Bir Deistin Hidayeti

Röportajı Hazırlayan: Sait Alioğlu Mutafa Gül: “Deist kişi vahye inanmaz, elçilere inanmaz, dinlere inanmaz. Deistler için bu inanç sistemi bal kaymaktır. Sorumluluk yok, işlediği suçlardan dolayı bir yaptırım yok.”
Bir Deistin Hidayeti
Sait ALIOGLU
Sait ALIOGLU
Eklenme Tarihi : 17.07.2023
Okunma Sayısı : 252

Haberler / Söyleşi 

Bir Deistin Hidayeti | Mustafa Gül

Röportajı Hazırlayan: Sait Alioğlu

Mutafa Gül: “Deist kişi vahye inanmaz, elçilere inanmaz, dinlere inanmaz. Deistler için bu inanç sistemi bal kaymaktır. Sorumluluk yok, işlediği suçlardan dolayı bir yaptırım yok.”

(*)“Bir Deistin Hidayeti adlı eser; “Deizm karanlığından, vahyin aydınlığına kavuşanların; Yumruk yerine diyalogu, kavga yerine barışı seçenlerin; “Z” kuşağı diye küçümsenirken, parlak bir gelecek vaat edenlerin; Filizlenen tertemiz bir aşka yelken açanların romanı’dır.”

1)“Bir Deistin Hidayeti” adlı roman…

Okuyucu kitaba başladığında, deist olduğu tam belli olmayan bir karaktere rastlamadığı için –en azından bizler için- o kısımlarda adı geçen ve Allah inancına sahip (İbrahim, Yunus gibi öğrenciler) herhangi birinin,  moda tabirle söylersek, o akıma kapılıp, uzun bir dönem içerisinde bulunduktan sonra tekrardan sahil-i selamete kavuştuğunu düşünebilir.

Tabii ki, orada deist kimliğiyle önplanda olan kişi, aynı zamanda kendi var olan durumundan da pek memnun olmayan kişinin Deniz’in bizzat kendisi olduğu görülüyor.

Bir de Füsun gibi bir bayan, ya da erkek öğrenci de deist olarak romanda kendine yer bulmuş…

Yazar, en başta aldığı eğitim itibarıyla Türkçe hocasıdır. Dili iyi ve yerinde kullanmış.

Bir de bunun yanında kendine özgü yapısı ve düşünce skalası bulunan bir ekol içerisinden geldiğinden dolayı, Kur’an’ı “tek kaynak” değil de “temel kaynak” olarak değerlendirdiği için, hemen her konuya onu, yani Kur’an’ı refere ediyor.

Soru-1) Mustafa hocam, yukarıda içeriğinden belli bir oranda alıntı yaptığımız eserinizle toplumda konu ile ilgili var olan kaygılardan hareketle bir inanç sorunu olarak gördüğünüz deizmi, olanca açıklığıyla insanlara aktarabildiğinizi düşünüyor musunuz?

1-Hayır anlatmadım. Kitabın amacı, deizmi kökeniyle, tarihi gelişimiyle, derinliğine anlatmak değildi.

İçinde çokça konuşmalar, Kur’an’dan ve kâinat ayetlerinden alıntılar olsa da kitabın türü roman. 70 li yıllarda gençliğimiz sağcı – solcu, komünist, İslamcı diyerek bölünmüş, birbirine düşman edilmişti. Günümüzde bu kavramlar gençlik tarafından artık bilinmiyor bile.

Bugün gençlik, dünyaya nizam veren güçlerin etkisiyle iyice dünyevileşti. Sosyal medyanın insanın hayatına iyice yerleşmesiyle bencilleşen, yalnızlaşan, sosyallikten uzaklaşan bir toplum haline dönüşüyor.

Okullarda az da olsa ülkücü, tarikatçı, deist-ateist-agnostik geçinen grupları görüyoruz. Bir de Kur’an’ı kendine temel kaynak edinip, sorgulayan, araştıran kendilerine “Müslüman” isminden başkasını kabul etmeyen küçük bir grup görüyoruz. Bir Deistin Hidayeti romanının kahramanları da ülkücü, tarikatçı, deist, ataist ve Müslüman gençlerden oluşuyor.

