Neden

O çocuğun ayaklar altında çiğnendiğini görünce ben de ağladım; o masum insan(lar)ın hapse tıkıldığını, sağır duvarlar içerisinde çürütüldüğünü öğrenince ben de döktüm gözyaşlarımı; kimse bilmese, farkına varmasa, duymasa, duysa bile aldırmasa da ben de feryat ettim, yakardım Tanrı’ya. Ben de düşündüm uzun süre adaletsizlikler hakkında.
Neden
Ümit AKTAS
Ümit AKTAS
Eklenme Tarihi : 31.12.2023
Okunma Sayısı : 514

Neden

O çocuğun ayaklar altında çiğnendiğini görünce ben de ağladım; o masum insan(lar)ın hapse tıkıldığını, sağır duvarlar içerisinde çürütüldüğünü öğrenince ben de döktüm gözyaşlarımı; kimse bilmese, farkına varmasa, duymasa, duysa bile aldırmasa da ben de feryat ettim, yakardım Tanrı’ya. Ben de düşündüm uzun süre adaletsizlikler hakkında.

Zalimlere boyun eğen, haksızlıklara göz yuman, partizan tutumları nedeniyle tüm bunları görmezlikten gelen allameler, bilgeler, düşünürler, yazarlar ve sıradan insanlar hakkında.

Bilerek aslında herkesin mayasının aynı olduğunu, aynı duyarsızlıklarla malul olduklarını da.

Ama yine de feryat ettim insanlığın yazgısı için ve sustum sonunda, tüm sesler kesildiğinde. 

Ben de parçaladım yüreğimi hiç kimse duymasa, bilmese de.

Ama yine çıktım sokaklara, insanların yüzlerine baktım o sağır duvarlara bakar gibi ve orada hiçbir ışıltı göremedim. Hiçbir titreşim, kıpırdama, umur ve duyarlılık.

Gündelik hayatın telaşı içerisine gömülmüş, şehrin acımasız işleyişine köleleşmişlerdi.

Sonu nereye varacağı belirsiz bir yaşamı sürüklemek için dişleri ve tırnaklarıyla tutunmaya çalışmaktaydılar kapıldıkları bu pervasız akışa ve belki de hiçbir şeyin farkında değildiler.

Farkında olsalar da umursamamakta, umursasalar da çaresizliğin özrüne sığınmaktaydılar.

Ben de onlar gibiydim bir bakıma. Sadece anlayışımız, bakışlarımız farklıydı. Onların bakışlarındaki korku ya da heyecan ile benim kaygılarımdı belki ayrışan.

Ama onun ötesinde hepimizin içine bizi kıpırdayamaz kılan meşum bir ağırlık çöreklenivermişti, bir türlü başımızdan atıp da kurtulamadığımız; parmaklarımızı kıpırdayamaz kılan ve duyarlılıklarımızı bastıran. 

Yapabildiğimiz sadece gürültülerimizle sessizliği bastırmak, aykırı bakışlarımızla huzuru örselemek, içinden çıkamadığımız gerçekliği suskunlukla geçiştirmek, baş edemediğimiz yalnızlığımızı kayıtsızca unutabilmek, afili laflar ederek hayata tutunmak ya da retorik cümlelerle hakikati örtbas etmeye çalışmaktan ibaret.

Utanç duyduğumuz biraz da bunlar elbette ve o da kendimize bile itiraf etmekten çekinerek.

O yüzden sığınmaktayız kalabalıklara ve gölgemize karşı bile sakınımlıyız.

Hakikatle yüzleşmeye cesaretimiz olmadığı için çarpıttığımız sözcüklerle mevzuyu başka alanlara kaydırmakta ve orada sınamaktayız artık bir söylemler karmaşası haline gelmiş olan hayatı.

Oysa ne vardı kaybedeceğimiz, neyimiz vardı sakınası olan?

Peki, o zaman neden susmaktaydık?

Neden bakışlarımız eğikti önümüze ve neden yanı başımızdaki o çığlıkları, adaletsizlikleri, haksızlıkları duymazlıktan gelmekteydik?

Neden ilk fırsatta bir bahane bulmaya çalışmaktaydık başımızı öte yana çevirmek için?

Neden gözyaşlarımızı içimize akıtmakta ve kimsecikler görsün istememekteydik?

