GAZZE BARIŞ PLANI’, GAZZE’Yİ SİLME PROJESİDİR

Yeni antlaşmanın adı, albenili bir şekilde ‘Gazze Barış Planı’dır. Saldırılar duracak ve Müslüman ülkeler başta olmak uluslararası hayırseverler Gazze’yi imar edecekler gibi lafların ötesinde belirlenen tüm ilkeler Gazze’yi asimile etmeye yönelik ilkelerdir
GAZZE BARIŞ PLANI’, GAZZE’Yİ SİLME PROJESİDİR
Mustafa AYDIN
Mustafa AYDIN
Eklenme Tarihi : 19.12.2025
Okunma Sayısı : 19

GAZZE BARIŞ PLANI’, 

GAZZE’Yİ SİLME PROJESİDİR

 

Geçen sayıdaki yazımızda Filistin üzerinde durmuş özetle Batı’nın asıl Yahudi ideali Judaizm’den farklı olarak, ona nispet edilse de ondan ötede İslâm dünyasını kontrol altında tutmaya yönelik bir Siyonist ideoloji için çarpıştığını söylemiştik. Buna göre bir Filistin olsa bile bundan daha ötede bir şey gerçekleşecektir. Ortadoğu İslâm dünyasının göbeğinde, bir ileri karakol görevi yerine getiren, dini için çırpınan Müslüman Gazze’siz bir bölge oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bunun için de Müslümanlardan ses çıkmazken Batılı ülkeler Filistin için kollarını sıvamış görünüyorlar. 

 

Bilindiği üzere İsrail burada, işgalleriyle Filistin topraklarını sadece ilhak etmekle kalmamış, parçalara bölerek aralarına girmiştir. Bu işlemin en açık örneği de Filistin’in, Batı Şeria ve Gazze şeklinde bölünmesidir. Buna göre Filistin iki ayrı toprak parçasının müşterek adıdır. Gazze sahilde bir şerit, Batı Şeria İsrail’in içinde abluka altına alınmış bir Filistin bölgesi. Her ne kadar dünya kamuoyu Filistin deyince ikisini bir kastediyor ise de Siyonizm yanlısı Batılı küresel siyasetçilere göre Filistin, Mahmud Abbas’ın başkanlık ettiği Batı Şeria’dır. Buranın devlet olduğu, başkanının da Abbas olduğu söylemi ise bir palavradan ibarettir. Ne var ki 157 ülkenin Filistin diye tanıdığı siyasal yapı, Gazze değil, Batı Şeria’dır. Dolayısıyla kontrol altına alınmak istenen Filistin, Batı Şeria değil, Gazze’dir. Batı Şeria zaten kontrol altındadır. Dolayısıyla çalıştıkları, plan ve projelerin üzerinde cereyan ettiği yer Gazze’dir.

 

TANIMA DALGASI VE ‘BARIŞ PLANI’

 

Bu çerçevede önce Filistin’i tanıma yarışına girdiler. On binlerce insan öldürülüp, yaşayanlar sürgün edilip, hastaneler, mabetler, sığınma çadırları bombalanıp, sınırlı olarak girebilen hayır kurumlarının önünde yiyecek alabilmek için kuyruğa giren insanların topluca katledildiği bir ortamda Filistin’i tanıma yarışına girmek Gazze’yi kendisi olmaktan çıkarmaktan başka bir gerekçe ile açıklanamaz. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Filistin’i İsrailleştirmek için canhıraş bir mücadele veren İngiltere’nin Filistin’i tanıması kabul gören bir mantık düzleminde kendisine bir yer bulamaz. ABD’nin koro şefliğinde gerçekleşen bu süreçte önemli olan bağımsız bir Filistin değildir. Şimdilik Filistin diye niteledikleri Batı Şeria’yı bir kanton (özerk İsrail bölgesi), yerlerinde kalsalar bile bir kadim İslâm yurdu konumundaki Gazze’yi Gazze olmaktan çıkarmak, tabir caizse Filistin’i bir kavanozun içine koyarak Amerika’da Kızılderililere yaptıkları gibi seyirlik bir sirk hâline getirmek istemektedirler. 