Deizmin, ayrıntılarıyla ne olduğundan çok, deist ve ateistlerin  belli başlı bazı sorularına cevaplar mevcut kitapta.

***

2) Ateist, deist, agnostik ve teist…

Bu dört kategori, temelde ta ezelden beri din olgusu içerisinde, o dine, inanca uygun hareket eden, ya da etmeyen insanların “kendi bütünlüğü içerisinde” değerlendirildiği kategoriler olarak ortaya çıkar.

Her ne kadar, eskiye dayanıp Batı’da biliniyor ise de, bizde mahiyeti itibarıyla değil de, popüler olması hasebiyle yeni, yeni tanınan ve bilinen kategoriler olarak öne çıkmaktadır.

Bu kavramların içerisinde en önde olanı, en görüneni; varlığı, diğerlerine nazaran muhafazakârlar açısından kaygıya sebep olan, ama mahiyeti hakkında sağlıklı bir bilgiye sahip olunmayan deizm ve haliyle bir fiil(eylem/amel) olarak deistliktir. Bunca kaygıya rağmen, hemen birçok konuda olduğu üzere, bu konuda da temele dair felsefî bir alt yapının yokluğu işi daha da çapraşık hale getirmektedir.

Bu kavramlar, görünürde din ve inanç ile ilgili kavramlar, ama “ed-din” vasfı olan İslam’a dair bir şey söylemiyor.

Soru 2) Müslüman olarak Kur’an’da kullanılan kavramlara müracaat edecek olsaydık, bu işten dolayı kafa karışıklığı yaşayanları ne kadar etkileme gücümüz olabilirdi; istenilen sonuca ulaşabilir miydik, ya da ulaşılabildi mi?

2-Alimler, Allah’ın ayetlerini kevni ayetler, kavli ayetler diye ikiye ayırır. Kevni ayetler, kâinatta gördüğümüz her nesne, dağ, taş, yıldızlar, tüm canlı ve cansızlar alemidir. İnsanın her bir organı ve aklı kevni ayetlerdendir. Aslında kişi aklını çalıştırsa, çevresindeki olağanüstülükleri görebilse acizliğini anlayacak ve yaratana teslim olacak.

“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl donattık! Onda hiçbir düzensizlik ve eksiklik yoktur.

Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.

Bütün bunlar, içtenlikle Allah’a yönelen her kulun gönül gözünü açmak ve ona öğüt ve ibret vermek içindir.

Gökten de bereketli bir su indirip onunla kullar için rızık olarak bahçeler ve biçilecek ekinler, birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları bitirdik ve böylece onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte (dirilip kabirlerden) çıkış da böyledir.” (Kaf,6-11)

Bir de kavli ayetler var. Yani sözlü ayetler. Yaratıcının elçileri vasıtasıyla insanlığa ulaştırdığı kitaplar, vahiy. Son nebi Muhammed (as) a gönderilen Kur’an gibi.

Evrende gördüğümüz yaratılmış her varlık biz aciz kulları için bir mucize olduğu gibi, Kur’an da Rasulullah’a verilen tek ve en büyük mucizedir.

Kafası karışık kişileri düzeltecek, aydınlığa çıkartacak ve huzura kavuşturacak da yine Kur’an olacaktır. “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle/Kur’an’la huzura kavuşur.”(Ra’d, 13/28)

İnsan ne nankör varlık. En çok da kendini aydınlığa kavuşturacak olana düşman. “Kişi bilmediğinin düşmanıdır” der Arap atasözü. Kur’an’ı anlayan, söylenenlere kulak veren hiçbir akıl sahibi O’na düşman olamaz, O’nu görmezden gelemez, O’na sırt çeviremez.