Neden bir mazlumun elinden tutmuyor, haksızlığa karşı diklenmiyorduk?

Bir yıldırı nasıl bu kadar ürkütücü olabilirdi? Ya da nasıl bir haset bizi de atmaktaydı o sıradanlaşmış kötülüğün içine.

Oysa asıl sorun bunlar da değildi. Kıytırık arzularımızdı bizleri suskun ve devinimsiz kılan.

Dahası farkına varmadığımız bir biçimde zulmün safına doğru sürükleyen. Nasıl da göz yummaktaydık bir çırpıda tüm insanlığımızdan vazgeçmeye.

Nasıl bir arzulayış ki bize de haksızlıklar karşısında suskunlaşmanın adeta bir erdem olduğunu öğretmekteydi. 

Bambaşka biri olabilirdik oysa çok da maliyeti olmayan, çok da bir şey kaybetmeyeceğimiz ama yüreğimizdeki o arılığa da ihanet etmeyeceğimiz.

Sadece biz ve onlar denkleminin parametreleri arasında sıkışmamayı, Hakikati her şeyin, bu tür denklemlerin ve çıkar kaygılarının – açıkçası sürüye aitliğin o sindirilmişliğinin üzerinde tutabilseydik.

Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır dizeleri ve sayfaları atlanarak okunulmuş bir kitabın üzerine biraz tefekkür edilebilsek anlaşılabilecek o insanlığımız üzerine biraz olsun düşünebilseydik.

O zaman adımlarımız daha çevik, yükümüz daha da hafif olurdu. Hayata dair kaygılardan öte, zihnimize boca edilmiş hatta davranışlarımıza bile sirayet etmiş ulusal korkulardan, ülkülerden, çıkarlardan ve tutkulardan azadeleşirdik.

Apartheid duvarları veya ırkçı bakışların ardındaki kamplarda ölüme mahkûm edilmiş olan, genelleşmiş bir zulmün kurbanlarına sağırlaşan kalbimiz belki o zaman biraz olsun duyarlılaşabilirdi.

Belki de o zaman, hemcinslerimizle yer kapma yarışmalarına adanmış, biraz daha statü, biraz daha şöhret, biraz daha konfora ayarlanmış duyarlılıklarımız biraz daha adalete, hakkaniyete, insafa ve merhamete yönelebilirdi.  

İşte o zaman ancak duyulabilirdi sağırlaştığımız bazı sesler ve biraz daha farkına varılabilirdi körleştiğimiz bazı sahnelerin ki orada bazen bir öteki, bazen bir mülteci, bazen bir ezilmiş olurdu görünürleşen.

Ve hatta bir hayvan ya da bir ağaç çıkabilirdi karşımıza, biraz olsun duyarlılığa, seslenişe, yardıma muhtaç olan.

Yeryüzünü salt yağmalanabilir bir hammadde deposu olarak telakki eden bakışlara karşı bir set oluşturabilirdik belki.

Ve tam da o zaman işte durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak feryatlarının daha sahici ve anlamlı bir okunuşu mümkün olabilirdi.

Ve o vakittedir ki şiir, marşların ve sloganların tahakkümünden kurtarılarak tefekkürün ana konusu haline gelir, şair de kendine reva görülmüş sürgünlüğünden kurtulabilirdi.

Ve işte o zaman eleştiri salt aykırı olabilmekten öteye bir anlam kazanır, körleri aydınlatıp sağırlara duyurabilirdi.

O zaman anlardık belki insanımız, bu ister bir ağaç, bir mülteci, bir kadın ya da madun birisi olsun, neden öteki üzerinde düşünemiyor, neden bu sorunları algılayıp cevaplandıramıyor, neden siyanür değil de altın çekiyor dikkatini; neden öldürülen insanların trajedisini değil de SİHA’ların becerisini umursuyor?

Neden bir kitap, bir ezgi, bir şiir, bir özgürleşme mücadelesi karşısında değil de silah sesleriyle heyecanlanıyor?

Neden hep geçmişe dönük övgülü bakışlar bir türlü geleceğe çevrilemiyor?

Neden yurdu üzerine marşlar okurken, şehit olurken, o yurdun bir ağacına, toprağına, suyuna, insanına sahip çıkamıyor, onun üzerinde bir duyarlılık geliştiremiyor?