 

Bu konudaki ikinci önemli girişim ‘barış planı’ adıyla ortalıkta dolaşan projedir ki bu yazımda bu projeyi yapılan bu ön belirlemelerden hareketle analize çalışacağım. Peşinen belirtelim ki bu bir ilk barış planı değildir, daha önceleri de İsrail-Filistin arasında pek çok antlaşma imzalanmıştı. Tabir caizse İsrail saldırıdan yorulup bir dinlenme ihtiyacı hissettikçe yapılan bu antlaşmaların bir kısmının adları şöyle sıralanabilir: Elon Barış Planı, Fehd Planı, Arap Barış Girişimi, Cenevre Girişimi, Liberman Planı, 2013 İsrail Barış Planı, 2020 Trump Barış Planı. İsrail bunların hepsine onay vermiş, ama hiçbirisi uygulama bulmamıştır. Çünkü antlaşma, sözünde duran insanlar arasında gerçekleşir. Nasıl ki kurt ile koyun arasında bir antlaşma olmaz ise bir zoolojik bir varlık olmanın da aşağısındaki bir varlık türü ile insan arasında da bir antlaşma imzalanmaz. Bu uç noktada gözüken kanaatimizi, soykırımı meşrulaştırmak için tarihsel mitleri, yalanları ve çarpıtılmış ahlaki ve felsefi kavramları silaha dönüştüren İsrail’in Gazzeliyi kendi türünden saymamasından anlıyoruz. Ayrıca vurgulanmalıdır ki Gazze’deki soykırım 7 Ekim’de başlamadı, Filistinlileri insan olarak görmeyerek başlayan ve nihai olarak yok etmeye kadar varan yüz yılı aşan bir süreçten söz ediyoruz. Balfour Deklarasyonu’nun İngiltere tarafından ilan edilmesi ve hayata geçirilmesi bunun önemli aşamalarından biridir. 

 

Tekrar antlaşmalara dönersek şunu söyleyebiliriz: Esasen bu antlaşmalar genel geçer bir işlem düzleminde de gerçekleşmemiştir. Mesela 2020 yılında Trump ile Netanyahu’nun gelin güveyi olup Beyaz Saray’da sundukları barış planının ilanına hiçbir Filistinli temsilci davet edilmemiştir. Sözüm ona bu metinde Filistin’in devlet olması öngörülmüştü. Hâlbuki İsrail son metindeki muhtemel “Filistin devleti” ifadesine bile karşı çıkmıştır. Kaldı ki bu söz konusu metin işgalcilerin eylemlerini bile meşru sayıyordu. Yeni metinde de Filistin diye bir sorun yok, hepsi Gazze’yi eritme üzerinedir. Başka bir ifadeyle burada 80 türlü türkü var ama hepsi armut üzerinedir. Yeni antlaşmanın adı, albenili bir şekilde ‘Gazze Barış Planı’dır. Saldırılar duracak ve Müslüman ülkeler başta olmak üzere uluslararası hayırseverler Gazze’yi imar edecekler gibi lafların ötesinde belirlenen tüm ilkeler Gazze’yi asimile etmeye yönelik ilkelerdir. Metindeki kavramlar bile kabul gören mantık düzleminde kullanılmamıştır. Mesela, ‘Gazze Barış Planı’, barış, savaş, Gazze’nin refahı, güvenlik vb. bunlardan bazılarıdır. Bütün bunların içerisinde “ateşkese uyması gerekir” lafının ötesinde aşağıda da göstereceğimiz üzere sanki 100 bin insanı öldürülmüş, bütün evleri harabeye çevrilmiş, güvenden yoksun mağdur ve mazlum olan İsrail’dir. Dolayısıyla da yerine getirmesi gereken hiçbir sorumluluğu yoktur. ABD’nin orayı cephaneliğe çevirmesine ilişkin “Artık ABD bu İsrail saldırısının içinde değildir!” türünden bir açıklamaya da yer yoktur.