Bir Deistin Hidayeti’nde asırlardır tekrarlanan bazı sorulara Kur’an’dan en çarpıcı cevaplar verildi. Aslında bunun benzeri cevaplar nüzul/iniş sırasında müşriklerin sorularına karşılık verilmiş.Her cevap karşısında “ama, fakat” diyerek ardı arkası gelmeyen yeni sorular.. sorular..

Müşrikler yani Allah’a ortak koşanlar, yani Allah’a inandığını söyleyip çıkarı ve için de bulunduğu konum için Muhammed(as)ın elçiliğini kabul etmeyenler, O’na deli dediler:

“Ey kendisine Zikir/Kur’an indirilen sen delisin.” (Hicr,15/6)

Büyücü dediler:

“O bir kâhin sözü değildir. Ne de az düşünüyorsunuz.” (Hakka,69/41-42)

Şairlerden bir şair dediler:

“Ne yani, cin çarpmış bir şair için İlahlarımızı terk mi edelim?” (Saffat,37/37-36?)

İftiracı dediler:

“Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: O’nun surelerine benzer bir sure meydana getirin, iddianızda samimiyseniz. Allah’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın.” (Yunus,10/38)

Eskilerin masalları dediler:

“Ona ayetlerimiz okununca eskilerin masalları der.”(Mutaffifin,83/13)

Bugünkü deistler de buna benzer soruları tekrarlamıyor mu?

***

3) Üniversitenin Bu Tür Yanlış Anlayışlara Karşı “Olası” Katkısı…

Eskiden de olduğu üzere bugün dahi toplumun olumlu anlamda olması gereken gelişimimin sırasıyla akademi, medrese ile birlikte çağdaş dünyada da üniversite üzerinden olabileceği gerçeği, ailelerin muhafazakâr refleksleri sonunu adeta akamete uğratıldığı satır aralarında kendini göstermektedir.

Bu olumsuz durumu teyiden, anne, babaların kendi çocuklarını, önemli bir alan olan siyasete yönelik yanlış bakış açılarına binaen üniversiteye uygun düşen sosyal havasından alıkoymaya yönelik çalışmaları beraberinde çağdaş dünyayı ıskalama ve körelmeyi tetiklerdi.

Haliyle, Müslüman anne, babalarında kendilerine belli bir oranda arız olmuş yanlış din anlayışı ve kavrayışından kurtulmaları gerekir ki, eksiklikle malül bir anlayışa binaen deizm başta olmak üzere, bu kavramlardan kaynaklanan inanç bunalımları olmasın…

Soru 3) Buradan baktığımızda, ilahiyatlarla birlikte birçok alanda olduğu üzere üniversite olgusu üzerinden sahih ve çağı da kuşatabilecek bir İslam(haliyle Kur’an) anlayışı nasıl elde edilebilir?

3)-İnsanın ve toplumların kurtuluşları, kalkınmaları ve gelişmeleri eğitimle olur.  Çocuklarını ve gençlerini iyi yetiştiren toplumlar ilerler, çağı da daha ileriye taşır.

İnsanın dünya ve ahiret hayatını güzel kılacak eğitimden bahsediyorum. Bugün dünyevi gelişmeler için Batının uyguladığı eğitim çok başarılı. Usulüne uygun yapılan eğitim, insanı uzaylara taşıyor. Fakat görüyoruz ki bu gelişmişlik insanı huzurlu kılmıyor. Gelişmiş ülkelerde psikolojik hastalıklar, intihar olayları, uyuşturucu kullanımı ve cinsel sapkınlık had safhada. Çünkü sağlam bir inanç eğitimi yok. Ahiret ve Allah yokmuş gibi davranıyorlar. Tek kanatlı kuşun uçamayacağı gibi, insanın da sadece maddesine hitap eden dünyevi eğitim yetmiyor. Ruhuna, fıtratına uygun eğitim alamayınca mutsuz oluyor.

