Neden

O çocuğun ayaklar altında çiğnendiğini görünce ben de ağladım; o masum insan(lar)ın hapse tıkıldığını, sağır duvarlar içerisinde çürütüldüğünü öğrenince ben de döktüm gözyaşlarımı; kimse bilmese, farkına varmasa, duymasa, duysa bile aldırmasa da ben de feryat ettim, yakardım Tanrı’ya. Ben de düşündüm uzun süre adaletsizlikler hakkında.
Neden
Ümit AKTAS
Ümit AKTAS
Eklenme Tarihi : 31.12.2023
Okunma Sayısı : 638

Neden

O çocuğun ayaklar altında çiğnendiğini görünce ben de ağladım; o masum insan(lar)ın hapse tıkıldığını, sağır duvarlar içerisinde çürütüldüğünü öğrenince ben de döktüm gözyaşlarımı; kimse bilmese, farkına varmasa, duymasa, duysa bile aldırmasa da ben de feryat ettim, yakardım Tanrı’ya. Ben de düşündüm uzun süre adaletsizlikler hakkında.

Zalimlere boyun eğen, haksızlıklara göz yuman, partizan tutumları nedeniyle tüm bunları görmezlikten gelen allameler, bilgeler, düşünürler, yazarlar ve sıradan insanlar hakkında.

Bilerek aslında herkesin mayasının aynı olduğunu, aynı duyarsızlıklarla malul olduklarını da.

Ama yine de feryat ettim insanlığın yazgısı için ve sustum sonunda, tüm sesler kesildiğinde. 

Ben de parçaladım yüreğimi hiç kimse duymasa, bilmese de.

Ama yine çıktım sokaklara, insanların yüzlerine baktım o sağır duvarlara bakar gibi ve orada hiçbir ışıltı göremedim. Hiçbir titreşim, kıpırdama, umur ve duyarlılık.

Gündelik hayatın telaşı içerisine gömülmüş, şehrin acımasız işleyişine köleleşmişlerdi.

Sonu nereye varacağı belirsiz bir yaşamı sürüklemek için dişleri ve tırnaklarıyla tutunmaya çalışmaktaydılar kapıldıkları bu pervasız akışa ve belki de hiçbir şeyin farkında değildiler.

Farkında olsalar da umursamamakta, umursasalar da çaresizliğin özrüne sığınmaktaydılar.

Ben de onlar gibiydim bir bakıma. Sadece anlayışımız, bakışlarımız farklıydı. Onların bakışlarındaki korku ya da heyecan ile benim kaygılarımdı belki ayrışan.

Ama onun ötesinde hepimizin içine bizi kıpırdayamaz kılan meşum bir ağırlık çöreklenivermişti, bir türlü başımızdan atıp da kurtulamadığımız; parmaklarımızı kıpırdayamaz kılan ve duyarlılıklarımızı bastıran. 

Yapabildiğimiz sadece gürültülerimizle sessizliği bastırmak, aykırı bakışlarımızla huzuru örselemek, içinden çıkamadığımız gerçekliği suskunlukla geçiştirmek, baş edemediğimiz yalnızlığımızı kayıtsızca unutabilmek, afili laflar ederek hayata tutunmak ya da retorik cümlelerle hakikati örtbas etmeye çalışmaktan ibaret.

Utanç duyduğumuz biraz da bunlar elbette ve o da kendimize bile itiraf etmekten çekinerek.

O yüzden sığınmaktayız kalabalıklara ve gölgemize karşı bile sakınımlıyız.

Hakikatle yüzleşmeye cesaretimiz olmadığı için çarpıttığımız sözcüklerle mevzuyu başka alanlara kaydırmakta ve orada sınamaktayız artık bir söylemler karmaşası haline gelmiş olan hayatı.

Oysa ne vardı kaybedeceğimiz, neyimiz vardı sakınası olan?

Peki, o zaman neden susmaktaydık?

Neden bakışlarımız eğikti önümüze ve neden yanı başımızdaki o çığlıkları, adaletsizlikleri, haksızlıkları duymazlıktan gelmekteydik?

Neden ilk fırsatta bir bahane bulmaya çalışmaktaydık başımızı öte yana çevirmek için?

Neden gözyaşlarımızı içimize akıtmakta ve kimsecikler görsün istememekteydik?

Neden bir mazlumun elinden tutmuyor, haksızlığa karşı diklenmiyorduk?

