7 Ekim Gazze: Bundan Sonra Ne Olabilir?

Gazze, Batı ile insanlığın geri kalan kısmını ve Batılı hükümetlerle toplumlarını sürekli karşı karşıya getiren bir turnusol kâğıdı işlevini görüyor. Ortaya çıkan resim, dünya için düzen, Batılı ülkeler için ise demokrasi krizine işaret ediyor.
7 Ekim Gazze: Bundan Sonra Ne Olabilir?
Adnan BOYNUKARA
Adnan BOYNUKARA
Eklenme Tarihi : 31.12.2023
Okunma Sayısı : 265

7 Ekim Gazze: Bundan Sonra Ne Olabilir?

Gazze, Batı ile insanlığın geri kalan kısmını ve Batılı hükümetlerle toplumlarını sürekli karşı karşıya getiren bir turnusol kâğıdı işlevini görüyor. Ortaya çıkan resim, dünya için düzen, Batılı ülkeler için ise demokrasi krizine işaret ediyor.

Filistin’de yaşanan 7 Ekim süreci, ABD ve birçok Avrupa ülkesinin askeri, diplomatik ve siyasal desteğiyle, kanlı bir şekilde devam ediyor. Dünyadaki siyasal dengelerin ve pozisyonların, katliamlara ve yıkımlara rağmen hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğini düşünmemek mümkün değil. Yaşananlar Batı merkezli küresel düzeninin sahip olduğu son meşruiyet kırıntılarını da yok ediyor. Nihayetinde yaşadığımız süreç; küresel düzenin adalet, temsil ve meşruiyet krizini en berrak şekliyle ortaya koyuyor. Gazze, Batı düzeninin bir ahlak testine dönüştü. Her Birleşmiş Milletler oylamasının da gösterdiği üzere ABD başta olmak üzere Batı bu testten büyük bir başarısızlık ve devasa bir meşruiyet yitimiyle çıkıyor. Gazze, Batı ile insanlığın geri kalan kısmını ve Batılı hükümetlerle toplumlarını sürekli karşı karşıya getiren bir turnusol kâğıdı işlevini görüyor. Ortaya çıkan resim, dünya için düzen, Batılı ülkeler için ise demokrasi krizine işaret ediyor. 

 

Buna karşın, Filistinliler canlarıyla, mallarıyla büyük bir bedel ödüyor. Buradan sağlıklı çıkış yolu, Filistinlilerin birliği, yeni bir liderlik ve iki devletli çözüm. Unutmayalım ki her siyasal yapının siyasal esneklik göstermesi gereken bir evreden geçiyoruz. Program, siyasal ittifaklar ve yapılar düzeyinde bir esneklik. Nihayetinde hiçbir siyasal yapı veya marka Filistinliler ve Filistin davasından daha önemli değil. Bu yapılırsa yaşananların siyasi faturasını, İsrail’in tüm katliamlarını meşrulaştıran, kendini İsrail’e siper eden ABD’nin ödemesi kaçınılmaz. ABD ile birlikte İsrailli yöneticiler de siyasi bir fatura ödeyecek. Bütün bu katliamlar İsrail’in hem demografi hem de demokrasi krizini daha da derinleştirecek. Çünkü İsrail yönetimi, siyasal bir ufuktan yoksun askeri bir garnizon gibi hareket ediyor. Tabii İsrail ve ABD’nin arkasında sıraya giren Avrupalı yöneticilerin unutulması da mümkün değil. Tüm olan bitenlere pasif tepkiler veren Arap ve halkı Müslüman ülke liderlerinin de fatura ödeme olasılığı yüksek. Hasılı; Gazze işgali, katliamlar ve Filistin davası küresel meseleler ve küresel sonuçlar doğuracak. 


