Apolitik "Muhafazakâr? Partidaslik?

Hem apolitik, hem muhafazakâr, hem de partidas...
Apolitik "Muhafazakâr? Partidaslik?
Sait ALIOGLU
Sait ALIOGLU
Eklenme Tarihi : 18.08.2022
Okunma Sayısı : 558

Hem apolitik, hem muhafazakâr, hem de partidas…

Bu nasil olur diye düsünülebilir. Bu sekilde düsünmekte haklilik payi var.

Bu duruma bir anlam vermeye çalisan ve “çogu kez de” birbirine zit gibi görünen, ama görüldügü üzere iç içe geçmis kavramlarin, zevatin üzerinde yer almasi… Mutlaka bu durumun, siyaset biliminde, sosyolojik literatürde bir yeri, açiklamasi var olsa gerek… Biz, o konulari isin uzmanlarina birakarak çiplak gerçeklikten yola çikalim. Bakalim karsimiza ne tür durumlarla karsilasacagiz?

Ise bu topraklarin ilk demokrasi deneyiminin olustugu Osmanli modernlesme döneminin; Tanzimat’a, l. Ve ll. Mesrutiyet’in ve Cumhuriyet -27 yillik süreç- döneminin “kendine özgü” sartlari açisindan baktigimizda; siyasi arenada, bugünkünden farkli gruplari, siniflari görürüz.

Bu siniflar kisaca belirtmek gerekirse; Osmanli tebaasi olan ve ülkenin sanayi dahil birçok alaninda agirligi bulunan gayr-i Müslim azinliklar ile peyderpey laiklesme yoluyla birçok alanda kendine bir yol açan yerli taifeyi vb. görebiliriz.

Bu siniflar, kendi elde ettikleri konumlari ve var olan ontolojileri geregi, her ne sekilde olursa olsun, yasal zeminde seyreden kurumlar ve yapilardan azami oranda yararlanmislardir.

Yani “sistem içi araçlar’i usulüne uygun bir sekilde kullanip degerlendirmisler…

Zira her dönemin kendine özgü bir dili ve araci vardir. Onlarda bu araçlardan yararlanma suretiyle, sartlar neyi isaret edecek ve ülke nereye gidecekse; bu isaretten ve gidilecek noktadan ayri düsmek istemeyeceklerdi.

Bu gruplarin ve siniflarin ortak bir özelligi sehirli oluslari idi.

Zira egitim sehirde, sanayi sehirde, kültür sehirde, siyaset sehirde, velhasil hayat sehirde akiyordu.

Sehirli oluslarindan dolayi; elde tuttuklari araçlar ve imkânlar oraninda, o güne kadar hiç denenmemis bulunan siyaset ile ugrasmaya sicak bakmislar ve zamanla bu isin sürdürücüsü olmuslardi.

Bunlari sadece gayr-i Müslimler ve laiklesen yerli Müslümanlardan ibaret sanmamak gerekirdi.

Laiklesmeyen, ama eski yöntemin yerine(saltanat) Islam düsüncesi baglaminda olusan yeni siyaset olgusuna dikkat çeken Müslümanlarda(ilk dönem Islamcilari) bu isin içerisine girmekte hiçbir beis görmediler. Keza görmemeleri de gerekirdi. Ki, onlarda öyle yaptilar.

Tanzimat’in akabinde olusan l. Mesrutiyet ile birlikte, halkin kendi yöneticilerini belirlemek için Osmanli ülkesinde ilk seçimler yapildi.

Bu da bir açidan, dört halife döneminin sona ermesiyle, halkin kendi yöneticisini seçme durumumun ortadan kalkmasi sonrasinda, adeta “kaybolan hikmetin” batida aranip bulunan ve oradan tevarüs edilen seçim yöntemi ile “yeniden” karsilasilip tanisilmasi anlamina geliyordu. Bu durum Islam dünyasinda da bir ilkti. Yani, peygamber’den(s) miras, yöneticinin halk tarafindan seçilmesi, keza seçilen yöneticilerin yaptigi islerin denetlenmesi esprisine dayanan seçim Formu, kaybolduktan ve onca eza ve cefadan sonra, yitik bir hikmet kabilinden bati saikiyle karsimiza çikiyordu.

