yerel emirliklerin hak edilmemiş egemenlikleri de yazgısal bir lütuf. Yoksa üzerinde derinlemesine düşünülen bir coğrafyadaki yurtlanma hakkı değil. Oysa bir coğrafyayı yurt haline getiren salt rastlantısal bir yerleşiklik değildir. Hâlbuki yüz yıllık bir boğuşmanın mektebinde yetişen Filistinliler bu bilince çoktan ulaşmış durumda ama onlar da yalnız ve çaresiz bırakılmış bir halk.

Bir kurban olarak İsrail’in önüne atılmış Filistin halkı yok olmanın eşiğinde. Araplar suskun. İslam dünyası (böyle bir dünya var mı gerçekten?) etkisiz. Birkaç ülke ve henüz kalbini ve vicdanını yitirmemiş insanların dışında dünya da sessiz. İran, daha en başından hatalı olan stratejik girişiminin başarısızlığı sonucu sahadan çekildi. Türkiye ise farklı bir strateji deniyor. Söylemsel olarak İsrail’le çatışırken, stratejik anlamda bu çatışmadan kaçınıyor ve hatta İsrail’le belli bir mutabakatı sürdürüyor.

Gazze’de aleni bir biçimde sürdürülen soykırım karşısındaki suskunluk, gerçekte insanlığın krizinin ve derin bir dönüşüm gösterdiğinin işareti değilse bu, insanlığa dair bir ölüm belirtisi. Tam da Rabbim bu şehir nasıl dirilecek diye feryat eden o çaresiz tanıklığın yakındığı vakitteyiz. O şehir dirildi kuşkusuz ve insanlığın dirileceğinden de umut kesilmez. Strateji savaşları ise sürüyor. ABD küresel efendiliğinin keyfini çıkarırken giderek yalnızlaşıyor ve inandırıcılığını kaybediyor. Kapitalizmin beş yüz yıllık acımasız sömürüsünden geçen öteki dünya ise BRICS gibi alternatif bir uzlaşı peşinde. Kuşkusuz hiçbir egemenlik salt güce ve silahların etkinliğine dayanarak varlığını sürdüremez. Tarih kitapları ve anlatılar sadece savaşların hikâyesine indirgense ve kimileri buna anlamsız bir biçimde yumuşak güç dese de asıl olan adaletin ve hakkaniyetin gücüdür.

İsrail halkının geçmişte iki kez sürgüne gönderilerek yurdunu kaybetmesi, tam da bu toplumsal gerçekliği dikkate almayan bir anlayışın sonucu. Ki daha öncesinde, kral nebiler olan Davut ve Süleyman da gücün ve iktidarın sınırsızlaştırılması gibi arzulara dayanan nedenlerle uyarı alarak kendilerini düzeltmişlerdi. Türklerin kurdukları en büyük devlet olan Osmanlı İmparatorluğu da kuruluşundaki ilkelerden uzaklaşarak Bizantinist bir saray merkezli despotizme yönelmesi nedeniyle çökmedi mi?

Tarihsel deneyimlerinden ders almayan ve benzer hataları tekrarlamakta olan Türkiye ve İsrail’in bölgedeki hegemonik boşluğu doldurma çabasının akim kalacağı daha bu en baştaki güç tapıncına dayanan eğilimlerinde belirgindir. Nitekim 20. yüzyılın en önemli devrimlerinden birisi olan İran İslam Devriminin de başlangıçta savunulan ne Şiilik ne Sünnilik ve ne Doğu ne Batı gibi sloganlardaki ilkelere riayet etmediği ve adalet çizgisinden saptığı için bölgede oluşturmaya çalıştığı hegemonya girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.  

Her ne kadar kimileri bunu teknolojik yetersizliklere atfetse de (bu da bir etkendir elbette), asıl sorun bölgedeki Sünni aktörlerin kalplerini kazanamadığı mezhepçi ve hatta ırkçı tutumdur. Özellikle de Kürt halkına karşı takınılan bu tutum açısından Türkiye de sorunlu bir siyaset izlemekte ve İsrail’in Filistinlilere karşı bakışı gibi, Kürtleri eşit muhataplar olarak kabullenememektedir. Bu gibi modern ırkçılıklarla malul yaklaşımlarla bir sonuca gidemeyecekleri, dahası ise bu tür hikmetten (bilgelikten) uzak tutumlarla İsrail gibi bir rakibe ders veremeyecekleri ise açıkça ortadadır. Zira asıl kazanılması gereken gücün değil kalplerin kazanılmasıdır. Allah’tan gelen rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli biri olsaydın etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları affet. Onlar için bağışlanma dile. Yapacağın işlerde onlara danış. Karar verdikten sonra da artık Allah’a tevekkül et. Kuşkusuz Allah, kendisine tevekkül edenleri sever (Âl-i İmran, 159).

Ayette dikkat çeken iki önemli husus var. Birincisi kaba ve katı yürekli olmama meselesi. Bu, siyasetteki ilişkilerin adilane ve akilane bir biçimde yürütülmesiyle ilgili, ayetlerde sıkça vurgulanan hikmet (bilgelik) kavramını ifade eder. İkincisi ise siyasetin temel ilkesi olan toplumla istişare edilmesi yani modern bir tabirle yönetişimdir. Yönetişim, siyasetin salt egemenin kendi çıkarlarını ve arzularını esas alarak sürdürülmesinin dayatmacılığı yerine, yönetenlerin arzu ve isteklerini de dikkate alan bir biçimde uygulanmasıdır. Sözgelimi anadilde eğitim hakkı veya mahalli düzeydeki yönetimin bölgesel aktörlerce ifası gibi. Bütün bunları dikkate almayan bir efendilik ve keyfilik, güç ve zorbalıkla bir süre hükümran olsa da bunun hiçbir zaman örneklik teşkil edecek bir medeniyet çizgisine ulaşamadığı tarihten çıkarılan en büyük derstir. Tabii ki ancak akledenler tarihten dersler çıkarabilir ve bunu hayata geçirebilirler.   