Komplo Değil Gerçek: Tek Merkezden Yönlendirme


Birçok kesimin, dünyaya egemen olan siyasal ilişkileri, farklı komplo teorileri üzerinden yorumladığı sıkça duyulur. Bu tür komplo teorilerini haklı çıkaran bir süreç yaşıyoruz. Öyle bir süreç ki neredeyse dünyanın tek merkezden yönetildiğine inanacağız. Çünkü Batılı ülkeler, ilk kez siyasal pozisyonlarını bu denli ortaklaştırarak netleştirdi. Tek bir merkezden yönlendirilircesine ve anlaşılmasında zorluk çekilen bir ‘arzuyla’ İsrail’e koştular. “İsrail devletinin yanında olduklarını ve İsrail’in kendini savunma hakkına olan desteklerini” ilan ettiler. Mesela, bu liderler İsrail’in kendisini savunma hakkını koşulsuz savunurken hiçbiri Filistinlilerin de yaşama haklarını, işgalden ve katliamlardan arındırılmış bir yaşam haklarının olduğunu vurgulamaya tenezzül etmedi. Ama, ziyaret arzusu o denli köpürtüldü ki İsrail ziyaretleri sıraya koyma ihtiyacı dahi hissetti. Hatta, öncellik sıralamasına göre kimi ziyaretçileri öteledi. Olan bitenleri normal bir tutum olarak okumak mümkün değil. Onlarca yıldır bu tarz saldırıların olduğu dünya, bahsettiğimiz tutuma ilk kez şahitlik ediyor. Elbette dünyanın vicdanlı ve hukuka inanan insanları bu durumu görüyor ve not ediyor. Batılı liderlerin ve karar vericilerin bu tutumlarını, unutmak veya olmamış gibi göstermek mümkün değil.

 

İlk Kez mi Kan Akıyor?

 

Dünya genelinde ilk kez kan akmıyor, ilk kez saldırı olmuyor ve ilk kez işgal edilmiş bir coğrafyanın halkı işgalciyle bir mücadeleye girişmiyor. Benzer olayların farklı ülkelerde meydana geldiği açık. 7 Ekim’den sonra yaşanan durum çok farklı. Özellikle Avrupalı liderlerin İsrail’i ziyaret etmesi, İsrail’in “kendini savunma hakkı var” türü açıklamalar, İsrail’in sergilediği katliamları meşrulaştıran tutumları, siyasi ve askeri destek bu denli açık olmamıştı. Karşımızda yeni ve ilk kez yaşanan bir durum var. Bu işin arkasında dünya barışına zarar verecek, tahrip edecek, hatta ‘dinamitleyecek’ bir anlayışın olduğuna ilişkin kaygılar çok güçlü. Dünya halkları bu gerçeği görüyor. Sorunlu bu anlayışa karşı, küresel vicdanın var olduğunu ortaya koyan sağlıklı tutumlar da gelişiyor. Bunu, kendi yöneticilerinin dayatmalarına, tehditlerine, yasaklamalarına, cezalandırmalarına rağmen yapıyorlar.

 

Liderlerin kirli ilişki biçimlerine karşı vicdani tutumu ortaya koyan halkın tepkileri ise çok kıymetli ve değerli. Dünyanın daha yaşanılır bir yer olması gerektiğine inanan herkesin, bu tutumu görmesi ve takdir etmesi de değerli. Dayatmaya boyun eğip katliamcının yanında duran kimi liderlerin, yanlış yaptıklarını görüp tutum değiştirmeye yönlendikleri izlendi. Ancak adını netleştiremediğimiz “tek merkez” tarafından yapılan açık tehditler sonunda tekrar İsrail’in arkasında pozisyon almaları trajikomik bir olay. Tutumları ne olursa olsun, almış oldukları pozisyon siyasi kariyerleri açısından sonun başlangıcı. Bu durumun en somut örneği Fransa Devlet Başkanı’nın yaşadığı durum. Ancak herkes, verdiği kararın sorumluluğunu üstlenecek ve halklar faturayı önlerine koyacak.

