Nijer/Afrika’da Neler Oluyor!?

Afrika kıtasındaki malum ülkelerdeki peşi peşine darbe haberleri gündemdedir. Nijer ve Afrika’daki diğer ülkelerdeki gelişmeleri klasik tanımlamalarda olduğu gibi “darbe” olarak nitelendirmek doğru değildir. Yaşananları doğru okuyabilmek için değişen şartlar ve yeni denge arayışı süreçlerinin Afrika’daki yansımalarının dinamiklerini, dolayısıyla eski sömürgeciler ve bölgesel ve küresel yeni denge arayışındaki strateji savaşlarına taraf olan yükselen güçleri doğru tanımlamak gerekmektedir.
Nijer/Afrika’da Neler Oluyor!?
Abdullah PAMUK
Abdullah PAMUK
Eklenme Tarihi : 9.09.2023
Okunma Sayısı : 185

Nijer/Afrika’da Neler Oluyor!?

Afrika kıtasındaki malum ülkelerdeki peşi peşine darbe haberleri gündemdedir. Nijer ve Afrika’daki diğer ülkelerdeki gelişmeleri klasik tanımlamalarda olduğu gibi “darbe” olarak nitelendirmek doğru değildir. Yaşananları doğru okuyabilmek için değişen şartlar ve yeni denge arayışı süreçlerinin Afrika’daki yansımalarının dinamiklerini, dolayısıyla eski sömürgeciler ve bölgesel ve küresel yeni denge arayışındaki strateji savaşlarına taraf olan yükselen güçleri doğru tanımlamak gerekmektedir.

Afrika’daki sömürge tarihinin geçmişi bir yana, özellikle, Osmanlı sonrası gündeme gelen işgaller, manda yönetimleri ve -manda yönetiminin bir tık ötesi olan- vesayetçi yapıların hakim olduğu ülkelerdeki kolonyalist ve post kolonyalist sömürüler, medeni Batı’nın gerçek çehresini ortaya koyacak bir niteliğe sahip bulunmaktadır. Afrika’da klasik darbelerin sıklıkla yaşandığı 1945-1990 yılları arasında ABD ile SSCB’in kendi hakimiyet alanlarını tahkim ve tartışmalı coğrafyalarda etkin olabilmek üzere klasik anlamda darbeler gerçekleştirdiği bilinmektedir. İki kutuplu dünya düzeninin hakim olduğu söz konusu dönemde sömürünün, emperyalist ve anti-emperyalist söylemlerinin niteliği malumdu. ABD başta olmak üzere Fransa, İngiltere, bölgedeki hakimiyetlerini ve sömürülerini güçlendirmek üzere gerek gördüklerinde darbelere başvurmuşlardır. Söz konusu emperyalist güçlerin bölge hakimiyetlerinde Suudi Arabistan, Mısır, BAE gibi ülkeleri de nasıl kullandıkları bilinmektedir. Aynı zamanda söz konusu güç odakları, bölgede ileri karakolları olarak gördükleri İsrail’in güvenliği hususunda da bir güç dengesi/dengesizliği oluşturmaktan geri kalmamışlardı. Bahse konu dönemde Rusya’nın durumunu ise ayrı değerlendirmek gerekir. Zira, “dehşet dengesi”nin diğer kutbu olan Rusya’nın emperyalist faaliyetleri, ideolojik söylemlerle sütrelenen bir çizgide ilerlemekteydi…

