Sörfçü ve göçebe

Kimilerinin yolculuğu her yükselen dalganın tepesinde durmaya çalışan sörfçüler gibi hep en yüksekte durmayı hedefler. Amaçları bir yere varmak da değil, bir yerde durmaktır. O nedenle yükselen her dalganın imkânından salt bu biçimsel amaçla yararlanır, şu veya bu’yu ayırt etmeksizin her yükselen dalganın üstünde durmayı bir marifet bilirler.
Sörfçü ve göçebe
Ümit AKTAS
Ümit AKTAS
Eklenme Tarihi : 2.08.2024
Okunma Sayısı : 342

Sörfçü ve göçebe

Kimilerinin yolculuğu her yükselen dalganın tepesinde durmaya çalışan sörfçüler gibi hep en yüksekte durmayı hedefler. Amaçları bir yere varmak da değil, bir yerde durmaktır. O nedenle yükselen her dalganın imkânından salt bu biçimsel amaçla yararlanır, şu veya bu’yu ayırt etmeksizin her yükselen dalganın üstünde durmayı bir marifet bilirler.

Göçebe ise bir yere varma veya bir yerde durma derdinde değildir. Onunkisi sonu gelmeyen bir seferiliktir. Yolculuğunun amacı doğrudan yolda olmak’tır ve dolayısıyla da kimi yükselen kimi de alçalan bir seyir izlese de sürdürür yolculuğunu. Kimi sefa sürse de kimi de kahır çeker ama seferiliğin o temel misyonundan asla kopmaz. Zira onun için aslolan yolculuk değil, yolda’lık, yolda oluş’tur.

 

Göçebelik, mekânsal bir alandaki devinimsellikten ziyade felsefi ve zamansal bir yolculuktur. Bir yayılmadan çok derinleşmeyi veya yücelmeyi çağrıştırır. Kimileyin mekânını değiştirse de aslında hep bir yere, yani göçebe duruma aittir. Yerleşik olduğu hallerde bile, bulunduğu yerde bir göçebedir. Zira bu sadece mekânsallıkla ve yurtlanmakla ilgili bir mevzu değil, düşünsel, dahası ahlaki bir tutumdur. Dolayısıyla kentlerin ya da iktidarların çeperlerinde yaşayan ve şehrin ya da iktidarın küresel icbara dayanan değişimine rağmen kendi sosyolojilerini koruyan ama değişime karşı da duyarsız kalmayıp vaziyet alan kesimler, değişen mekânlarla birlikte değişseler de özsel tutumlarını korudukları sürece göçebeliklerini sürdürmektedirler. Buradaki kendilik meselesi sorunlu olsa da, bunun özünde belli bir tutum, özellikle de iktidara araçsallaşmaya ve kapitalistleşmeye karşı bir tutum olduğu ortadadır.

Göçebelik bir açıdan da sınırlarda, kıyılarda yaşamakla ilgilidir ve hatta arada olmak’la. Sosyolojilerin kesiştiği ama karışmadığı bir aradalık’ta, arâf’ta yani. Bu, mütehakkim güçlerin ezdiği, yoksadığı kesimleri bir dile, düşünceye kavuşturma çabasıdır ki çoğu zaman ezilenlere rağmen de bir mücadeledir. Zira ezilenler de ezildikleri o toplumsal durumu, ezilmişlik halini yani, çoğu kez bir yaşam biçimi ve alanı olarak savunurlar ve adeta bir özgürleşme ürküntüsü içindedirler.

Arâf’ta olmak ise tahakküm ve ezilmişliğin oluşturduğu sosyolojik mekânın birbiri içinliğine dair verili duruma itiraz ve bu denklemi bozmak için bir savaşımdır. Bu arada oluş, tıpkı birbirine karışmayan o iki denizin karşılaştığı ara misali, her iki duruma karışmasa da, bu durumları etkileyen, değiştiren ve hatta tanımlayan bir farklılıktır. Kur’an’ın arâf olarak tanımladığı bir yüksek bakış (irfan)’tır.  Arâf bir mekân mıdır, mekândakiler midir yoksa bunların bütünleştiği bir kavramsallık mıdır? Buna karar verecek olan da durumun kendine özgülüğü, özgüllüğüdür.

O ara sosyolojiye ait oluş çoğu kez kafaları karıştıracaktır. Belirgin olansa iktidarın yerleşikliğine aitleşemeyen bir ayrıksılıktır. Bu aradalığı mekânsal değil de kavramsal bir oluş, yerleşik bir dile ve davranış kodlarına aidiyet anlamının ötesinde devinimsel ve kavramsal bir yurtlanma olarak tanımlayabiliriz. Göçebe oluş,  yerleşikliği, yerliliği, bir mekâna aitliği, bir tür iktidara eğilim ve tâbilik olarak görür. İktidar bir hiyerarşidir çünkü, birbirine buyruklarla raptedilen. Ve orada durağanlaşmak, durgunlaşmak, akışkanlığını/seferiliğini, dolayısıyla da irfanını yitirmektir. Değişmekten ve değişirken değiştirmekten uzaklaşmaktır. Oysa göçebe oluş çekinmez yerini-yurdunu değiştirmekten. Çünkü bu, özgürleşmenin yegâne imkânıdır. Değişmediği zaman göçebeliği kadar etkinliğini de yitirecektir. Bu nedenle göçebe tutum kaçınmaz yüzleşmelerden. Fark şudur sadece: İktidar mukimken üretken, o ise göçebeyken yaratıcıdır.