Maalesef biz de,daha iyi durumda değiliz. Ülkemiz maddi kalkınmayı sağlayamamış. Üniversitelerimiz bu yarışta çok gerilerde kalmış.İnsanın manevi yönüne, ruhuna yani inancına yönelik eğitimde de sınıfta kalmışız. “Efendim onlarca İlahiyat fakültesi var” diye kendimizi kandırmayalım. İlahiyat fakültelerinde İslam öğretilmiyor, daha doğrusu Kur’an öğretilmiyor. Çok sayıda ilahiyatçı arkadaş, öğretmen ve din görevlisiyle görüştüm. Ders programlarını inceledim. İlahiyatlarda her şey var,Kur’an yok. Bunu boşuna söylemiyorum. Dört yıllık ders programına bakalım:

Tecvitli Kur’an okuma, tefsir tarihi, hadis tarihi, Türk din musikisi nazariyatı, İslam hukuku, Türk İslam edebiyatı, güzel sanatlar, Atatürk ilke ve inkılapları, Kur’an okuma, kelam, felsefe tarihi, eğitim psikolojisi, İslam mezhepleri tarihi, tasavvuf düşüncesi, tecvid, İslam felsefesi, tefsir tarihi, peygamberler tarihi, günümüzde Ortadoğu ve mezhepler, mevzu hadisler, Mesnevi hikâyeleri, Türk tasavvuf musikisi, ehli sünnet coğrafyası..

Var mı bu dersler arasında Kur’an? Yok. Bu derslerin bazıları üç sınıfta tekrarlanmış. Öğretilmesin mi? Öğretilsin. Fakat önce dinin özü öğretilsin. Kur’an dersi derken, Kur’an’ı oluşturan 6236 ayetin öğrenilmesini, anlaşılmasını kast ediyorum.

Dinin temel kaynağı Kur’an olduğuna göre, bir ilahiyat öğrencisinin Kur’an’ı tam bilerek mezun olması gerekmez mi? Her yıl, dinin kenarından köşesinden dolaşacaksın fakat evin içine girmeyeceksin. Din İslam’dır, İslam da Kur’an’dır. Bir din görevlisi Kur’an’ı öğrenmeden okulu bitiremez.

A’dan z’ye insan vücudunu öğrenmeden okul bitiren bir tıp öğrencisi düşünülebilir mi? Temelden tepeye bir binanın nasıl yapılacağını bilmeden mezun olan bir inşaat mühendisi olabilir mi?

Ülkemizde, yetişmiş çok iyi ilahiyat hocalarımız, din görevlilerimiz ve din dersi öğretmenlerimiz var. Fakat bu arkadaşlarımız kendi çabalarıyla Kur’an’a vakıf olmuşlar. Sayıları da büyük çoğunluğa göre çok az. İşin acı tarafı hurafelerden arınmış, İsrailiyattan uzak, Kur’an merkezli dini anlatan bu akademisyenler, ulusal kanallarda konuşturulmuyor. Doğru bilinen yanlışları söyleyenler, dokuz köyden kovuluyor.

“Dini eğitim merdiven altından kurtarılmalı” deniyor ya, doğrusu merdiven üstü de o kadar aydınlık değil.

Gönül ister ki ilahiyatlarda Allah’ın gönderdiği hak din İslam, gerçek manada öğretilsin. Orada yetişip bütün ülkeye dağılan 100 binlerce akademisyen, öğretmen, din görevlisi de çatır çatır bu hak dini anlatsın ve yaşasın da gençler deizme ve ateizme meyletmesin.

Kur’an bilgisine sahip ilahiyatçı, gelecekten haber verenlere, bu konuda Rasulullah’a da iftira atıp mevzu hadisleri delil gösterenlere“Gaybi Allah’tan başka kimse bilemez.” (Neml,27/65)diyerek karşı çıksın.

İslam düşmanlarının en çok saldırdığı köleliğin dinde yerinin olmadığını, aksine Muhammed Suresinin 4.ayetiyle asırlardır var olan köleliği kaldırdığını ve Rasulullah’ın da bütün ömründe bunu uyguladığını anlatsın. “Savaş esirlerini karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakın.”

