TOPRAĞA YAZIYORUM 1-5

Ayaklarım Malatya’nın eski sokaklarında kerpiç evlerin hafızasını okşuyor. Hangi eve girsem, hangi kahvehanenin kapısından baksam, yüzler tanıdık ama bir o kadar uzak. İçimde tek bir şey var: Yazmak. Ama kime?
TOPRAĞA YAZIYORUM 1-5
Asım DEMİRKÖK
Asım DEMİRKÖK
Eklenme Tarihi : 12.09.2025
Okunma Sayısı : 45

Toprağa mı Yazsam 1

 

Ayaklarım Malatya’nın eski sokaklarında kerpiç evlerin hafızasını okşuyor. Hangi eve girsem, hangi kahvehanenin kapısından baksam, yüzler tanıdık ama bir o kadar uzak. İçimde tek bir şey var: Yazmak. Ama kime?

Saatlerdir dolaşıp duruyorum. İnsan yaş aldıkça bir şeyleri sebepli sebepsiz özlüyor; belli bir zamanda değil, herhangi bir anda, bazen yavaş yavaş, bazen birdenbire. Yeni zamanlara, yeni zamanların getirdiği yeni yaşama hallerine hiç ısınamadığım için ben hep geçmişe, özellikle de çocukluk yıllarımda kalan zamanlara.

Biliyorum, adım gibi eminim… Ne kimse üzerine alacak, ne de bir yere konduracak bu sözleri. Söz dediğin, bazen toprağa düşen yağmur damlası gibi. Kimse görmez, kimse duymadan yerin altına sızar. Peki öyleyse Asım, yıllardır günlerdir neden didinip duruyorsun? Kimse okumayacaksa, kimse saklamayacaksa, kimse hatırlamayacaksa neden hâlâ peşindesin bu kelimelerin?

Varsın okumasınlar. Varsın hiç kimse sayfalara dokunmasın. Ben yine de yazacağım. Defterim olmasa bile, parmak uçlarımla kazıyacağım toprağa. Bir gün, belki yüz yıl sonra, bir çocuk o toprağı eşelerken kelimelerime rastlayacak. O an, beni tanımayacak. Ama hissedecek. Çünkü toprak saklar... Hem kemikleri hem de kelimeleri

Toprak, hem yaşamın hem ölümün hafızasıdır. İnsan, sevinçlerini, acılarını, umutlarını toprağa eker, kimi zaman ekin olur, kimi zaman mezar taşı.

Toprağa yazacağım Belki de yazdığım her şey, bu şehrin kerpiç evlerinin gölgelerinde, kayısı ağaçlarının dibinde, Beydağ’ının yeraltı sularının serinliğinde saklanacak. 

Saatlerdir Malatya’nın eski sokaklarında dolanıyorum. Adımlarım bazen hızlanıyor, bazen ağırlaşıyor; ama bir türlü duramıyorum. Sanki yürüdükçe kelimeler yere düşüyor, damların arasına sıkışıyor, oradan bana bakıyor. Birkaçını yakalamak istiyorum, ama hepsi elimden kaçıyor. Kafamın içinde aynı soru dönüp duruyor: Kime Yazsam?’

Biliyorum, adım gibi eminim. Ne bu şehirde ne de uzağında, kimse bu satırları üzerine almayacak. Kime dokunsa silinip gidecek. Yine de yazmak istiyorum. Öyle bir yazmak ki, ne sayfaya ne mürekkebe muhtaç olsun. Toprağa yazmak istiyorum. Çünkü toprak, insanların unuttuğu her şeyi hatırlar. (1)

 

Toprağın Hafızası Olmaz Deme 2

 

Yeni (Teze) Caminin  önünden geçiyorum. Ne kapılarıne bekleyenleri ne çeşmelerindenBeydağı’nın yer altından sızarak gelen  şarıl şarıl akan su sesleri geliyor. Çocukken buradan her geçtiğimizde babam bana “İşte bu Teze cami, Ganeresi, çevresiyle birlikte,şehrin kalbi” derdi. Şimdi kalp duralı çok olmuş.