 

ABD’nin Çıkmazı


Sürecin kaybedenlerinin başında ABD geliyor. Çünkü ABD kendi kaderi ile İsrail’in kaderini aynı gördüğünü açıkça ilan etti. İlan etmekle kalmadı, İsrail’e her türlü desteği verdi. Kendisini İsrail’in işgal, katliam ve apartheid rejimine siper etti. Bu da yetmezmiş gibi BM Güvenlik Konseyi’nin anlamsız hale gelmesi pahasına, İsrail’in arkasında, yanında, önünde durdu. ABD’li yöneticilerin bir kısmı İsrail’e desteklerinin kendi inançları üzerinden, bazıları ise Hristiyanlık ile Yahudilik arasında kurdukları bağ üzerinden açıkladılar. Bugün İsrail artık Evanjelik Siyonizm’in bir apokaliptik rüyasına dönüşmüş durumda. Bu nedenle, global aşırı sağın en büyük ortak ‘aşkı’ İsrail oldu. İsrail onlar için ırk kavramının, milliyetçiliğin, ayrımcılığın siyasal merkeze dönüşmesini mümkün kılıyor. Ayrıca, apartheid Güney Afrika’sını günümüzde temsil eden ve mümkün kılan Formülü de temsil ediyor. 

 

Yaşananlar, ABD’nin Ortadoğu’ya ilişkin sağlıklı bir analiz yapma yeteneğine sahip olmadığını ortaya koyuyor. Aslında ABD, değişen yönetimlere rağmen, yıllardır bu sorunun tarafıydı. Ancak ilk kez bunu insanlığın gözünün içine sokarcasına yaptı. Dünya barışı diye bir derdi olmayan, Soğuk Savaş döneminde kurduğu hegemonyadan medet uman ve seküler görünümlü aşırı dinciliğe teslim olan ABD’nin, küresel sisteme ilişkin sahici bir perspektif geliştirme imkânı yok. 

 

Bu durumun netleşmesiyle birlikte hem Ortadoğu’dan başlayarak ciddi bir kırılma ortaya çıkacak hem de mevcut ilişkilerin gözden geçirilmesi gerekecek. Bunun ilk işaretleri, Rusya ve Çin’in oluşan boşluktan yararlanmak için pozisyon almasıyla görüldü. ABD hem sorunun tarafı olduğunu ilan etmekle hem de BM Güvenlik Konseyi’ni anlamsız hale getirmekle “kendi kuyusunu kendisi kazmış” oldu. Dünya hakları kendi yöneticilerini zorlayarak, BM, Güvenlik Konseyi ve veto yetkisini sorgulamaya başlayacak. Unutmayalım, çözüm üreten olmak yerine sorunun tarafı olmanın sonucu, çıkmaz sokağa mahkûm olmaktır.

 

İsrail Yönetimi


İsrail yönetiminin, ABD’nin desteğini alarak, arkasına saklanarak yürüttüğü işgal politikalarıyla sonuç alma şansı yoktur. Gazze’de yaşayan insanları ‘şeytanlaştırmak’ için kendi vatandaşlarını dahi katleden mevcut yönetimi ciddi sorunlar bekliyor. İç kavgalar, işgal, demografik ve demokratik kriz, Yahudilik eksenli tartışmalar ve savaşta yaşanan kayıplar yeni dönemin en temel gündem maddeleri olacak. Kendi vatandaşlarına yabancılaşan köktendinci anlayışın güdümüne girmiş yönetici kadroların var olan sorunları çözmesi mümkün değil. Hem halkının barış ve çözüm çığlıklarına karşı kulaklarını kapatacaksın hem tüm argümanlarını inançlarından üreteceksin hem de demokrasiden bahsedeceksin. Hem kariyer planlaması için sivil katliamlara girişeceksin hem de konuşmadan diyalogdan ve çözümden bahsedeceksin. Bunları birlikte karşılama imkânı yok.

