Neden

O çocuğun ayaklar altında çiğnendiğini görünce ben de ağladım; o masum insan(lar)ın hapse tıkıldığını, sağır duvarlar içerisinde çürütüldüğünü öğrenince ben de döktüm gözyaşlarımı; kimse bilmese, farkına varmasa, duymasa, duysa bile aldırmasa da ben de feryat ettim, yakardım Tanrı’ya. Ben de düşündüm uzun süre adaletsizlikler hakkında.
Neden
Ümit AKTAS
Ümit AKTAS
Eklenme Tarihi : 31.12.2023
Okunma Sayısı : 408

Neden

O çocuğun ayaklar altında çiğnendiğini görünce ben de ağladım; o masum insan(lar)ın hapse tıkıldığını, sağır duvarlar içerisinde çürütüldüğünü öğrenince ben de döktüm gözyaşlarımı; kimse bilmese, farkına varmasa, duymasa, duysa bile aldırmasa da ben de feryat ettim, yakardım Tanrı’ya. Ben de düşündüm uzun süre adaletsizlikler hakkında.

Zalimlere boyun eğen, haksızlıklara göz yuman, partizan tutumları nedeniyle tüm bunları görmezlikten gelen allameler, bilgeler, düşünürler, yazarlar ve sıradan insanlar hakkında.

Bilerek aslında herkesin mayasının aynı olduğunu, aynı duyarsızlıklarla malul olduklarını da.

Ama yine de feryat ettim insanlığın yazgısı için ve sustum sonunda, tüm sesler kesildiğinde. 

Ben de parçaladım yüreğimi hiç kimse duymasa, bilmese de.

Ama yine çıktım sokaklara, insanların yüzlerine baktım o sağır duvarlara bakar gibi ve orada hiçbir ışıltı göremedim. Hiçbir titreşim, kıpırdama, umur ve duyarlılık.

Gündelik hayatın telaşı içerisine gömülmüş, şehrin acımasız işleyişine köleleşmişlerdi.

Sonu nereye varacağı belirsiz bir yaşamı sürüklemek için dişleri ve tırnaklarıyla tutunmaya çalışmaktaydılar kapıldıkları bu pervasız akışa ve belki de hiçbir şeyin farkında değildiler.

Farkında olsalar da umursamamakta, umursasalar da çaresizliğin özrüne sığınmaktaydılar.

Ben de onlar gibiydim bir bakıma. Sadece anlayışımız, bakışlarımız farklıydı. Onların bakışlarındaki korku ya da heyecan ile benim kaygılarımdı belki ayrışan.

Ama onun ötesinde hepimizin içine bizi kıpırdayamaz kılan meşum bir ağırlık çöreklenivermişti, bir türlü başımızdan atıp da kurtulamadığımız; parmaklarımızı kıpırdayamaz kılan ve duyarlılıklarımızı bastıran. 

Yapabildiğimiz sadece gürültülerimizle sessizliği bastırmak, aykırı bakışlarımızla huzuru örselemek, içinden çıkamadığımız gerçekliği suskunlukla geçiştirmek, baş edemediğimiz yalnızlığımızı kayıtsızca unutabilmek, afili laflar ederek hayata tutunmak ya da retorik cümlelerle hakikati örtbas etmeye çalışmaktan ibaret.

Utanç duyduğumuz biraz da bunlar elbette ve o da kendimize bile itiraf etmekten çekinerek.

O yüzden sığınmaktayız kalabalıklara ve gölgemize karşı bile sakınımlıyız.

Hakikatle yüzleşmeye cesaretimiz olmadığı için çarpıttığımız sözcüklerle mevzuyu başka alanlara kaydırmakta ve orada sınamaktayız artık bir söylemler karmaşası haline gelmiş olan hayatı.

Oysa ne vardı kaybedeceğimiz, neyimiz vardı sakınası olan?

Peki, o zaman neden susmaktaydık?

Neden bakışlarımız eğikti önümüze ve neden yanı başımızdaki o çığlıkları, adaletsizlikleri, haksızlıkları duymazlıktan gelmekteydik?

Neden ilk fırsatta bir bahane bulmaya çalışmaktaydık başımızı öte yana çevirmek için?