 

SORUN, ISRAIL SORUNUDUR 

 

Lüzumsuzluk sürecin adıyla başlıyor. Bir kere projenin adı niçin ‘Gazze Barış Planı’ olsun ki? Sorun bir Gazze ve hatta Filistin-İsrail sorunu değil, çevresindeki ülkelere düşmanlık duygularıyla dolu saldırgan bir İsrail hatta ABD sorunudur. Sınırlarını daralttığımızda da konu bir Gazze değil, bir Filistin-İsrail sorunudur. Ama Trump’ın manipülasyonuna göre bir Filistin yok ki sorunu olsun! Mutlaka Filistin kelimesi kullanılacaksa bu Batı Şeria’dır. Gerçi İsrail ‘burası benim özerk bir bölgem’ diyerek burasını saldırılarından muaf tutmadı, orada da katliamlarda bulundu. Eş deyişle özel olarak Gazze üzerinde durulmasının anlamı farklı. 

 

Burada barış kelimesi de tam yerine oturmuyor. Genellikle barış bir savaş sonrasında iki tarafın gözlemciler huzurunda yapılan antlaşmasıdır. Ne var ki burada bir savaş olmadı, burada savaştan masum 20 binden fazla çocuk, 30 binden fazla kadın öldürüldü. Evler, okullar, üniversiteler, hastaneler yıkıldı, altyapı ve kültürel miras tamamen yok edildi, Filistin kimliğini ortadan kaldırmaya yönelik soykırım süreci acımasızca işletildi. Başka bir ifadeyle insanlar arasındaki herhangi bir savaşın asgari kuralları uygulanmadı. Hiçbir kural tanımayan İsrail insanlık  dışı bir saldırıda bulundu. Herkes tarafından benimsenen mantığa göre yapılması gereken, halkı sistemli biçimde güçsüzleştirme, kitlesel imha, inkâr ve toplumsal hafızadan silmeye yönelik katliamın durdurulması ve hesabının sorulmasıydı. Ama herkesin bildiği gibi öyle olmadı. ABD arabulucu; İsrail, Katar, Türkiye, Mısır, HAMAS, Filistin İslâmî Cihat örgütü taraf oldular. İşin ilginci, birileri İsrail ve HAMAS olmak üzere 7 taraf ülke vardı. Hâlbuki antlaşmanın iki ana aktörü vardır: İsrail ve HAMAS, diğer ülkeler aslında müşahit durumundadırlar. 

 

Ne var ki İsrail bir müşahit konumundaydı, kendisine düşen bir şey de yoktu. Batı’nın iyi bildiği Lozan benzeri bir iş… Yunanistan’a karşı verdiğimiz Millî Mücadele’yi perçinlemek için oturduğumuz Lozan’da Yunanistan devreye girmedi, Yunanistan’dan verdiği zararın ciddi bir hesabını bile soramamıştık. İlgili ilgisiz 15 ülkenin gözleminde baş aktör İngiltere hep bizi sorgulamıştı. Burada da İsrail olmasa ve sonunda bir imza atsa da olurdu. Amerika onun adına yapılması gerekeni yapıyordu, mesela bu kadar yıkıma karşılık hiçbir şey istenmedi. Çünkü süreci, saldırı dursa yeter noktasına getirmişlerdi. Kaldı ki İsrail o anlarda bile sağı solu bombalamakla meşguldü. Sonra imzalanacak metin umurunda bile değildi ki İsrail parlamentosundan hızlıca geçti. 

 

Antlaşmanın bağlamı, ‘Gazze savaşı’ diye adlandırılan soykırımın durdurulmasıydı. Tabi bunun için de ateşkesin sağlanması ve dolayısıyla ‘rehine krizinin’ çözülmesiydi. Sınırlı sayıdaki İsrail rehineleri dirisiyle ölüsüyle teslim edilecek, buna karşılık Filistinli mahkûmların bir kısmı serbest bırakılacaktı. Öyle ki İsrail kamuoyunda çatışmanın sonucu değil, esirlerin bir an önce kurtarılması önemliydi. Onun için metnin maddeleri üzerinde düşünmeye bile gerek yoktu, onu ABD hallederdi. Nasıl olsa her zamanki gibi rahatça ihlal edilecek, kimse de ses çıkaramayacaktır. Vakıa İsrail bu imzasından sonra da Gazze’yi, vakit bulursa komşu devletleri bombalamaya devam ediyor. 