Türkiye ve İsrail’in toplumsal sorunları çözmedeki olumsuz benzerlikleri ise maksimalist/aşırılıkçı ve tek yönlü bir tutumdaki ısrarlarıdır. Muhatabını hiçe sayan bu tutum, kendileri açısından oldukça rafine ve aşırı istekleri yegâne çözüm yolu olarak karşılarındakine dayatmaları, muhataplarının çaresizlikleri sonucu başvurdukları direnişini ise terörle suçlamalarıdır. Oysa toplumsal çatışmalardaki hiçbir sorunun çözümü, tek yanlı arzular ve tutumların muhataba zorla kabullendirilmesi yoluyla gerçekleşemez. Son tahlilde taraflar masadan kimi hoşnutsuzluklarla kalkarlar ama bu hoşnutsuzluğun tek yönlü olması sonuçta sorunun çözülemediği veya çözülemeyeceğinden başka bir anlama gelmez. Dondurulan veya susturulan sorunlar bir süre sonra yeniden patlak verir ki, bastırılanın geri dönüşüne dair bu gerçeklik gerek Filistin gerekse Kürt sorununda defalarca tecrübe edilmiş bulunmakta. 

Yazının orjinali için bakınız:https://farklibakis.net/yazarlar/umit-aktas-yazdi-turkiye-ve-israil/

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YAZARA AİT BÜTÜN YAZILAR
1 Gazze, Rojava ve Zeytin Ağacı2 Türkiye ve İsrail3 Gazze ve Dost Bildiklerin Sessizliği4 NEOFAŞİZM5 Başka Türlü Yapmak6 Yozlaşma ve Çöküş7 Silahları Yakmak8 İsyan Bile Değil9 Küresel Savaş ve Stratejik Akıl10 Meal/Çeviri Çabaları ve Anlamanın Askıya Alınması11 İLK MÜSLÜMANLAR12 İSLAMCILIK ÜZERİNE13 Barış ve Şükran14 Düşündürücü Bir Veda15 Hakikat Nerede16 Savaş Siyasete Dahil(mi)dir17 Demokratik Konfederalizmden Demokratik Siyasete18 Öcalan’ın Çağrısı19 SÖZÜ SAVAŞA BENZER20 GAZZE VE SURİYE: BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK21 Egemen bakışın açmazı22 Ezilenlerin çelişkisi23 Sömürgecilik24 Eleştirel özgürlük ve ahlak25 Gösteri Toplumu26 Göçmenler, köylüler ve madenler27 Trajik bir mesele olarak Filistin ve soytarılar28 Taha Abdurrahman29 Sörfçü ve göçebe30 Dayanışma ve kapitalistleşme31 Doğru soruları soramamak32 Göçmenler, kitleler ve linç kültürü33 Filistin direnişi ve sivil itaatsizlik34 Siyasal ahlak35 Fırtına öncesi sessizlik36 Her Dem Yeni Doğarız37 Nükleer silahlanma ve güç zehirlenmesi38 Adalet ve Hakkaniyete Dair39 Yollar ve tarihsicilik40 İhtişam ve sefalet41 İbrahim ve Odysseus42 Yoksullaşma tepkisi, Gazze öfkesi43 VİCDAN MAHKEMESİ44 Yaşama Sevinci45 Heterotopik bir mücadele alanı olarak başörtüsü46 Adaletin dağıtımı, dağıtımın adaleti47 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (2)48 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (1)49 Dilde yurtlanmak (1)50 Fair Play51 Neden52 Siyasal ihtiras53 FİLİSTİN VE HAC54 Sömürgecilik ve maduniyet55 Osmanlı ve cumhuriyet56 KURU OTLAR VE TAŞRA57 Sınırlarda dolaşmak58 İSRAİL59 Gazze'de dile gelen60 Filistin direnişi ve Hamas61 Yeni sömürgecilik62 Savaş ve barış63 Aykırı bir muhafazakâr: Heidegger64 Gandi ve şiddet dışı direniş65 Politikacı, göçmen ve şair66 Nietzsche, Tolstoy ve iyilik67 Trajedinin felsefesi: Dostoyevski ve Nietzsche68 Dini Anarşizim69 Jean Paul Sartre ve özgürlük70 Madunun dili, öfkesidir71 Göçebe tutum72 İttihatçılık ve demokrasi73 Boyun eğmeyen hayalperest: Franz Kafka74 Yollara çıkma vakti75 Müslümanlar, ahlak ve Avrupa76 Islam ve çagdaslik gerilimi77 Islamciligin sagcilasmasi ve ayrilan yollar78 ORUÇLA GELEN79 Pastorallik Fikri ve Raiyetten Insaniyete Dogru Siyaset80 Sessizlik ve Bagis81 Muvahhidden evrensele: Atasoy Müftüoglu (1)82 Paylasma ve Körlük83 Sedat Yenigün Üzerine84 Bayram85 Sorunsallikta Yasamak86 Cahillik87 Bulgur ve Adalet88 Din, Politika ve Felsefe89 20. Yüzyilin Paradigmasi ve Aliya90 Kamusallasma Sikintisi
YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!