Neden gözyaşlarımızı içimize akıtmakta ve kimsecikler görsün istememekteydik?

Neden bir mazlumun elinden tutmuyor, haksızlığa karşı diklenmiyorduk?

Bir yıldırı nasıl bu kadar ürkütücü olabilirdi? Ya da nasıl bir haset bizi de atmaktaydı o sıradanlaşmış kötülüğün içine.

Oysa asıl sorun bunlar da değildi. Kıytırık arzularımızdı bizleri suskun ve devinimsiz kılan.

Dahası farkına varmadığımız bir biçimde zulmün safına doğru sürükleyen. Nasıl da göz yummaktaydık bir çırpıda tüm insanlığımızdan vazgeçmeye.

Nasıl bir arzulayış ki bize de haksızlıklar karşısında suskunlaşmanın adeta bir erdem olduğunu öğretmekteydi. 

Bambaşka biri olabilirdik oysa çok da maliyeti olmayan, çok da bir şey kaybetmeyeceğimiz ama yüreğimizdeki o arılığa da ihanet etmeyeceğimiz.

Sadece biz ve onlar denkleminin parametreleri arasında sıkışmamayı, Hakikati her şeyin, bu tür denklemlerin ve çıkar kaygılarının – açıkçası sürüye aitliğin o sindirilmişliğinin üzerinde tutabilseydik.

Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır dizeleri ve sayfaları atlanarak okunulmuş bir kitabın üzerine biraz tefekkür edilebilsek anlaşılabilecek o insanlığımız üzerine biraz olsun düşünebilseydik.

O zaman adımlarımız daha çevik, yükümüz daha da hafif olurdu. Hayata dair kaygılardan öte, zihnimize boca edilmiş hatta davranışlarımıza bile sirayet etmiş ulusal korkulardan, ülkülerden, çıkarlardan ve tutkulardan azadeleşirdik.

Apartheid duvarları veya ırkçı bakışların ardındaki kamplarda ölüme mahkûm edilmiş olan, genelleşmiş bir zulmün kurbanlarına sağırlaşan kalbimiz belki o zaman biraz olsun duyarlılaşabilirdi.

Belki de o zaman, hemcinslerimizle yer kapma yarışmalarına adanmış, biraz daha statü, biraz daha şöhret, biraz daha konfora ayarlanmış duyarlılıklarımız biraz daha adalete, hakkaniyete, insafa ve merhamete yönelebilirdi.  

İşte o zaman ancak duyulabilirdi sağırlaştığımız bazı sesler ve biraz daha farkına varılabilirdi körleştiğimiz bazı sahnelerin ki orada bazen bir öteki, bazen bir mülteci, bazen bir ezilmiş olurdu görünürleşen.

Ve hatta bir hayvan ya da bir ağaç çıkabilirdi karşımıza, biraz olsun duyarlılığa, seslenişe, yardıma muhtaç olan.

Yeryüzünü salt yağmalanabilir bir hammadde deposu olarak telakki eden bakışlara karşı bir set oluşturabilirdik belki.

Ve tam da o zaman işte durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak feryatlarının daha sahici ve anlamlı bir okunuşu mümkün olabilirdi.

Ve o vakittedir ki şiir, marşların ve sloganların tahakkümünden kurtarılarak tefekkürün ana konusu haline gelir, şair de kendine reva görülmüş sürgünlüğünden kurtulabilirdi.

Ve işte o zaman eleştiri salt aykırı olabilmekten öteye bir anlam kazanır, körleri aydınlatıp sağırlara duyurabilirdi.

O zaman anlardık belki insanımız, bu ister bir ağaç, bir mülteci, bir kadın ya da madun birisi olsun, neden öteki üzerinde düşünemiyor, neden bu sorunları algılayıp cevaplandıramıyor, neden siyanür değil de altın çekiyor dikkatini; neden öldürülen insanların trajedisini değil de SİHA’ların becerisini umursuyor?

Neden bir kitap, bir ezgi, bir şiir, bir özgürleşme mücadelesi karşısında değil de silah sesleriyle heyecanlanıyor?

Neden hep geçmişe dönük övgülü bakışlar bir türlü geleceğe çevrilemiyor?