 

Birkaç gün önce, Netanyahu’nun İsrail ordusuna verdiği emirle Gazze’nin bombalanıp iki kişinin ölümü, dört kişinin yaralanması üzerine sorulan bir soruya ABD Başkan Yardımcısı J. D. Vance “Ateşkes sürüyor, ama bu, ara sıra küçük çatışmaların olmayacağı anlamına gelmez!” cevabını vermişti. Bu yazıyı kaleme aldığım sırada ajanslar İsrail’in Gazze bombalamalarında bir günde 100 civarında Müslümanı şehit ettiği haberini geçiyordu. Başka bir ifadeyle şimdi daha büyüğü oldu, daha büyük ABD yetkilisi Trump da “Bunlar olağan şeylerdir, muhtemelen Gazzeli militanlar İsrail’i tahrik eden bir girişimde bulunmuşlardır, böylesi işlerde İsrail’in cevap verme hakkı vardır.” mealinde bir beyanda bulunmuş ve “Böylesi durumlarda ABD İsrail’in yanındadır.” demeyi de unutmamış. O zaman İsrail her halükârda bir tahrik bahanesi bulacak ve istediği her zaman saldırabilecek demektir. Lafta, barışın gerçekleşmesine engel olan da kendilerine dayatılan yerleşimci-sömürgeci düzene karşı meşru savunma ve direnme hakkını kullanan HAMAS olacaktır! 

 

Esasen söz konusu ‘barış planı’ Gazze’yi kontrol altında tutabilmek içindir. Barış metninde riayet etmediği ateşkes ve henüz gerçekleşmeyen son işgal ettiği yerlerden çekilmesinin ötesinde fasılasız biçimde Filistin’i Yahudileştirme planı uygulayan İsrail’den yapması istenen hiçbir şey yoktur. Onun için metin Filistin kimliğini ortadan kaldırmaya yönelik soykırım sürecinin merkezindeki işgal rejimini bağlamaz. Daha açık ifade etmek gerekirse söz konusu antlaşma iki taraflı bir olgu değil, bir tarafa yükümlülükler getiren ve İsrail’in daha rahat hareket etmesini sağlayan bir düzenektir. Gazze, dünya kamuoyunun tepkisine sebep olan soykırımın dışında bir yolla, istenen şekilde sindirilecek ama yine de Siyonist yerleşimciler için yeni yaşam alanları kurma mantığı ile Filistinlilerin evlerini yıkma politikası uygulayan İsrail gerekli gördüğünde Gazze’deki toplu katliamlarını sürdürebilecektir. 

 

GAZZE’YI SINDIRME PLANI 

 

‘Barış planı’ adını taşıyan metnin, Gazze’yi sindirmeye yönelik olduğunu maddeler üzerinden gösterebiliriz. 20 maddeden oluşan metnin tümü üzerinde durmanın bir gereği yok. Bu konuda bize bir fikir verecek birkaçı üzerinde durmak yeterlidir. 

 

Madde: 1. “Gazze, terör ve radikal unsurlardan arındırılacaktır.” 

 

Mevcut bakışa göre sanki İsrail’i ve komşularını ateş altında tutup sürekli taciz eden Gazze’dir. Oysa asıl terör ve radikal unsurlardan temizlenmesi gereken yer İsrail’dir. Değişim, kalkınma ve yeniden canlandırma gibi sahte anlatılarla Filistinlilerin hayatlarını, evlerini ve tarihini yok edenler Gazzeli değil, İsraillidir. Gazze’deki soykırımı ‘medeniyet ile barbarlık arasındaki bir savaş’ gibi gösterme çabası güden İsrail her gün bir komşu ülkeye saldırmaktadır. Söz konusu metni imzaladıktan sonra bile saldırılarına devam etmektedir. Aslında Ortadoğu’da bir arındırma yapılacaksa bu arındırma yapılması gereken yer Gazze değil, Filistinlilerin adalet ve insan hakları taleplerini geçersiz kılmak için her tür kötülüğü yapan İsrail’dir. Osmanlı’nın sahip olduğu Arap vilayetlerine yönelik Avrupa emperyalist yayılmacılığı neticesinde kurulan bir yerleşimci-sömürgeci projeden başka anlamı olmayan İsrail temizlendiğinde şüphesiz Gazze’de bir silahlı örgüte ihtiyaç olmayacaktır. 