Neden sevdikleriyle ilgili hassasiyetini genişleterek haksızlığa uğramış mağdura dair sorunları da anlamaya çalışmıyor?

Neden Filistinlinin kapatıldığı o kamplardaki bungunluğunu, çaresizliğini, öfkesini, elinden alınmış insanlığını anlayamıyor?  

Ya da neden Filistinliler hakkında canlanan duyarlılıkları başkaları, sözgelimi Kürtler, mülteciler, KHK’lılar hakkında gösteremiyor?

Neden Filistinliler için istediği barışı ve adaleti bunlar için de istemiyor?

Neden İsrail karşısında ayaklanan adalet ve merhamet duyguları diğer zalimler karşısında sessizleşiyor?

Yazının orjinali için bakınız:https://www.indyturk.com/node/685426/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/neden

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YAZARA AİT BÜTÜN YAZILAR
1 Silahları Yakmak2 İsyan Bile Değil3 Küresel Savaş ve Stratejik Akıl4 Meal/Çeviri Çabaları ve Anlamanın Askıya Alınması5 İLK MÜSLÜMANLAR6 İSLAMCILIK ÜZERİNE7 Barış ve Şükran8 Düşündürücü Bir Veda9 Hakikat Nerede10 Savaş Siyasete Dahil(mi)dir11 Demokratik Konfederalizmden Demokratik Siyasete12 Öcalan’ın Çağrısı13 SÖZÜ SAVAŞA BENZER14 GAZZE VE SURİYE: BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK15 Egemen bakışın açmazı16 Ezilenlerin çelişkisi17 Sömürgecilik18 Eleştirel özgürlük ve ahlak19 Gösteri Toplumu20 Göçmenler, köylüler ve madenler21 Trajik bir mesele olarak Filistin ve soytarılar22 Taha Abdurrahman23 Sörfçü ve göçebe24 Dayanışma ve kapitalistleşme25 Doğru soruları soramamak26 Göçmenler, kitleler ve linç kültürü27 Filistin direnişi ve sivil itaatsizlik28 Siyasal ahlak29 Fırtına öncesi sessizlik30 Her Dem Yeni Doğarız31 Nükleer silahlanma ve güç zehirlenmesi32 Adalet ve Hakkaniyete Dair33 Yollar ve tarihsicilik34 İhtişam ve sefalet35 İbrahim ve Odysseus36 Yoksullaşma tepkisi, Gazze öfkesi37 VİCDAN MAHKEMESİ38 Yaşama Sevinci39 Heterotopik bir mücadele alanı olarak başörtüsü40 Adaletin dağıtımı, dağıtımın adaleti41 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (2)42 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (1)43 Dilde yurtlanmak (1)44 Fair Play45 Neden46 Siyasal ihtiras47 FİLİSTİN VE HAC48 Sömürgecilik ve maduniyet49 Osmanlı ve cumhuriyet50 KURU OTLAR VE TAŞRA51 Sınırlarda dolaşmak52 İSRAİL53 Gazze'de dile gelen54 Filistin direnişi ve Hamas55 Yeni sömürgecilik56 Savaş ve barış57 Aykırı bir muhafazakâr: Heidegger58 Gandi ve şiddet dışı direniş59 Politikacı, göçmen ve şair60 Nietzsche, Tolstoy ve iyilik61 Trajedinin felsefesi: Dostoyevski ve Nietzsche62 Dini Anarşizim63 Jean Paul Sartre ve özgürlük64 Madunun dili, öfkesidir65 Göçebe tutum66 İttihatçılık ve demokrasi67 Boyun eğmeyen hayalperest: Franz Kafka68 Yollara çıkma vakti69 Müslümanlar, ahlak ve Avrupa70 Islam ve çagdaslik gerilimi71 Islamciligin sagcilasmasi ve ayrilan yollar72 ORUÇLA GELEN73 Pastorallik Fikri ve Raiyetten Insaniyete Dogru Siyaset74 Sessizlik ve Bagis75 Muvahhidden evrensele: Atasoy Müftüoglu (1)76 Paylasma ve Körlük77 Sedat Yenigün Üzerine78 Bayram79 Sorunsallikta Yasamak80 Cahillik81 Bulgur ve Adalet82 Din, Politika ve Felsefe83 20. Yüzyilin Paradigmasi ve Aliya84 Kamusallasma Sikintisi
YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!