İstasyon durağına yöneliyorum. Bir köşede yaşlı bir adam oturuyor, elinde tahta bir baston, gözleri önünden geçen boşluğu izliyor. Yanına yaklaşıyorum.
Selamünaleyküm gardaş gözlerini bana çeviriyor, gülümsüyor.
Aleykümselam, arkadaş. Sen buralı mısın?
Evet, buralıyım. Hem de yerlisiyim. Elimi uzatarak karşıyı göstererek 500 metre ilerisinde İsmetiye Mahallesinden. Evimin numarası  halen hafızamda. 17 Numaralı 2 Katlı, hem de çıkartmalı evde doğmuşum. Ama sanki burası benden değil artık. Yok olmuş diyorlar. Oysa yok oluşunu görmedim ki!

Adam bir an susuyor, sonra bastonunu toprağa vuruyor.
Burası hepimizden önce de vardı, bizden sonra da olacak. Yazacaksan, toprağa yaz. ‘’O Unutmaz.’’

Şaşırıyorum! Sanki sözlerinden yazdığımı bilen biri gibi geldi bana.

İşte o an, kafamda bir şimşek çakıyor. Belki de bu yaşlı adam, kelimelerimin gideceği yeri benden önce biliyor. Çocukken gördüğüm rüyaları, babamın yarım kalmış cümlelerini, annemin kayısı ağacının altında eyvana dönük söylediği masalları. Hepsini toprağa yazacağım.

İstasyona gidecek 4H otobüsü tam kalkmak üzereyken gözlüklü  yaşlı adama eyvallah dediklerini bir gün toprağa yazacağım deyip bir an önce koşuşturarak otobüse atlıyorum.(2)

 

Toprağın Altından Gelen Sesler 3

 

O gece not defterimin bir köşesine kazıdığım cümle, sabaha kadar uyutmuyor beni. Her dönüp durduğumda, sanki bahçedeki toprak nefes alıyor. Rüzgâr kayısı ağacının dallarını sallarken, yaprakların hışırtısına karışan fısıltılar duyuyorum.

Sabah, güneş doğmadan bahçeye çıkıyorum.  Yıllarca önce dediğim yıl 2012, apartman bahçesine diktiğim kayısı ağacının dibine baktığımda akşam defterimin bir köşesinekazıdığım kelimeler hâlâ orada. Ama ilginç bir şey var, Beni tanımayacaksın dediğim cümlenin hemen altında, gece ben fark etmeden bir satır daha eklenmiş.

‘’Ama ben seni tanıyorum.’’

Elimle yokluyorum. Toprak hâlâ nemli, sanki dün değil, az önce yazılmış gibi.

İçim ürperiyor. İlk aklıma gelen ihtimal, gece birinin bahçeye girmiş olması. Ama nasıl? Kapı kapalı ve şifreliydi. Üstelik bu yazı, benim kazıdığım harflerin aynısını kullanmış. Aynı bastırma, aynı ölçekte. Sanki toprağın kendisi yazmış.

O an çocukluğuma gidiyorum. Ben çocukken babam ölmüş, anam beni Çilesizdeki dedemlerin evlerine götürmüştü. Bir ara dedemle yan yana oturmuştuk. Dedemin o gün anlattığı bir hikâyeyi hatırlıyorum:

- ‘’Toprak, bazı insanların adını saklar. Onlar ölse bile, isimleri yerin altından fısıldar. Eğer o isim seni çağırırsa, mutlaka dinlemen gerekir. Çünkü o çağrı, senden önce gelen bir hayatın yarım kalmış cümlesidir.’’ Derdi.

O gün ilk defa bu hikâyenin masal olmadığını düşünüyorum.

Öğleden sonra yaşlı adamı tekrar bulmaya gidiyorum. Onu yine aynı köşede, aynı bastonla görüyorum. Gardaş, dün bana toprağa yazmamı söylemiştin. Yazdım,  ama sabah kalktığımda bir cümle daha vardı orada. Adam gözlerimin içine uzun uzun bakıp;

- ‘’Arkadaş, toprak sana cevap veriyorsa, dikkatli ol. Çünkü her cevap, sorunun yarısını senden ister.’’

Ne demek istediğini soramadan kalkıyor, bastonunu sürükleyerek uzaklaşıyor. Arkasından bakakalıyorum.