 

Madde: 9. “Gazze’de geçici bir teknokrat yönetim gerçekleştirilecektir. Bu yönetici komite nitelikli Filistinliler ve uluslararası uzmanlardan oluşacak ve yeni oluşturulacak uluslararası bir geçiş kurumu olan ‘barış kurulu’nun denetimi altında çalışacaktır. Bu kurulun başkanı Trump olacak, ‘özerk bölge Batı Şeria’ düzenlendikten sonra oraya bağlanacaktır.” 

 

Buna karşılık bölgede insanca yaşayabilmek için İsrail’den hiçbir şey istenmemektedir. Bundan da anlaşıldığına göre Gazze üzerinde yapılan operasyon, barıştan çok Gazze’yi sindirip hatta silip İsrail’e zarar verme ihtimalini ortadan kaldırmaktır. Sonra kontrol altında olsa bile bağımsız bir Filistin oluşturulmayacak, iyice ehlileştirilmiş, kukla Mahmud Abbas yönetimindeki Batı Şeria’ya eklenecek olması da manidardır. 

 

Madde: 13. “HAMAS’ın yönetime katılmasına izin verilmeyecektir. Tüm askerî, terör amaçlı ve saldırı odaklı altyapı -tüneller ve silah üretim tesisleri dâhil- tamamen imha edilecek ve yeniden inşa edilmesine izin verilmeyecektir.” Başka bir ifadeyle bu tür işlemler yalnızca İsrail’e ait olacaktır. Tabir caizse İsrail’in boynuna çivili tasma takarken, Gazze’nin dişleri ve tırnakları sökülecek, özel olarak, gerektiğinde kendini savunma imkânına sahip olmayacaktır. 

 

Madde: 14. “Bölgesel aktörler HAMAS ve diğer fraksiyonların yükümlülüklerine uymalarını sağlamak ve yeni Gazze’nin ne komşuları ve ne de kendi halkı için tehdit oluşturmamasını garanti altına alacaklardır.” Ehlileştirilmiş ‘yeni Gazze’yi bu konuda konulmuş yeni kurallara uymaya zorlayacak bölgesel aktörler İsrail değilse Ortadoğu’daki komşu ülkeler de değildir. Buraya kuş uçuşu 3 bin 600 km uzaklıktaki ABD’dir. Her hâlde yeni ilkeler İsrail’e muarız olmamak ve belki daha da önemlisi Batı Siyonizm’ine karşı İslâmcı bir rol üstlenmemektir. Esasen bu tutum, metinde karşı konulması gerekli radikal bir tutum olarak nitelendirilmiştir. 

 

Madde: 15. “ABD, Arap ve uluslararası ortaklarıyla iş birliği içinde bir ‘uluslararası istikrar gücü’ kuracaktır. Bu güç, Filistin polis kuvvetlerini eğitip destek sağlayacak, sınır güvenliğinden sorumlu olacaktır.” Sanki ABD burada tarafsız bir aktördür ve eğitip görevlendirdiği polis teşkilatı da tarafsız bir iş yapacaktır. Burada Filistin bölgesel bir addır, nasıl İsrailli Müslüman Arap varsa Filistinli Yahudi de vardır. Aslında burada konu bölgecilik ve hatta dincilik değildir, işgalci ve saldırgan katı bir Siyonist ideolojiyle Müslüman bir cemaatin ilişkisidir. İç ve sınır güvenliği için görevlendirilen güvenlik biriminin inanç ve düşünce dünyasının önemli bir yeri vardır. Ürdün Kralı Abdullah’ın dediği gibi “Gazze sokaklarında eli silahlı devriyeler dolaşacaksa aklı başında hiç kimse bunu onaylayamaz.” 

 

Madde: 19. “(Gazze’yi) radikal görüşlerden arındırmak için eğitim sisteminde de bir değişiklik yapılacak ve mesela ‘dinler arası diyalog’ mekanizması hayata geçirilecektir.” 