Bir yıldırı nasıl bu kadar ürkütücü olabilirdi? Ya da nasıl bir haset bizi de atmaktaydı o sıradanlaşmış kötülüğün içine.

Oysa asıl sorun bunlar da değildi. Kıytırık arzularımızdı bizleri suskun ve devinimsiz kılan.

Dahası farkına varmadığımız bir biçimde zulmün safına doğru sürükleyen. Nasıl da göz yummaktaydık bir çırpıda tüm insanlığımızdan vazgeçmeye.

Nasıl bir arzulayış ki bize de haksızlıklar karşısında suskunlaşmanın adeta bir erdem olduğunu öğretmekteydi. 

Bambaşka biri olabilirdik oysa çok da maliyeti olmayan, çok da bir şey kaybetmeyeceğimiz ama yüreğimizdeki o arılığa da ihanet etmeyeceğimiz.

Sadece biz ve onlar denkleminin parametreleri arasında sıkışmamayı, Hakikati her şeyin, bu tür denklemlerin ve çıkar kaygılarının – açıkçası sürüye aitliğin o sindirilmişliğinin üzerinde tutabilseydik.

Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır dizeleri ve sayfaları atlanarak okunulmuş bir kitabın üzerine biraz tefekkür edilebilsek anlaşılabilecek o insanlığımız üzerine biraz olsun düşünebilseydik.

O zaman adımlarımız daha çevik, yükümüz daha da hafif olurdu. Hayata dair kaygılardan öte, zihnimize boca edilmiş hatta davranışlarımıza bile sirayet etmiş ulusal korkulardan, ülkülerden, çıkarlardan ve tutkulardan azadeleşirdik.

Apartheid duvarları veya ırkçı bakışların ardındaki kamplarda ölüme mahkûm edilmiş olan, genelleşmiş bir zulmün kurbanlarına sağırlaşan kalbimiz belki o zaman biraz olsun duyarlılaşabilirdi.

Belki de o zaman, hemcinslerimizle yer kapma yarışmalarına adanmış, biraz daha statü, biraz daha şöhret, biraz daha konfora ayarlanmış duyarlılıklarımız biraz daha adalete, hakkaniyete, insafa ve merhamete yönelebilirdi.  

İşte o zaman ancak duyulabilirdi sağırlaştığımız bazı sesler ve biraz daha farkına varılabilirdi körleştiğimiz bazı sahnelerin ki orada bazen bir öteki, bazen bir mülteci, bazen bir ezilmiş olurdu görünürleşen.

Ve hatta bir hayvan ya da bir ağaç çıkabilirdi karşımıza, biraz olsun duyarlılığa, seslenişe, yardıma muhtaç olan.

Yeryüzünü salt yağmalanabilir bir hammadde deposu olarak telakki eden bakışlara karşı bir set oluşturabilirdik belki.

Ve tam da o zaman işte durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak feryatlarının daha sahici ve anlamlı bir okunuşu mümkün olabilirdi.

Ve o vakittedir ki şiir, marşların ve sloganların tahakkümünden kurtarılarak tefekkürün ana konusu haline gelir, şair de kendine reva görülmüş sürgünlüğünden kurtulabilirdi.

Ve işte o zaman eleştiri salt aykırı olabilmekten öteye bir anlam kazanır, körleri aydınlatıp sağırlara duyurabilirdi.

O zaman anlardık belki insanımız, bu ister bir ağaç, bir mülteci, bir kadın ya da madun birisi olsun, neden öteki üzerinde düşünemiyor, neden bu sorunları algılayıp cevaplandıramıyor, neden siyanür değil de altın çekiyor dikkatini; neden öldürülen insanların trajedisini değil de SİHA’ların becerisini umursuyor?

Neden bir kitap, bir ezgi, bir şiir, bir özgürleşme mücadelesi karşısında değil de silah sesleriyle heyecanlanıyor?

Neden hep geçmişe dönük övgülü bakışlar bir türlü geleceğe çevrilemiyor?

Neden yurdu üzerine marşlar okurken, şehit olurken, o yurdun bir ağacına, toprağına, suyuna, insanına sahip çıkamıyor, onun üzerinde bir duyarlılık geliştiremiyor?

Neden sevdikleriyle ilgili hassasiyetini genişleterek haksızlığa uğramış mağdura dair sorunları da anlamaya çalışmıyor?