O gece, yeniden defterimin bir köşesine beni nereden tanıyorsun diyorum. Sabah yeniden bahçeye kayısı ağacının dibine yöneliyorum. Yaprakların arasından bir ses Beninereden tanıyorsun’ demez mi? Ve bekliyorum. Yaşlı İhtiyarın söylediği söz aklıma geliyor-Çünkü her cevap, sorunun yarısını senden ister.’’ Ve bekliyorum bir ses gelecek mi diye.

- Beni nereden tanıyorsun

O gece; Beni nereden tanıyorsun? cümlesini toprağa kazıdıktan sonra yerimden kalkmıyorum. Ay, bahçeyi solgun bir ışıkla yıkıyor. Kaysı ağacının gölgesi, toprağın üzerine düşüyor ve rüzgârla birlikte kıpır kıpır oynuyor.

İlk başta sessizlik var. Sonra, çok derinden gelen bir uğultu duyuyorum. Sanki kulaklarımın içinde değil, göğsümün içinde titreşiyor. Toprak, nefes alır gibi kabarıp iniyor.

Ve sonra…
Fısıltı:

-Asım…

Korkuyla geri çekiliyorum. Ama adımın söylenişi öyle tanıdık, öyle yumuşak ki. Bir anlığına, anamın beni küçükken uyandırırkenki sesine benzetiyorum. Fısıltı devam ediyor:
-
 ‘’Beni bul…’’

Etrafıma bakıyorum, kimse yok. Sadece ay ışığı, kaysı ağacı ve nemli toprak. Geri yaklaşıyorum. Kimsin sen?

- ‘Ben Azet abla’’

İçimden ‘Azet de kim? demek geçiyor, ama aynı anda bir hatıra zihnime çarpıyor. Çocukken mahallede küçük büyük herkes ‘Azet abla’ diye çağırırdı anamıAnamın adına yer ses mi verdi? Yutkunuyorum. Azet abla Sen. Sen misin o?

- ‘’Beni Toprağın altından çıkar.’’

Birden, ayaklarımın altındaki toprağın sanki nabız atıyor. Dokunduğumda soğuk değil, hafif sıcak. Sanki altında canlı bir şey var.

O an fark ediyorum ki, bu sadece bir hikaye olmayacak. Ben artık bir hikâye yazmıyorum.Hikâye beni yazmaya başlamış.(3)

 

Toprağın altından gelen sesler 4

 

O gece, yeniden defterimin bir köşesine beni nereden tanıyorsun diyorum. Sabah yeniden bahçeye kayısı ağacının dibine yöneliyorum. Yaprakların arasından bir sesBeni nereden tanıyorsun’ demez mi?

Ve bekliyorum. Yaşlı İhtiyarın söylediği söz aklıma geliyor. Çünkü her cevap, sorunun yarısını senden ister Ve bekliyorum bir ses gelecek mi diye. 

Beni nereden tanıyorsun

O gece; Beni nereden tanıyorsun? cümlesini toprağa kazıdıktan sonra yerimden kalkmıyorum. Ay, bahçeyi solgun bir ışıkla yıkıyor. Kaysı ağacının gölgesi, toprağın üzerine düşüyor ve rüzgârla birlikte kıpır kıpır oynuyor.

İlk başta sessizlik var. Sonra, çok derinden gelen bir uğultu duyuyorum. Sanki kulaklarımın içinde değil, göğsümün içinde titreşiyor. Toprak, nefes alır gibi kabarıp iniyor.

Ve sonra… Fısıltı: 

- ‘’Asım…’’

Korkuyla geri çekiliyorum. Ama adımın söylenişi öyle tanıdık, öyle yumuşak ki. Bir anlığına, anamın beni küçükken uyandırırkenki sesine benzetiyorum. Fısıltı devam ediyor: 

- ‘’Beni bul.’’

Etrafıma bakıyorum, kimse yok. Sadece ay ışığı, kaysı ağacı ve nemli toprak. Yaklaşıyorum.
Kimsin sen? 

- ‘’Ben..Azet abla.’’

İçimden Azet de kim? demek geçiyor, ama aynı anda bir hatıra zihnime çarpıyor. Çocukken mahallede küçük büyük herkes Azet abla diye çağırırdı anamı. Anamın adına yer ses mi verdi? Yutkunuyorum. Azet abla. Sen misin o?

- ‘’Beni Toprağın altından çıkar.’’