Batı Afrika’da, 1990-2010 yılları arasında “yeniden yapılandırma” düzlemindeki arayışta, bir başka ifadeyle malum projenin sahaya yansıtılması sürecinde yaşananları ise iki evrede değerlendirmek gerektiğinin farkındayız. Bölgeye hakim eski güçlerin hakimiyetlerini tahkim etmek üzere bölgesel politikaları ve stratejilerinin tezahürlerine şahit olduk. Keza eski sömürgeci/emperyalist güçlerin yanı sıra yükselen güçlerden öne çıkan Çin’in bölgeye yönelik stratejik hamlelerinin sonuçlarını görmeye başladık. Bölgesel ve küresel, iki evreli, yeni denge arayışı sürecinin 1. evresinde ABD ile birlikte hareket eden Türkiye, -ABD’nin strateji değiştirmesiyle- bir anlamda mecbur bırakıldığı kendi stratejisini oluşturma sürecinde, (yükselen güç olarak) Afrika’da etkinliğini hızla arttırmaya başladı. Küresel sistem içinde bir çıkış arayan ve bu süreçte, tarihi ve stratejik derinliğini iyi kullanan (Ilımlı) Laik-demokratik/Batı referanslı (yeni) Türkiye, yumuşak gücünü öne çıkardı. Gerektiğinde de “hard power”/sert gücünü kullanabilme potansiyeli yolunda da önemli adımlar atmış bir aktör olarak Afrika’da etkili olmaya başladı. Daha da ötesi yeni Türkiye, orta ve uzun vadede bölgedeki etkinliği, beklenenin üstünde artması kuvvetle muhtemel bir güç olarak okunmaya başlandı. Ve yakın dönemde Afrika’daki dikkat çekici hamlelerine şahit olduğumuz Türkiye, bölgede yaşanan son gelişmelerde de, bir şekilde, varlığını hissettirmektedir…

Küresel ve bölgesel değişim ve dönüşüm sürecinin hızlandığı bir dönemde Afrika kıtasında yaşananlar büyük bir öneme sahip gözükmektedir. Ve Afrika’da yaşananları değerlendirirken özellikle iki boyutu doğru okumak bizce çok önemlidir. Bunlardan birincisi, bölgesel ve dolayısıyla küresel düzlemde güç dengeleri hızla değişirken, bilhassa, yükselen güçlerin (Çin, Türkiye, Rusya…) bölgedeki hareket alanlarının giderek artması gerçekliğidir. Ve bu aktörlerin, görünen ve görünmeyen boyutlarıyla gelişmeleri ciddi olarak etkilemesidir. Özellikle de Çin ve Türkiye’nin bölgede giderek öne çıkması ve artan etkinliklerinin arkaplanının doğru okunması gerekmektedir. İkincisi ise Afrika’ya özellikle Osmanlı sonrası Batı ülkeleri tarafından yaşatılan “klasik sömürgecilik” döneminin, bölgedeki gelişmelerin seyrini, “yeni güç dengesi arayışı” sürecinin vasatını, ciddi anlamda etkilemesi gerçekliğidir. Aynı zamanda Rusya ve Çin’in bölgeye hakim olmak veya etkinliklerini arttırmak üzere uyguladıkları yöntemler ile (Osmanlı bakiyesi) yeni Türkiye’nin bölge insanına yaklaşımı, geçmişte yaşanılan sömürgeciliği reddeden ilişki biçimi de ciddi bir farklılığı ortaya koymaktadır. Bu gerçekliği değişik vesilelerle görmekte ve yansımalarına şahit olmaktayız.

Bir süredir Afrika ülkelerinin fakirliği, geri kalmışlığı, -Batı dilindeki ifadesiyle- ilkelliğinden söz edilmektedir. Oysa Afrika ülkelerinin çoğu, kaynakları itibarıyla fakir değiller. Petrolleri, altınları, elmasları ve diğer kıymetli madenleriyle bilinmektedir, bu ülkeler. Ancak, malum ülkelerde başka temel sorunlardan bahsetmek, mevcut durumun arkaplanını doğru analiz etmek gerekmektedir. Dünyaya medeniyet götürdüğü iddiasında olan küresel güçlerin klasik ve modern sömürgecilik yöntemleriyle neler yaptıklarını bilerek bu sürecin Afrika’daki derin etkileri doğru okunabilir.