 

Bu Formül, Hint Alt Kıtası’nda doğmuş Babilik, Bahailik, Türkiye’de Fetullahçılık vb. gibi Yahudiliğin mesiyanik Kabalist yorumlarıdır ve tümüyle gerçek dışıdır. Çünkü diyalog dinler arasında değil, dinî cemaatler arasında olur. Dinler arası diyalog dinleri aslından çıkarıp istenilen tek tipe indirerek yozlaştırıp bozma girişimidir. Kabaca bir örnek üzerinden anlatmak gerekirse tek tanrılı İslâm ile üç tanrıya inanan Hıristiyanlık arasındaki bir diyalogun mantıki sonucu, tarafların birer adım atarak iki tanrı üzerinde karar kılmalarıdır. Bu tez peşinde koşturan F. Gülen, bunun olumsuz bir sonuç olmadığını ifade etmeye çalışmıştı. Üzerinde durmaya bile gerek yoktur ki bu anlayış tamamıyla bir saçmalıktır.

 

Batı kültürünün bir paradigmasının hilafına dinler arasında bir çatışma olmamıştır. Çatışma, dinler arasında değil, dinlerin mensupları arasında olmuştur. Şüphesiz bu çatışmalarda dinler kullanılmıştır. Mesela Avrupa’nın (10951293 arası) iki yüzyıl süren ünlü Haçlı Seferleri, bir din savaşı değil, sömürgecilik öncesinde tıkanıp kalmış Avrupa’nın bir açılım çabasıdır. Başka bir ifadeyle burada Haçlılık arı-duru bir dindarlık çabası değildir ama sembolik bir dinî motivasyondur. 

 

Eğitim, ferdi çevresine uyarlayan mekanizmadır. Sevgi ve barış öğretir. Herkesin bir biçimde şöyle veya böyle eğitime ihtiyacı vardır. Yalnız burada Gazzelinin eğitime muhtaç olduğunu düşünüp yeni bir eğitim sistemi oluşturmayı bile düşünürken, insanı insan olarak bile göremeyen İsrailliyi eğitime ihtiyaç duymayan bir insan sayan metin yazarlarının eğitimleri gerçekten tartışılacak bir konudur. Dünyanın gözü önünde cereyan eden olayların aktörlerinin normal insan olup olmadıkları tartışılabilir. Kanaatimce bunlar bir ruh hastasıdır, önce tedavi için kliniğe sonra da eğitilmek için yeni bir sistemle çalışan okullara götürülmelidirler. Bunlar Kur’ân’ın “belhüm edal” (hayvandan daha aşağı) diye nitelediği bir kesimdir. Hayvanlar bunlardan bir derece yukarıdadırlar. Mesela hayvanlar bir av yakalar ve yer, acıkana kadar da diğer hayvanları kırmaz. Bu İsrailliler ya insan değil başka bir türdür ya da ciddi ruh hastasıdırlar. Tedavi ve eğitim öncelikle İsrail için olmalıdır. 

 

Madde: 20. “Filistin bütün bu uygulamalardan sonra müstakil bir devlet olabilirlik güvencesini oluşturursa bağımsız bir devlet olmasına izin verilecektir.” 

 

Bu güvence herhâlde ‘İsrail nezdinde bir varlık oluşturmadığı kanaatine varıldığında’ anlamına gelmektedir. Aslında günümüze kadar bir türlü gerçekleştirilemeyen iki ayrı devlet öngörülüyordu. Ama şimdi bir bakıma artık böyle bir hayaliniz olmasın deniyor. Arka arkaya İsrail’i tanıma kararı alan 157 ülkeden hiçbir ses çıkmamaktadır. Müstakil bir Filistin yok ki tanıyasınız. Filistin diye bir bölge vardır. O bölgenin varlığını tanıyoruz, diyorsanız böylesi bir lafın siyasi literatürde yeri yoktur, eş deyişle siz tanımasanız da olur, pek de bir şey fark etmez. 