Neden yurdu üzerine marşlar okurken, şehit olurken, o yurdun bir ağacına, toprağına, suyuna, insanına sahip çıkamıyor, onun üzerinde bir duyarlılık geliştiremiyor?

Neden sevdikleriyle ilgili hassasiyetini genişleterek haksızlığa uğramış mağdura dair sorunları da anlamaya çalışmıyor?

Neden Filistinlinin kapatıldığı o kamplardaki bungunluğunu, çaresizliğini, öfkesini, elinden alınmış insanlığını anlayamıyor?  

Ya da neden Filistinliler hakkında canlanan duyarlılıkları başkaları, sözgelimi Kürtler, mülteciler, KHK’lılar hakkında gösteremiyor?

Neden Filistinliler için istediği barışı ve adaleti bunlar için de istemiyor?

Neden İsrail karşısında ayaklanan adalet ve merhamet duyguları diğer zalimler karşısında sessizleşiyor?

Yazının orjinali için bakınız:https://www.indyturk.com/node/685426/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/neden

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YAZARA AİT BÜTÜN YAZILAR
1 Hakikat Nerede2 Savaş Siyasete Dahil(mi)dir3 Demokratik Konfederalizmden Demokratik Siyasete4 Öcalan’ın Çağrısı5 SÖZÜ SAVAŞA BENZER6 GAZZE VE SURİYE: BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK7 Egemen bakışın açmazı8 Ezilenlerin çelişkisi9 Sömürgecilik10 Eleştirel özgürlük ve ahlak11 Gösteri Toplumu12 Göçmenler, köylüler ve madenler13 Trajik bir mesele olarak Filistin ve soytarılar14 Taha Abdurrahman15 Sörfçü ve göçebe16 Dayanışma ve kapitalistleşme17 Doğru soruları soramamak18 Göçmenler, kitleler ve linç kültürü19 Filistin direnişi ve sivil itaatsizlik20 Siyasal ahlak21 Fırtına öncesi sessizlik22 Her Dem Yeni Doğarız23 Nükleer silahlanma ve güç zehirlenmesi24 Adalet ve Hakkaniyete Dair25 Yollar ve tarihsicilik26 İhtişam ve sefalet27 İbrahim ve Odysseus28 Yoksullaşma tepkisi, Gazze öfkesi29 VİCDAN MAHKEMESİ30 Yaşama Sevinci31 Heterotopik bir mücadele alanı olarak başörtüsü32 Adaletin dağıtımı, dağıtımın adaleti33 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (2)34 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (1)35 Dilde yurtlanmak (1)36 Fair Play37 Neden38 Siyasal ihtiras39 FİLİSTİN VE HAC40 Sömürgecilik ve maduniyet41 Osmanlı ve cumhuriyet42 KURU OTLAR VE TAŞRA43 Sınırlarda dolaşmak44 İSRAİL45 Gazze'de dile gelen46 Filistin direnişi ve Hamas47 Yeni sömürgecilik48 Savaş ve barış49 Aykırı bir muhafazakâr: Heidegger50 Gandi ve şiddet dışı direniş51 Politikacı, göçmen ve şair52 Nietzsche, Tolstoy ve iyilik53 Trajedinin felsefesi: Dostoyevski ve Nietzsche54 Dini Anarşizim55 Jean Paul Sartre ve özgürlük56 Madunun dili, öfkesidir57 Göçebe tutum58 İttihatçılık ve demokrasi59 Boyun eğmeyen hayalperest: Franz Kafka60 Yollara çıkma vakti61 Müslümanlar, ahlak ve Avrupa62 Islam ve çagdaslik gerilimi63 Islamciligin sagcilasmasi ve ayrilan yollar64 ORUÇLA GELEN65 Pastorallik Fikri ve Raiyetten Insaniyete Dogru Siyaset66 Sessizlik ve Bagis67 Muvahhidden evrensele: Atasoy Müftüoglu (1)68 Paylasma ve Körlük69 Sedat Yenigün Üzerine70 Bayram71 Sorunsallikta Yasamak72 Cahillik73 Bulgur ve Adalet74 Din, Politika ve Felsefe75 20. Yüzyilin Paradigmasi ve Aliya76 Kamusallasma Sikintisi
YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!