Göçebe tutum, bedeviliğe ya da göçerliğe dair bir durum değil, kavramsal bir tutumdur. Ayağını coğrafyaya veya iktidara değil, birini ahlaka diğerini ise felsefeye basar.  Kendi asliyetini korumak için mevzisinde diretir. Coğrafyayı kaderleştirmiş, yorgunluğundan durulmuş değildir. Yolculuğu karakteristiktir. İktidara meydan okumak için kavramsal silahlar ve direngen sosyolojiler üretir. Sürekli yenilir belki ama her yenilgisinden zaferle çıkar. Çünkü bu halde bile konumunu ya da tutumunu değiştirmek zorunda kalan iktidardır. Göçebenin yolculuğu kavramsal bir yolculuktur ve bu yüzden de mekâna değil de kavrama sadakat duyar. Cemaatine değil, Tanrı’ya iman eder. Bu yüzden mekânını ve cemaatini değiştirmekten korkmaz; cemaatini veya mekânını değiştirse de istikametini/kıblesini ve stratejisini/hikmeti korur.

Bütün bunları yazarken aklımın bir kenarında son sıralardaki süregiden İslamcılık tartışmaları var. Yıllar önce dönemin şartları icabı buna eklemlenen çeşitli ikbalperestler, tıpkı bir sörfçünün içgüdüsel sezgileriyle bu yükselmekte olan sosyolojik dalganın istikbalinden yararlanmaya koştular. Akışa katıldılarsa da özündeki felsefi söylem ve ütopik tutum umurlarında değildi. Umursadıkları sadece yükselmekte olan o dalgaydı. Süreç içerisinde ikbalperestlerin bir kısmı iktidarı ele geçirdi (daha doğrusu iktidarın pençelerince ele geçirildiler), bir kısmı ise doğal olarak sürecin dışında kaldı. İşte o dışarıda kalanlar bu kez farklı dalgaları yakalamak için sörfçü güdülerinin ardından koşmayı sürdürdüler. Ama tıpkı ırmaktan geçerken bir yudum su almakla yetinenler gibi sürecin içerisinden geçenler ise yola ve yoldaşlara değil de yolculuğa dikkat kesildikleri için kendi asli istikametlerini korudular.

İslamcılığın bir ideoloji olarak yükseldiği o günler geride kaldı belki ama sel gitse de kumu kalır. Zira İslamcılığın özü dünyayı yeni şartlarda yorumlama ve gidişata karşı nübüvvet geleneğine dayanan bir tutum alma çabasıdır. İnsanın temel vasfının hayatın anlamını cevaplamak olduğu yerde, elbette ki bu çaba kendisine eklemlenen veya bu eklemlenme biçimlerini başka yollarla sürdürenlerden beri ve müstağnidir. Temeldeki o çaba ve tutum ise devam etmektedir. Bu tutum içerisinde olanlar dikkatlerini yoldaşlarından önce yola, o yolun kendisini sürükleyen anlamına verir. Yoldaşlar gelir gider, artar eksilir ama hayata dair o temel kaygı kesintisiz bir biçimde dikkatini ve devinimini sürdürür.

Buradaki sorun, yoldaşların kaypaklığı veya mürailiği değil, yolculuğun istikametinde olup olmayışıdır. Gürültücü yoldaşlardansa sükûnet elbette ki yeğdir. Umut ve anlam içinse kalabalığa ihtiyaç yoktur. Yaratıcıyla bağın korunduğu bir itidal, yolculuğun temel düsturudur.

İslamcılık, yandaşlarının çoğu tarafından olduğu gibi muarızlarınca da siyasal İslam olarak anlaşılsa da, günümüzde iktidar muhterislerinden kurtulduğu gibi yükselen bir dalga olma hususiyetini de kaybetmiş durumda. Bu durumda geride kalan bakiye ise ister istemez siyasetle daha mesafeli, insan hakları perspektifine ve sivil topluma yakın bir kesim. Hakkaniyet peşinde, zorbalığa ve haksızlığa karşı, adalet ve insaniyet duygularını ve savunusunu sürdüren bu kesim, beri yandan tüm dünyadaki siyasal ve düşünsel gelişmelerle de eşgüdüm sağlamaya çalışmakta. Dolayısıyla okumalar çeşitlendiği gibi bakış açıları da zenginleşmekte.  