 

REZIL BIR PLAN 

 

‘Barış’ adıyla pazarlanan planın Gazze’nin imarı gibi ilk bakışta makul gözüken yönleri yok değildir. Ne var ki işin bu tarafı bir aksesuar konumundadır, yerleşimci-sömürgeci İsrail sadece 70 bin insanın kanına girmekle kalmamış, her yeri yakıp yıkmış, oturulabilecek ev bırakmamıştır. Bir barış antlaşması bunun telafisini öngörür, öncelikle de bu kadar zarar vermiş tarafa bir ödeme pusulası çıkarır. Bu metinde bu konuyla ilgili hiçbir kayıt yoktur. Bunu İslâm ülkeleri, zımnen de çok istiyorsa Türkiye ödesin denmektedir. Böylesi rezil bir barış planı olur mu? Bu bir ateşkes antlaşması olabilir, ama imar, eğitim vb. nihai konulara yer veren bir metin bir ateşkes antlaşması değil, bir “antlaşma”dır. Ama düşünün ki bu antlaşma işgal altındaki Filistin’deki soykırımı inkâr stratejisini sürdüren İsrail’e hiçbir yükümlülük getirmiyor. İsrail ve ortakları soykırımın nedenini ve suçunu Filistinli mağdurların üzerine yıkma girişiminde bulunuyor. Karşı karşıya olduğumuz, böylesi bir yüzsüzlük abidesidir. Doğal olarak gerçekleştirdiği soykırım eylemlerini devletin geleceğini ‘mutlak güvenlik’ altına alma zorunluluğu olarak sunan Siyonist Netanyahu tarafından gülerek imzalanıyor.

 

Herkes tarafından benimsenen mantık düzleminde ben HAMAS’ın silah bırakmayı kabul etmeyeceğini, en azından bazı şartlar ileri sürmesini beklerdim. Mesela İsrail’in bu konuda denetim altında tutulması gerektiğini, ABD’nin yaptığı silah yığınlarının öncelikle Filistin’e karşı kullanımının şartlara ve denetimine bağlı olmasını isteyeceğini düşünüyordum. Ama öyle olmadı, HAMAS bunu şartsız kabul etti. Ahlaki bakımdan ikiyüzlülükle malul İsrail, daha önceki bütün antlaşmalardaki gibi “Ben antlaşma filan kabul etmiyor ve kaldığım yerden devam ediyorum.” dediğinde ne olacak. ABD’den getirilip Filistin’de yığınak yapılan silahlar ne olacak; kullanılmayan bu silahlar sömürü politikasını sürdüren paranoyak İsrail’i rahatsız ediyor. 

 

Şüphesiz soykırıma ve büyük ölçekli yıkıma uğrayan Gazze’nin varlığı sırf silaha bağlı değildir. Gazze gibi bir inanca dayanan toplumlar için silahın sembolik bir anlamı da vardır. Mesela Gazze için silah bir meydan savaşı aracı değil, bir İslâm savunuculuğu sembolüdür. HAMAS’ın silahlı kanadı diye nitelenen ve ortalama 5’er binlik 6 teşkilattan oluşan Kassam Tugayları, aleni resmî bir ordu değil, gizli bir sivil direniş gücüdür. İşi, işlediği soykırıma yönelik her türlü eleştiriyi antisemit nefret diye damgalayarak susturmayı hedefleyen İsrail’le savaşmaktan çok Siyonist rejimin saldırılarına karşı Filistin’i savunmaktır. Yer altında çalışmasının sebebi de içinde bulunduğu şartlardır. Bir sosyal/politik grup varsa bir savunma gücünün de olması gerekir. Bu, insan birlikteliğinin bir şartıdır.

 

Gazze’yi sosyal bir varlık kabul etmek, onun askerî varlığını da kabul etmek demektir. Yeryüzündeki devletçiklerin her birinin durumu budur. Bu yapı çoğu ulusçuluk paradigmasının sonucunda ortaya çıkan komşu itişip kakışmalarına karşı kendince de bir savunma sistemidir. Eğer Filistin’de genel geçer düzen işlese Filistin’in de bir askerî birliği olacak demektir. Diğer pek çok ülkedeki gibi Gazze bu askerî örgütle Rusya veya ABD ile savaşacak hâli yok, bu silahlı ekip kendince bir güvenlik unsurudur. Filistin ve İsrail’in bir devlet çatısı altında yaşaması mümkün olmayacağına göre ayrı devletleri ve tabi askerî birlikleri olacak demektir. Esasen Gazze’de silah toplamayı planlayanlar, onları silahlanma zorunda bırakanlardır.

yazının orjinali için bakınız: Umran Dergisi sayı 375 sh- 31-Kasım 2025

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!