Neden Filistinlinin kapatıldığı o kamplardaki bungunluğunu, çaresizliğini, öfkesini, elinden alınmış insanlığını anlayamıyor?  

Ya da neden Filistinliler hakkında canlanan duyarlılıkları başkaları, sözgelimi Kürtler, mülteciler, KHK’lılar hakkında gösteremiyor?

Neden Filistinliler için istediği barışı ve adaleti bunlar için de istemiyor?

Neden İsrail karşısında ayaklanan adalet ve merhamet duyguları diğer zalimler karşısında sessizleşiyor?

Yazının orjinali için bakınız:https://www.indyturk.com/node/685426/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/neden

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YAZARA AİT BÜTÜN YAZILAR
1 Gazze, Rojava ve Zeytin Ağacı2 Türkiye ve İsrail3 Gazze ve Dost Bildiklerin Sessizliği4 NEOFAŞİZM5 Başka Türlü Yapmak6 Yozlaşma ve Çöküş7 Silahları Yakmak8 İsyan Bile Değil9 Küresel Savaş ve Stratejik Akıl10 Meal/Çeviri Çabaları ve Anlamanın Askıya Alınması11 İLK MÜSLÜMANLAR12 İSLAMCILIK ÜZERİNE13 Barış ve Şükran14 Düşündürücü Bir Veda15 Hakikat Nerede16 Savaş Siyasete Dahil(mi)dir17 Demokratik Konfederalizmden Demokratik Siyasete18 Öcalan’ın Çağrısı19 SÖZÜ SAVAŞA BENZER20 GAZZE VE SURİYE: BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK21 Egemen bakışın açmazı22 Ezilenlerin çelişkisi23 Sömürgecilik24 Eleştirel özgürlük ve ahlak25 Gösteri Toplumu26 Göçmenler, köylüler ve madenler27 Trajik bir mesele olarak Filistin ve soytarılar28 Taha Abdurrahman29 Sörfçü ve göçebe30 Dayanışma ve kapitalistleşme31 Doğru soruları soramamak32 Göçmenler, kitleler ve linç kültürü33 Filistin direnişi ve sivil itaatsizlik34 Siyasal ahlak35 Fırtına öncesi sessizlik36 Her Dem Yeni Doğarız37 Nükleer silahlanma ve güç zehirlenmesi38 Adalet ve Hakkaniyete Dair39 Yollar ve tarihsicilik40 İhtişam ve sefalet41 İbrahim ve Odysseus42 Yoksullaşma tepkisi, Gazze öfkesi43 VİCDAN MAHKEMESİ44 Yaşama Sevinci45 Heterotopik bir mücadele alanı olarak başörtüsü46 Adaletin dağıtımı, dağıtımın adaleti47 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (2)48 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (1)49 Dilde yurtlanmak (1)50 Fair Play51 Neden52 Siyasal ihtiras53 FİLİSTİN VE HAC54 Sömürgecilik ve maduniyet55 Osmanlı ve cumhuriyet56 KURU OTLAR VE TAŞRA57 Sınırlarda dolaşmak58 İSRAİL59 Gazze'de dile gelen60 Filistin direnişi ve Hamas61 Yeni sömürgecilik62 Savaş ve barış63 Aykırı bir muhafazakâr: Heidegger64 Gandi ve şiddet dışı direniş65 Politikacı, göçmen ve şair66 Nietzsche, Tolstoy ve iyilik67 Trajedinin felsefesi: Dostoyevski ve Nietzsche68 Dini Anarşizim69 Jean Paul Sartre ve özgürlük70 Madunun dili, öfkesidir71 Göçebe tutum72 İttihatçılık ve demokrasi73 Boyun eğmeyen hayalperest: Franz Kafka74 Yollara çıkma vakti75 Müslümanlar, ahlak ve Avrupa76 Islam ve çagdaslik gerilimi77 Islamciligin sagcilasmasi ve ayrilan yollar78 ORUÇLA GELEN79 Pastorallik Fikri ve Raiyetten Insaniyete Dogru Siyaset80 Sessizlik ve Bagis81 Muvahhidden evrensele: Atasoy Müftüoglu (1)82 Paylasma ve Körlük83 Sedat Yenigün Üzerine84 Bayram85 Sorunsallikta Yasamak86 Cahillik87 Bulgur ve Adalet88 Din, Politika ve Felsefe89 20. Yüzyilin Paradigmasi ve Aliya90 Kamusallasma Sikintisi
YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!