Bununla birlikte, bu yol o dönem sultan ve onun çevresinin telkinleriyle, halk tarafindan itibar görmemesi gereken illetli bir sey olarak gösterilmek isteniyordu. Temelde ise, saltanatin elden gitmemesi düsüncesi vardi. Yine bir açidan “beka mes’elesi!

Keza, bu yüzden dolayi, bin bir zahmetle ilan edilmis olan l. Mesrutiyet’in ilani ile olusturulan Osmanli Meclis-i Mebusan’i, bizzat l. Abdülhamid tarafindan kapatilmis ve yapi lagvedilmisti.

Ta ki, ll. Mesrutiyet’in ilanina kadar!

O dönem, olusturulan bu mecliste, Osmanli ülkesine bagli toprak parçalarinda yasayan halklarin temsilcileri, bu mecliste bulunup görev yapmislardi; Müslim ve gayr-i müslim...

Tanzimat’la baslayan l. Ve ll. Mesrutiyet’in ontolojik anlamda devami sayilacak olan Cumhuriyet’in ilani ile Meclis-i Mebusan’da temsil edilen “Müslim ve gayr-i Müslim” halklarin varligi, ancak onlarin kendilerini Türk olarak tanimlamalari ile mümkün olabilmisti.

Hatta “çagdas” Islami kimligi ile bu atmosferde yer almak isteyen Müslümanlarin(Islamci) varligi dahi çok görülmüstü. Örnegin; Mehmed Âkif…

Bundan sonraki süreçte, “sosyal olarak Müslüman, ama inkilaplar(devrim) yoluyla laiklestirilmesi düsünülen kitlenin, laiklesmedigi oranda, yeni kurulan hayatin peyderpey disina atilmasi hadisesi onlarca yil sürdü.

Ta ki, Menderes dönemi ile birlikte, bu mahrum kitle hem toplumsal hayatin içerisinde görünmeye basladi ve hem de –demokrasiye ragmen- sadece yöneticileri belirleyip seçmek için sandik basina gitti.

Onlara telkin edilen ne demokrasi idi ve ne de Osmanli ile birlikte kaybettiklerin düsündükleri seyleri tekrardan elde edilmesi idi. Sadece, Kemalist CHP yönetimine dur demeleri ve aslinda kendileri de bal gibi Kemalist olan DP iktidarina “Islam ve muhafazakârlik adina” onay vermeleriydi.

O günden bugüne, adina ister sagcilik deyin, ister millilik/milliyetçilik/mukaddesatçilik deyin, ister yeniden üretilen muhafazakârlik deyin; demokrasi ve seçimle ilgisi sadece yapilacak olan propagandalara kanmak, “sol’a karsi sag’i desteklemek, politika ugruna “apolitik partidas olma görevi onlara tevdi edilmisti.

Denemesi basit; gidin muhafazakâr olan ve sözde birtakim degerleri kendi sahsinda korudugunu düsünen, ayni zamanda her nedense “eskiye özlem duyan”, ama bunun mümkün olmadigini gören reisçi bir tanidiginiza; HDP’den ayrilip parti kuran ve kendini “Müslüman” olarak tanimlayan bildiginiz bir siyasetçiyi sorun, size “o kim?” diyecektir.

Aslinda, “o kim, o ne, o ne demek?” gibi sorulari, sadece apolitk olarak vasfettigimiz muhafazakâr partidaslar tarafindan degil, sözde kendini merkezde gören onlarca, yüzlerce, binlerce vs. çesitli ideolojik çevreye mensup “çok bilmisler” içinde geçerli.