Çocuk evlilikleri konusunda İslam’ı suçlayanlara, Nisa Suresinin 6. ayetini okusun “kız ve erkeğin evliliği için, buluğ çağına erişmeleri ve reşit olmaları aranır.” diye cevap versin.

Sait bey kardeşim, bu sohbetimizi inşallah yetkili bir YÖK üyesi okurda, ilahiyatlardaki müfredat programlarını yeniden düzenlerler. Bazı derslerin saatlerini azaltıp yerine Kur’an’ı anlama dersi koyarlar.

4) Gençleri Anlamak yerine onları küçümsemek…

Kur’an’ı anlama çabamızın yeterince olmayışı ve yanlış anlatımlarımız deizm ve agnostizm gibi anlayışlara kapı araladığı sıkça dile getiriliyor. Bir de gençlere karşı küçümser bir bakışın deizmin yaygınlaşmasında etkili olduğu kanaati var.

Bu küçümser bakışın, onları anlayıp sağlıklı cevaplar üretmek yerine büyükleri nasihate yönlendirdiği söz konusu…

Soru 4) Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

4)-RTÜK (Radyo Televizyon Üst Kurulu), 15-21 yaş grubundaki gençlerde günlük internet kullanımı ortalamasını 4 saat 37 dakika olarak belirlemiş. Hiç hoş ve hayırlı bir sonuç değil. Çünkü bu 4,5 saatlik zamanın yararlı geçirildiğini kimse söyleyemez. Bu sistemi kuranlar kendi zihniyetlerine göre ayar veriyorlar. Bizim 15-21 arası en az 7-8 milyon gencimizin zamanı, zararlı olmasa bile boşa harcanmış oluyor.

Biz büyükler “Biz sizin yaşınızda neler neler yapıyorduk” diye nutuk atmamıza gerek yok. Bugün biz onlar için ne yapıyoruz, günlerinin ve geleceklerinin güzel şekillenmesi için ne veriyoruz?

Hakikat boşluk kabul etmez. Onları anlamazsak, hayatlarında yer etmezsek, onlara güzel bir umut aşılamazsak, dünyaya nizam veren zalimlerin sosyal medya dünyasının seline kapılıp sürüklenmesine engel olamayız.

Biz derken hem ebeveynleri hem de yöneticileri kast ediyorum. Okullarımızın fiziki durumları epeyce düzeltildi. Her yıl bütün ders kitapları sıralarının üzerinde hazır bulunuyor. Bilgiye ulaşım da artık çok kolaylaştı. Artık çocuklarımıza iyi, güzel, doğru bir eğitim vermenin zamanı geldi. Yani onların ruhunu, kalbini, beynini besleyen; sağlam bir inanca kavuşmasını sağlayan; dünya ve ahiret saadetini hedefleyen bir eğitim verilmesinin zamanı geldi de geçiyor bile.

İnternet, radyo, televizyon, çizgi film,dizi filmler, gazete, dergi, hikâye, roman, şiir, sinema, tiyatro, güzel sanatların her birine çok daha fazla bütçe ayırmalı.Ahlak ve maneviyat bu vasıtalarla bozulduysa ve bozulmaya devam ediyorsa, aynı vasıtalarla düzeltmeye çalışalım.

***

5) Deizmle ilgili elde bir verinin olup olmadığı mevzuu…

Bu konu giderek topluma hakim olmaya çalışan ve hemen her şeyi belirler konuma erişen siyasetten dolayı, oluşan boşluğa binaen deizmi deyim yerindeyse kucağımızda bulduk. Bir yandan siyasetle yol olmaya çalışırken, diğer yandan deizm gibi bir olguyla yüz yüze kaldık. Onun sıcaklığı halen devam ettiği için, konuyla ilgili elimizde sağlıklı bir verinin mevcudiyetinden bahsedemeyiz galiba…

Soru 5) Bu konuya dair bir roman yazmış olduğunuz için elinizde konuyu tüm çıplaklığıyla izah edebilecek sağlıklı veriler var mı?