Birden, ayaklarımın altındaki toprağın sanki nabız atıyor. Dokunduğumda soğuk değil, hafif sıcak. Sanki altında canlı bir şey var.

O an fark ediyorum ki, bu sadece bir hikaye olmayacak. Ben artık bir hikâye yazmıyorum. 

Hikâye beni yazmaya başlamış.(4)

 

Toprak Unutulmuşun Peşinde Bölüm 5

 

Sabah olduğunda, gece yaşadıklarımı rüya gibi hatırlıyorum. Ama bahçeye çıktığımda, toprağa kazıdığım cümle hâlâ orada, altında ise gece kendiliğinden belirmiş yeni kelimeler.

‘’Beni Kaysı ağacının ötesinde ara.’’

Kayısı ağacının ötesi dediği yer, İsmetiye mahallemizdeki avlumuzun bahçesindeki kaysı ağacının sınırındaki duvarın arkasındaki boş arsa. Çocukken oraya pek yaklaşamazdık; hem ıssızdı, hem de geceleri tuhaf sesler geldiği söylenirdi. hemen gitmiyorum.  

Önce ‘’Çarşıya’’ iniyorum. Amacım, yıllar önce İsmetiye mahallemizde Mazıcı ailesinin vakıf olarak bağışladığı evimizin 20 metre güneyinde 150 M2’Lik metruk bir arsa vardı. İçerisine  dört beş adet vefat edenlerin mezarlığa kadar taşınması için bir bölümüne  ‘’teneşir tahtasından ‘’ sanduka bırakılmıştı. Geri kalanı o yıllarda boş duruyordu. Anamın bahsettiği o boş yeri bulmak için İsmetiye mahallesine uğrayayım dedim. İsmetiye mahallesini deprem felaketi öyle bir vurmuş ki her yer boş arazi ve tarlaya dönüşmüş. 

Oradan ayrılarak yaşlı adamı bulmaya gidiyorum  O yine aynı köşede, bastonuyla yerdeki tozu çiziyor. Arkadaş,  Azet abla kim? Adam başını kaldırıyor, bakışları derinleşiyor. 

- ‘’O ismi yüksek sesle söyleme. Bazı isimler, toprağın altında uyur. Uyandırırsan… gelirler.’’

Ama ben artık korkmuyorum. Korkumun yerini merak almış durumda. O gece,  İsmetiye mahallesindeki metruk arsayı aramaya gidiyorum. Ay ışığı tahmin ettiğim boç arsanın üzerine vuruyor.  Yıllardır kimsenin girmediği o arsaya ayağım değer değmez, toprak farklı geliyor.Daha yumuşak, daha nemli. Ve… Sanki beni bekliyormuş gibi sessiz. Diz çöküyorum, ellerimle kazmaya başlıyorum. Parmak uçlarım bir şeye değiyor. Soğuk, pürüzlü bir metal. Çekip çıkarıyorum: Küçük, paslı bir teneke kutu. Kutunun kapağı zor açılıyor. İçinde sararmış bir mektup var. Ve mektubun başında tek bir cümle:

-  ‘’Bunu bulduysan beni arama ben buradayım…’’

O Kazdığım yerin toprağını tekrar üzerini örterek, ay ışığında İsmetiye mahallemizden bütün yaşanmışlıklarımı sırtıma yükleyerek yol alıyorum. 

Eve döndüğümde not defterime;

‘’Toprak sen ne mübarek varlıksın. Senin kucağından geldik, sana her türlü eziyeti yaptık.  Yine bize kucak açıp, derinlerinde geçmişimizle birlikte sarmalıyorsun…’’(5)

DİPNOTLAR:

1- 1 Eylül 2025 Pazartesi günü Malatya Sonmanşet gazetesinde çıkan köşe yazım Asım Demirkök

2-02 Eylül 2025 Salı günü Sonmanşet Gazetesinde çıkan köşe yazım Asım Demirkök

3-3 Eylül 2025 Çarşamba günü Sonmanşet gazetesinde çıkan köşe yazım Asım Demirkök

4-04 Eylül 2025 Perşembe günü Sonmanşet gazetesinde çıkan köşe yazım Asım Demirkök

5-05 Eylül Cuma günü Sonmanşet gazetesinde çıkan köşe yazım. Asım Demirkök

 

 

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!