Afrika’da birbiri ardınca darbe haberleri gelmektedir. Her ne kadar bunlar Afrika kıtası için şaşırtıcı gelişmeler olarak okunmasa da küresel ve bölgesel düzlemde değişen şartlar, yaşanılanların niteliğinin de süreç içerisinde değiştiğini  göstermektedir. Dolayısıyla, özellikle Batılı güçler açısından şaşırtıcı gelişmeler olarak okunan yeni tür darbelerin iç ve dış dinamikleri doğru anlaşıldığında, yaşananları daha isabetli okuyabilmek mümkündür. Afrika ülkelerinde, genel olarak, eski sömürgelerine, hakimiyetlerini/sömürülerini tahkim etmek üzere bazı müdahaleler yapmaktadırlar. Ne var ki geçmişte olduğu gibi vesayet altındaki ülkelerdeki orduların homojen bir görüntü vermedikleri  ve sivil yapıların da değişen şartları kısmen doğru okumaya çalıştıklarına dair güçlü emareler söz konusu. Bu nedenle, bahse konu ülkelerdeki silahlı güçler, geçmişin aksine, çoğu zaman eski sömürgeciler lehine tavır koymamaktalar. Bölgedeki güçlerin hakimiyet mücadelelerinin oluşturduğu vasattan kendi lehlerine sonuçlar çıkarma arayışları da gündemdedir. Aynı zamanda bölgedeki sivil-asker ilişkilerindeki kısmi değişimlerin tezahürleri de söz konusu ülkelerin geleceğiyle ilgili önemli gelişmelerin habercisi olarak okunulmalıdır…

Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Mali, Burkino Faso’dan sonra, -Fransa’nın nükleer enerji üretiminde kritik bir öneme sahip- Nijer’de de yeni tür bir darbe söz konusu oldu. Buna karşın Fransa’nın, (ABD ve bazı Batılı ülkelerinde desteğini alarak), Nijer’deki gelişmelere müdahale etmek istediği bilinmektedir. Ancak, Fransa, hala kendi kontrolünde olan Senegal, Fildişi Sahili ve Gine’yi Nijer’in üzerine sürmesi halinde bölgedeki sorunun, -eski sömürgeciler aleyhine- daha da büyüyeceğinden çekinmektedir. Ve bilinmektedir ki Nijer’deki darbenin arkaplanında Rusya, -Wagner güçleri- bulunmaktadır. Rusya ile Fransa’nın bölgede olduğu gibi Doğu Avrupa’da da çıkar çatışmalarının son zamanlarda yoğunlaştığı da malumdur. ABD-İngiltere’nin tetiklediği Ukrayna-Rusya savaşı sonrası AB ülkeleri ile Rusya ilişkilerinde, -enerji başta olmak üzere- bir çok stratejik sorunun ortaya çıktığını hemen hatırlayalım. Ancak yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Nijer’de yaşanan darbenin arkaplanında, “sömürge karşıtı”/bağımsızlıkçı düşüncelerin izlerinin olduğu bir gerçeklikse de halen baskın dinamiklerin, bölgedeki yeni güç dengesi arayışındaki çıkar kavgaları olduğunun altını çizmek gerekir. Öyle ki ABD’nin Blackwater’ı gibi Rusların Wagner katillerinin desteğini alan darbecilerin buradan anti-emperyalist bir söylem üretme gayretlerinin çelişkisi ortaya konmaktadır.

Son zamanlarda farklı medya türlerinde şu tür ortak manşetlere rastlamak artık olağan bir hal aldı: Fransa’da neler oluyor!?, Sudan’da neler oluyor!?, Nijer/Afrika’da neler oluyor!?, İsrail’de neler oluyor!? (Konjonktürden istifade eden terör devleti İsrail) Filistin’de katliam yapıyor!? Pakistan’da neler oluyor!?, Afganistan’da neler oluyor!?, Hindistan’da neler oluyor!?, Kırgızistan’da neler oluyor!?, Libya’da neler oluyor!?… (son zamanlarda bir geçiş dönemi yaşansa da…) Doğu Akdeniz’de neler oluyor!? vb.

Özellikle belirtmeliyiz ki değişen dünya ve bölge şartları, bir başka ifadeyle, yeni denge arayışı sürecinin, tezahürleri olarak okunması gereken başlıklardır bunlar. Mevcut stratejik eksenlerin yanı sıra oluşum sürecindeki yeni eksenlerin dengeci duruşlarını dikkate alarak yapılan okumalardan yola çıkarak, bölgesel ve küresel bir dengeye doğru yol alındığının fark edilmesi aslında hiç de zor olmayacaktır.

YAZININ ORJİNALİ İÇİN BAKINIZ:http://www.iktibascizgisi.com/?p=62204

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YAZARA AİT BÜTÜN YAZILAR
YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!