5) Deizm, tanrıcılık olarak tanımlanıyor. Latince deus, tanrı demek. Deizm de tanrıcılık. Bu kavram ilk olarak 17. yy.da İngiltere’de kullanılmış, Avrupa’da ve Amerika’da savunanları günümüze kadar gelmiş.

Deizmde inanılan tanrı, evreni yaratmış, dinlenmeye çekilmiş. Yarattıkları ve insanlar üzerinde hiçbir yaptırımı yok. İnsanlarla iletişim kurmaz, sorumluluk yüklemez, onlardan bir şey beklemez. Deist kişi vahye inanmaz, elçilere inanmaz, dinlere inanmaz. Deistler için bu inanç sistemi bal kaymaktır. Sorumluluk yok, işlediği suçlardan dolayı bir yaptırım yok.

Deizm o kadar da net değil. Çoğunluk ahirete inanmaz, bazılarında ahiret inancı vardır. Bir kısmı da reenkarnasyona inanır. Farklı bir varlıkta yeniden yaşama gibi.

Kısacası deizmin rengi gri.

***

6) “Ekmek Kur’an Çarpsın ki ben deist oldum abi!”

Bir Twitter paylaşımında bir genç, kendisinden yaşa büyük birisine deistolduğunu söylüyor, karşıdaki kişide, arkadaşının sözünü teyiden “söyle vallah” diye üsteleyince, bizim “deist olan” genç “ekmek, Kur’an çarpsın ki, ben deist oldum” diye arkadaşını ikna etmeye çalışıyor. Bu örnekte yola çıkıldığında, konu özelde olmak üzere genelde de ele alınabilir.

Soru 6) Bu abes ve manidar duruma bakıldığında, o zaman deist olduğunu söyleyenler gerçekten neye inandıklarını tam olarak biliyorlar mı? Neler söylemek istersiniz?

6) Tarihte ve günümüzde deizmi bilen, savunan ve bunu bilinçli yayanlar olmuş. Ülkemizde de çok az sayıdaki kişi deizmi yazılı basında olmasa da sosyal medyada yazmakta çizmekte, bilinçli olarak propagandasını yapmakta. Sayısı az da olsa kendini bu akımın içinde bulan gençlerin birçoğu İslam’ı bilmediği gibi, deizmden de haberi yok. Aktardığınız gibi “Kur'an çarpsın ben deist oldum” diyenlere rastlıyoruz.

 Bu biraz şuna benziyor, hayat kadını tabiri son zamanlarda ortaya çıktı. Eskiden burada söylemekten ve yazmaktan çekindiğim “o…….” denirdi. Aynı kelimenin karşılığı hayat kadını şimdilerde rahatlıkla kullanılıyor. LGBT. Eskiden bunun karşılığı olarak yine yazmaktan ar ettiğim “i…” denirdi. Gerçi iş o kadar ileri gitti ki bu edepsizliği yapanlar “velev ki i…yim” pankartını taşıyarak yürüyüş yapıyorlar.Şimdilerde rahatlıkla kullanılan “genelev”in eskiden adı “ker….” idi. Aile kavramını ortadan kaldırmak için, doğal ilişkiler yerine sapkınlıkların, her türlü ahlaksızlığın,anlamı biraz yumuşatılarak reklamı yapılıyor. Bunun gibi, deist yerine kafir veya müşrik kavramlarını bir genç kolay kolay kullanmaz. Rahatlıkla “Kur’an çarpsın ben kafir oldum demez”

Benim umudum deistliğin gelip geçici moda bir akım olarak kalacağıdır. Az mı sürer, çok mu sürer bilemiyorum. Sahih bir İslam anlayışı ve hayat tarzının oluşması, bu tür hevesleri yok edecek. Yeter ki özümüz sözümüz bir olsun.

***

7) Monolog tarzı sohbet ve muhatapta uyanmayan ilgi…

Toplumsal konumlara bakıldığında, genelde laik ve seküler ailelere mensup gençlerin, içerisinde bulundukları sınıf farkından dolayı, inanç bağlamında, ciddi bir İslam anlayışı yer etmemişse, doğal olarak gençlerin ateizme yöneldikleri görülür.

