Toplumsal bünyeyi güçlendirme ve devletin demokratik dönüsümünü saglama vizyonu, dün ne kadar gerekli ve dogruysa, bugün de o ölçekte hem gerekli hem de dogrudur. Çözüm Süreci böylesi bir vizyonun ürünüydü. Bu vizyon, dün de bugün de yarin da sahiplenilmeyi hak ediyor.
Cumhurbaskani Erdogan’in, Diyarbakir konusmasinda, “2005 yilinda ne dediysek bugün de ayni yerdeyiz” ve “çözüm sürecini biz baslattik, çözüm sürecini sonlandiran biz olmadik, bunlarin art niyetleri, gizli gündemleri sonlandirdi” ifadeleri ön plana çikti. Bu ifadelerden hareketle, gelecege saglikli dersler çikarmak açisindan, sürecin neden sonlandigini degerlendirmek ve somut bilgileri ortaya koymak önemli. Çünkü bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin hayata geçirdigi en önemli toplumsal uzlasma projesiydi. Ortak gelecegi tahkim etmek, tüm vatandaslarin kendini tarafi hissedecegi bir ülkü olusturmak, esit vatandasliga dayali bir yönetimi hayata geçirmek ve ülkenin kalkinmasini saglamak için atilmis önemli bir adimdi.
Birbirini Güncelleyen Projeler
PKK’nin Türkiye’ye yönelik terör faaliyetlerine nihai bir son vermeye yönelik çalismalari, elbette terörle mücadelenin yani sira, 2009’da baslayan Oslo Görüsmeleri, Milli Birlik ve Kardeslik Projesi (Açilim) ve Çözüm Süreci olarak siralamak mümkün. Bu üç süreç, AK Parti hükümetlerinin uyguladigi ve degisik dinamikler üzerinde yürüyen farkli projeler olmakla birlikte, birbirlerinin güncellenmis halidir. Bu durumu birkaç örnek üzerinden analiz etmek gerekirse; (1) Oslo görüsmeleri, Türkiye disinda ve farkli bir ülkenin katilimiyla gerçeklestirilmisti. Süreç içinde yasananlar dikkate alindi ve bu tarzin dogru olmadigi degerlendirilerek vazgeçildi.
Açilim ve Çözüm süreçleri ise Türkiye eksenli projeler olarak yürütüldü. (2) Oslo görüsmeleri, devletin istihbarat unsurlari ile örgüt temsilcilerinin görüsmesi seklinde yapildi. Bunun da dogru olmadigi degerlendirildi ve görüsmeler farkli bir zemine çekildi. HDP üzerinden Imrali ve Kandil sürece dahil edildi. (3) Oslo Görüsmeleri gizliydi. Açilim ve Çözüm Süreci ise kamuoyu önünde ve olabildigi ölçüde açik yürütüldü. Bu tür örnekleri çogaltmak mümkün. Dikkat edilirse, yapilanin sürece pozitif katkisinin olmadigi degerlendirildiginde, süreç güncellenerek yeni bir Formatta sürdürüldü.
Hükümet Ne Yapti?
Sürece iliskin saglikli bir degerlendirme için hükümetin neler yaptigini ortaya koymak önemli. Bunlari hatirlamak gerekirse;
1. Siyasi Partiler ve STK’larla Iletisim: Açilim ve Çözüm süreçlerinin en önemli özelligi, sürecin basinda tüm siyasi partiler ve STK’lar ile iletisime geçilmesi, görüsme talep edilmesi, sürece iliskin bilgi paylasilmasi ve görüslerinin alinmasidir. Sürecin koordinatörlügünü yürüten dönemin Içisleri Bakani Besir Atalay, konuyla ilgili/iliskili oldugu degerlendirilen herkesten yazili olarak randevu talep etmisti. Bu çerçevede; (1) Tüm siyasi partilerden yazili olarak randevu talep edildi. Randevu talebini reddetmeyen 5 siyasi parti ile görüsüldü, bilgilendirildi ve görüsleri alindi. Bunlar; DSP, DP, BBP, DTP ve SP idi. MHP, yazili randevu talebine yazili olarak olumsuz cevap vermisti. CHP ise talebe cevap vermemisti. (2) TOBB, TÜRK-IS, TBB, HAK-IS, MÜSIAD, DISK, TESK, MEMUR-SEN, KESK, KAMU-SEN, sehit ailelerini temsil eden 24 dernek ve bu meselede çalisma yürüten farkli STK’lar ile görüsüldü. (3) Konuya iliskin uzmanlar, yazarlar, akademisyenler, gazeteciler ve kanaat önderleriyle bir araya gelindi. Buradaki amaç, olabildigince genis bir kesimi bilgilendirmek ve görüslerini almakti.
2. Süreci TBMM Gündemine Getirme: Süreç ilk kez 10 Kasim 2009 tarihinde TBMM gündemine alindi ve tartisildi. Konunun ön görüsmeleri TBMM Genel Kurulunda 10 Kasim 2009’da ve genel görüsmeler ise 13 Kasim 2009’da yapildi. Konuya iliskin tartismalari ve siyasi partilerin tutumlarini hatirlamak için TBMM tutanaklarina bakmakta fayda var. Tutanaklar, olasi çabalarda nelere dikkat edilmesi gerektigini açiklamak açisindan da önemli.