Bu şartlar altında geleceğe olduğu kadar geçmişe dair okumalar ve bakışlar da farklılaşmakta. Dolayısıyla bu eğilimin izleği: Ali Şeriati’nin uğrunda ölüme yürüdüğü bir özgürleşme çabası, Aliya’nın hayata geçirme mücadelesi verdiği o temel şiarı olan otokrasinin reddi, Franz Fanoncu bir sömürgecilik karşıtlığı, Roger Garaudy’nin kavliyle bir kurtuluş ilahiyatı, Michel Foucault’nun deyişiyle bir siyasi maneviyat arayışı, Gayatri Spivak’ın öğrettiği postkolonyal bir madunluktan çıkma çabası, Edward Said’in yolunu açtığı oryantalist tahakkümü açığa çıkarma gayreti, Gandi ve Abdulgaffar Han’ın verdikleri hakkaniyete dayanan bir toplumsal özerklik mücadelesi, Seyyid Kutub’un onu ölüme götüren tavrıyla kapitalizme ve her türlü ırkçılığa (sınıf ırkçılığı, etnik ırkçılık, dinsel ırkçılık) karşıtlık, Fazlur Rahman’ın İslami yenilenme cehdidir… 

Yazının orijinali için bakınız: https://www.indyturk.com/node/740516/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/s%C3%B6rf%C3%A7%C3%BC-ve-g%C3%B6%C3%A7ebe

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YAZARA AİT BÜTÜN YAZILAR
1 Silahları Yakmak2 İsyan Bile Değil3 Küresel Savaş ve Stratejik Akıl4 Meal/Çeviri Çabaları ve Anlamanın Askıya Alınması5 İLK MÜSLÜMANLAR6 İSLAMCILIK ÜZERİNE7 Barış ve Şükran8 Düşündürücü Bir Veda9 Hakikat Nerede10 Savaş Siyasete Dahil(mi)dir11 Demokratik Konfederalizmden Demokratik Siyasete12 Öcalan’ın Çağrısı13 SÖZÜ SAVAŞA BENZER14 GAZZE VE SURİYE: BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK15 Egemen bakışın açmazı16 Ezilenlerin çelişkisi17 Sömürgecilik18 Eleştirel özgürlük ve ahlak19 Gösteri Toplumu20 Göçmenler, köylüler ve madenler21 Trajik bir mesele olarak Filistin ve soytarılar22 Taha Abdurrahman23 Sörfçü ve göçebe24 Dayanışma ve kapitalistleşme25 Doğru soruları soramamak26 Göçmenler, kitleler ve linç kültürü27 Filistin direnişi ve sivil itaatsizlik28 Siyasal ahlak29 Fırtına öncesi sessizlik30 Her Dem Yeni Doğarız31 Nükleer silahlanma ve güç zehirlenmesi32 Adalet ve Hakkaniyete Dair33 Yollar ve tarihsicilik34 İhtişam ve sefalet35 İbrahim ve Odysseus36 Yoksullaşma tepkisi, Gazze öfkesi37 VİCDAN MAHKEMESİ38 Yaşama Sevinci39 Heterotopik bir mücadele alanı olarak başörtüsü40 Adaletin dağıtımı, dağıtımın adaleti41 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (2)42 Humeyni, devrim ve velayet-i fakihlik meselesi (1)43 Dilde yurtlanmak (1)44 Fair Play45 Neden46 Siyasal ihtiras47 FİLİSTİN VE HAC48 Sömürgecilik ve maduniyet49 Osmanlı ve cumhuriyet50 KURU OTLAR VE TAŞRA51 Sınırlarda dolaşmak52 İSRAİL53 Gazze'de dile gelen54 Filistin direnişi ve Hamas55 Yeni sömürgecilik56 Savaş ve barış57 Aykırı bir muhafazakâr: Heidegger58 Gandi ve şiddet dışı direniş59 Politikacı, göçmen ve şair60 Nietzsche, Tolstoy ve iyilik61 Trajedinin felsefesi: Dostoyevski ve Nietzsche62 Dini Anarşizim63 Jean Paul Sartre ve özgürlük64 Madunun dili, öfkesidir65 Göçebe tutum66 İttihatçılık ve demokrasi67 Boyun eğmeyen hayalperest: Franz Kafka68 Yollara çıkma vakti69 Müslümanlar, ahlak ve Avrupa70 Islam ve çagdaslik gerilimi71 Islamciligin sagcilasmasi ve ayrilan yollar72 ORUÇLA GELEN73 Pastorallik Fikri ve Raiyetten Insaniyete Dogru Siyaset74 Sessizlik ve Bagis75 Muvahhidden evrensele: Atasoy Müftüoglu (1)76 Paylasma ve Körlük77 Sedat Yenigün Üzerine78 Bayram79 Sorunsallikta Yasamak80 Cahillik81 Bulgur ve Adalet82 Din, Politika ve Felsefe83 20. Yüzyilin Paradigmasi ve Aliya84 Kamusallasma Sikintisi
YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!