Bu genelde böyle olmakla birlikte; sureta dindar ve Kur’an’a bağlı bilinen birçok ailenin, dini bilgi edinme sürecinde çoğu kez yanlış yöntemler sonucu pek de kur’an’a uymayan, ama süregelen bazı alışkanlıklar ve ezberler saikiyle “uygunmuş gibi görünen” oluşan havanın, çoğu kez arayış içerisinde bulunan gençlerde ters teptiğini gözlemleyebiliyoruz.

Bunun yanında, ebeveynlerin, korumacı bir mantıkla ve olası tehlikelere karşı, çocuklarına yönelik kaygıları devreye girince, ortadan kaldırılamaz olan çelişkiler sonucunda gençlerde inanç bunalımı baş göstermektedir.

Bunlara bir de, en gelenekçisinden, en İslamcısına kadar birçok cemaatin faaliyetleri dışında, tarikatların bir nevi alamet-i farikası sayılan, diyalog şeklinde değil de, bir kişinin(şeyhin vb.) başını çektiği “bir tek kişiden çoğunluğa yönelik monolog şeklinde vuku bulan sohbetlerinde maksada hizmet etmediklerine şahit oluyoruz.

Soru 7) Öteden beri süregelen “monolog tarzı bu sohbet biçimini, tekil ve çoğul olarak anlamaya ve eleştiriye dayalı olarak nasıl ikame edebiliriz?

7)-Buna monolog tarzda sohbet demeyelim. Çünkü sohbette karşılıklı konuşma vardır. Aslında monologun kendisi de yanlış görülemez. Yeter ki söylenenler hakikat olsun. Keşke her monolog,  Lokman’ın çocuğuna yaptığı öğüt gibi olsa:

“Dinle ey oğul! Bilesin ki, hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. Hardal tanesi kadar bir iş yapsan, ister göğe, ister yerin dibine, istersen yerin içine sakla, Allah onu bulup çıkarır. Allah sırların sırrını bilir, her şeyden haberdardır, bundan hiç şüphen olmasın.

Ey yavrucuğum!

Namazını canı gönülden kılasın. İyilikleri emredip, kötülüklerden sakındırasın. Başına gelenlere sabretmeyi bilesin.İnsanlara hor bakmayasın. Burnun havada yürümeyesin. Unutma ki Allah kendini beğenmiş tipleri sevmez.

Davranışlarında ölçülü ve dengeli ol, sesini de yükseltme.”

 Kur'an bunun gibi nice güzel öğütlerle dolu. Monolog tarzı konuşanlarda esas sorun,anlatılanların içinin boş olması. Sadece boş olması değil, yalan yanlış hurafe ve masallardan oluşması. Dine karşı olanlar, en çok malzemeyi, bu tür konuşmalarda buluyor. Dine, Kur’an’a, akla ters bu tür söylemleri ele alıp İslam’a saldırıyor.

İkinci sorun, anlatıcı gerçekleri söylese de, yaşayışı tam anlattıklarının tersi.“Yalan söylemeyin” diyor da, yalan söylüyorsa;“sade yaşamalıyız” deyip, parmağına paha biçilmez bir yüzük takmışsa; infaktan bahsederken, yaptığı hiçbir yardım görülmemişse; ahlakı anlatırken, ahlaksız davranışları biliniyorsa boş konuşmuş oluyor.

Romanda, deizme yöneliş sebepleri olarak bu ikisini söylemiştim:

a) İslam adına hurafeler anlatılıyor,

b) Dini anlatanlar güzel örnek olamıyor.

Mustafa hocam, bu sorulara içtenlikle cevap verdiğiniz için sizlere teşekkür ederiz.

Ben de çok teşekkür ederim.

Mustafa Gül

(*)Mustafa Gül, Bir Deistin Hidayeti, 2022, Çıra Yayınları, İstanbul

Yaşının orijinali için bakınız: https://www.hertaraf.com/haber-bir-deistin-hidayeti-mustafa-gul-11825

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!