 

Dini olduğu değerlendirilen önermelerle, temel amacının Ortadoğu’da işgal faaliyetlerini sürdürmek olduğu bilinen İsrail, bölge ülkeleri için güvenlik sorunudur. Filistin sorunundan çok bölgenin ve dünyanın bir İsrail sorunu var. Çünkü İsrail hem Suriye, Lübnan ve Irak’ın tamamı ile Türkiye ve Arabistan’ın bir kısmının işgal edeceği topraklar olduğunu belirten haritalar paylaşıyor hem bu haritalara ilişkin dini argümanlar geliştiriyor hem de “kendini savunma hakkından” bahsediyor. Bölge ülkeleri açısından bu durum, bir varlık sorunudur. İsrail’in işlediği suçlara destek veren ve bu desteği dini argümanlara dayandıran tüm ülkelerin yöneticileri, medya temsilcileri, bahsettiğimiz anlayışın olası suçlarından da sorumlu olacaktır. Üretilen terör örgütlerine verilen destekler aracılığıyla bölgede yapılmak istenenin bu anlayışa zemin hazırlamak olduğunu herkes çok iyi biliyor. Ama unutulmaması gereken şey, İsrail ve yandaşları projeksiyonlar geliştirirken, bölge ülkeleri de boş durmaz. Meselenin özü; “Büyük bir savaşa mı büyük bir barışa mı” sorusuna verilecek cevapta gizli.

 

AB ve Avrupa

 

ABD’yle ilgili değerlendirme yaparken, ABD’nin arkasında sıraya giren Avrupa ülkelerini atlamak mümkün değil. Avrupa ülkelerinin tek ‘günahı’ İsrail’in işlediği katliamları “kendi güvenliğini savunma” olarak görmeleri ve katliamlara sesiz kalmaları değil. Bununla birlikte önemli olan konu, sivil katliamlara karşı çıkan ve vicdanlarının sesini dinleyen insanlara uyguladıkları baskıdır, demokratik değerleri ayaklar altına almalarıdır. Protesto gösterilerine tahammül edemeyen, düşünce ve ifade özgürlüğü sınırlarını çiğneyen, gösterileri para cezası ile sindirmeye çalışan, İsrail katliamlarına itiraz edenleri cezalandıran Avrupa ülkelerinin dünya halklarına söyleyebilecek bir şeyleri yok. Katliamcıların, Filistinlilere ilişkin kullandıkları ‘vahşiler’, ‘barbarlar’, ‘insan olmayan yaratıklar’ gibi ifadeleri tekrarlayan Avrupalı liderler suç ortağıdır. İsrail’in artan sivil katliamları sonucunda tutum değiştiren Avrupalı liderlerin olabileceği görülüyor. Ama demokratik tutum, gösterilmesi gereken zaman geçtikten sonra gösterilebilecek bir tutum değildir ve suça ortak olduktan sonra tutum değişikliği sahici olmaktan uzaktır. Bu saatten sonra demokratik değerlerden, ifade özgürlüğünden ve insan haklarından bahsetmeleri anlamsız bir faaliyet olarak kayda alınacaktır. 


Filistinliler ve Filistinli Yöneticiler


Bu sürecin Filistinliler, Filistinli örgütler ve Filistinli yöneticilerin pozisyonlarını etkilemeyeceğini düşünmek de doğru olmaz. Elbette, yaşadığımız süreç Filistinlilerin, örgütlerin ve yöneticilerin de değişmesini zorlayacak. Bu aktörleri bekleyen en önemli konular; mevcut durumu anlamaları, konunun din merkezli bir mesele olmadığını kavramaları, yükselen vicdani desteği sağlıklı yorumlamaları ve buna uygun bir değişimi hayata geçirmeleridir. Ayrıca, Filistinlilerin birliğine ilişkin bir tutum geliştirmeleridir. Oslo Anlaşması’yla ortaya çıkan ve İsrail’de yaşayan Filistinliler ile mülteci olan Filistinlileri yok sayan anlayışın son bulmasıdır. Bunlar olmazsa, mevcut liderlikler değişmek zorunda kalacak.