Ama bu ülkeyi bir Islam ülkesi ve halkin kahir ekseriyetinin Müslüman ve kültürünün de o inanca uygun oldugunu düsündügümüzde, “o kim?” sorusunu –isitisnai durumlar hariç-  bir Müslümanin sormamasi gerekir.

Müslüman, bir üstünlük taslaman, öyle bir havaya girmeden kendini bu ülkenin esas sahibi olarak görüyorsa, kendisiyle birlikte bu topraklarda yasanan çesitli kavmi, mezhebi, dinî ve toplumsal yapilarin varligindan haberi olmali, onlari yakindan tanimali, tanismali, onlarin esit vatandaslik içerisinde haklarini, hukuklarini bilmeli, haklarina yönelik yanlislara karsi çikmali, onlari da kendi konumunda görmelidir.

Ama bu inceliklere bakilmadan “o kim, onlar da kim?” sorusu; soran kisiyi anakronik yapar.

Yukarida baslikta belirttigimiz “apolitik “Muhafazakâr” Partidas” tanimlamasi, yine yazi içerisinde belirttigimiz üzere, muhafazakârlik saikiyle onlarca yil öncesine dayanmakla birlikte, 90’larin oldukça basarisiz iktidarlarinin acziyetleri sonucu bir alternatif olarak beliren AK Parti’nin, giderek otoriterlesmeye basladigi döneme denk düsmekteydi.

Buna, bir de, Gezi olayi, 24/27 Aralik süreci ve en son 15 Temmuz ile baslayan ve 2018’de belirginlesen “beka” mes’elesi ile derinleserek bugünlere kadar geldigini eklemek gerek...

Bu durum az da olsa, birçok siyasetçi ile seçmenin AK Parti’den birer, birer ayrilmalari ile geriledigi görünürken, bu kez, kararsiz muhafazakâr seçmen ile parti sayesinde gücüne güç katan zengin ve burjuva kesiminin gündemindeki yerini korumaktadir.

Bu durumun da ileride sanildigi gibi gerçeklere dayanan bir durumu içermedigini duydugumuzda, sasirmamamiz gerekir. Zira bu durum kendilerine saglikli bir ideolojik vetire olusturamadiklari için “zamani geldiginde eskiyip yerlerini “yeni” sag partilere devretme durumu devam edip duruyor.

Örnegin; DP; AP; DYP; ANAP;; RP ve en sonda AK Parti…

Burada, süreçte kendi bünyesinden BBP, IYI Parti ve Zafer Partisi gibi partileri çikran MHP’yi ayri degerlendirmek gerek. O da, partinin esas kimligini olusturan Türkçülügün, Türk milliyetçiliginin aslinda Kemalizm’in istedigi, onayladigi bir ideoloji olarak düsünüldügünde, MHP’nin kendi konumunu -bazen meclis disi kalsa da- korudugu görülmektedir.

O, her zaman anahtar parti olarak da Türk siyaset sahnesinde varligini sürdürmektedir. Bu da onun bir nevi “âlemet-i farikasi” olarak okunmayi hak etmektedir.

Diger partilerin büyük bölümünün siyaseten yüzü Müslümanlara dönük olsa da, salt Islam ile yol almadiklari düsünüldügünde ve kendilerini laiklik ile Türk milliyetçiligi baglaminda degerlendirdikleri halde, devlet kurucu iradesi tarafindan dikkate alinmamakta; onlar muhafazakâr olarak tanimlanmakta ve biri gittiginde, hizmetlerin devami için digerine iktidar imkani sunulmakta ve bu durum berdevam etmektedir.

Türkiye, bu haliyle birçok sol parti ile birlikte bir “partiler mezarligi” görüntüsü vermekte. Bu da unutulmamali…

Bize özgü olan “apolitik partidasligin batida bir örnegi var mi acaba?

Galiba, bu sakil durum bize özgü olsa gerek…

Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!