 

Filistin meselesi, sadece Arapların veya Müslümanların meselesi değildir. Mesele insan hakları ve küresel vicdan meselesidir. Bunun için dahi olsa, onlarca yıldır devam eden seçimsiz yöneticilik günleri son bulmak zorunda. Bu sürecin en önemli çıktısı, demokratik süreçleri işletecek ve çözüme ilişkin söyleyecek sözü olan yeni bir liderlik anlayışının doğması olacaktır. Bunun mümkün olduğu açık. Asıl önemlisi ise aynı anda tüm Filistinlilerin liderliğini üstlenebilecek bir ortak iradenin gelişmesi. Tüm Filistinlilerin sorumluluğunu üstlenecek bir liderlik, iki devletli çözüm için de şart.


İki devletli çözümün anahtarı, tüm Filistinlilerin temsiliyetini üstlenmiş ve demokratik süreçleri işleten yeni bir liderliğin ortaya çıkmasıdır. Bu liderliğin sonuç almasının yolu ise Gazze’deki, Batı Şeria’daki, İsrail’deki, Ürdün’deki ve diasporadaki Filistinlilerin ortak iradesidir. Tüm Filistinliler iradelerini ortaya çıkabilecek olan yeni liderliğin etrafında toparlarsa, iki devletli çözüm üzerinden sonuç alınabilir. Bu konuda Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Hamas dahil olmak üzere Filistinli bütün yapıları içerecek şekilde yeniden yapılanması elzemdir. Tekrar vurgulayacak olursam, buradaki anahtar FKÖ’de, İsrail işgalinin güvenlik taşeronluğu görevini üstlenen Filistin Yönetimi’nde değil.

 

Hamas’ın 2017 yılında 1967 sınırlarını esas alan iki devletli perspektifi benimsemesi böylesi bir birlikteliğin zeminini oluşturabilir. Şimdi bunun daha güçlü bir şekilde dile getirilmesi, bu süreci daha da olası hale getirebilir. Böylesi bir birliktelik İsrail işgaline karşı verilmiş en güçlü cevap olur. Arap devletler ve halkı Müslüman olan ülkeler bu iradeye saygı duyar ve destek olurlarsa sonuç alma kapasitesi çok daha güçlenir. Ama küçük çıkarları için bu süreçleri sabote etmek isterlerse durum farklılaşabilir. Yaşadığımız süreç, halkı Müslüman olan ülkelerin ne denli küçük hesaplar peşinde olduğunu da gösterdi. Bu nedenle önemli olan, Filistinlilerin ortak iradesidir. Çünkü bu iradenin önünde durma şansları yok. Bahsettiğimiz şeyin amacı savaş değil, bu bölgenin barışa kavuşmasıdır.

 

Dünyanın vicdanlı insanlarına düşen en temel yükümlülük ise küresel sorumluluk bilincini geliştirmek ve bunun ülkeler nezdinde karşılık bulmasını takip etmektir. Çünkü yeni sürecin ortaya çıkardığı pozisyonlar, küresel barışı tehdit ediyor. ABD ve İsrail’in görmediği/görmek istemediği şey, uyguladıkları politikaların radikalleşmeye davetiye çıkarma olasılığıdır. Umarım Filistin’de demokratik bir dönüşüm ortaya çıkar ve radikalleşmenin yerini demokratik bir dönüşüm alır. Kısacası konu, küresel bir meseledir ve ancak küresel bir adalet ve vicdan perspektifiyle çözülebilir.

Yazının orjinali için bakınız:https://www.perspektif.online/7-ekim-gazze-bundan-sonra-ne-olabilir/

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!