3. Demokratiklesme: Ülkenin demokrasi açigini kapatmak ve uygulama süreçlerinde ortaya çikan olumsuzluklari gidermek için ihtiyaç duyulan düzenlemeler yapilmisti. Basbakan Erdogan, 1 Ekim 2012 tarihinde, demokratiklesmeye iliskin 63 maddelik bir yol haritasi açiklamisti. Süreç içinde ortaya çikan ihtiyaçlari ve açiklanan 63 maddeyi de içeren 4 ayri yargi paketi hazirlanmis ve TBMM tarafindan kabul edilerek yasalasmisti.
4. Âkil Insanlar Heyeti: Süreci toplum ile paylasmak ve toplumun düsüncelerini almak için Âkil Insanlar Heyeti olusturulmustu. 4 Nisan 2013 tarihinde, farkli siyasal görüslere sahip 63 isim açiklanmisti. Bu isimler, 7 ayri bölgede çalisarak toplumun kanaatlerini ve önerilerini raporlastirmisti.
5. TBMM Arastirma Komisyonu: Konunun 10-13 Kasim 2009 tarihlerinde TBMM’de tartisilmasindan sonra, 9 Nisan 2013’te sürece iliskin Meclis Arastirma Komisyonu kurulmasi da TBMM gündemine geldi. Çözüm sürecinin degerlendirilmesine iliskin Meclis Arastirma Komisyonu kurulmasina dair önerge görüsülmüs ve kabul edilmisti. Görüsmeler sirasinda CHP ve MHP Genel Kurul’u terk etmis ve oylamaya AK Parti ile BDP milletvekilleri katilmisti. MHP, kurulacak Arastirma Komisyonu’na katilmayacagini da açiklamis, CHP ise komisyona üye vermemisti. Komisyon, tüm süreci degerlendirmis ve 450 sayfadan olusan raporu TBMM baskanligina teslim etmisti.
6. Geri Çekilmeye Iliskin Idari Inisiyatif: PKK unsurlarinin ülke disina çekilmesine iliskin yasal düzenleme yapilmasi, kanun yapma teknigi bakimindan mümkün olmadigi için idari bir tasarrufta bulunulmustu. (Çünkü sadece belli bir kesime yönelik kanun yapmak mümkün degil) 18 Nisan 2013 tarihinde alinan inisiyatif ile Içisleri Bakanligi ve Genelkurmay Baskanligi arasinda protokol imzalanmis, operasyona çikmak valilerin iznine baglanmisti. Bu inisiyatife ragmen PKK, 8 Mayis 2013’de baslattigi ülke disina çikmayi, 9 Eylül 2013 günü sonlandirmisti. Bu tutum, örgütün süreci sabote etmeye yönelik en önemli adimiydi.
7. Çözüm Süreci Kanunu: Çözüm sürecine iliskin 10 Temmuz 2014 tarihinde hazirlanan düzenleme, TBMM gündemine getirilmis ve sürece iliskin usullerin, esaslarin düzenlendigi “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine” dair kanun tasarisi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmisti. Düzenleme, 15 Temmuz 2014’de Cumhurbaskani Gül tarafindan onaylanarak “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünlesmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” adiyla Resmî Gazete’de yayimlanmisti.
8. Çözüm Süreci Hükümet Programinda: 1 Eylül 2014 tarihinde TBMM’de okunan 62. Hükümet’in programinda, ilk kez çözüm sürecine yer verildi ve kararlilik vurgulandi.
9. Çözüm Sürecini Izleme Kurulu: 62. Hükümet, 1 Ekim 2014 tarihinde, “Çözüm Süreci Kurulu ile Kurumlar Arasi Izleme ve Koordinasyon Komisyonlarinin Kurulmasi’na iliskin Bakanlar Kurulu Karari’ni çikarti. Basbakan ile ilgili bakanlarin katildigi Kurul, iki haftada bir toplanip süreci degerlendiriyor ve aksayan yönlere iliskin politikalari belirliyordu.
10. Çözüm Süreci Seçim Beyannamesinde: 7 Haziran 2015 seçimlerine hazirlanan AK Parti’nin seçim beyannamesi, çözüm sürecine iliskin kararliliga ve bu konuda yapilacaklara yer vermisti.
Bu özet bilgiler, Açilim ve Çözüm Süreci’nin yapilmasi gerekenlerin eksik olmasi nedeniyle sona ermedigini, süreci siyasal ve toplumsal paydaslarla konusmak için çaba sarf edildigini ortaya koyuyor. Hükümetin yaptigi bu çalismalara ragmen uygulama süreçlerinde kimi sorunlarin yasandigi da biliniyor. Bunlar ise siyasi iradenin degil, bürokrasinin olumsuz reflekslerinin sonucuydu.
Çözüm Sürecini Negatif Etkileyen Faktörler
Saglikli bir zeminde tartisilmasi gereken konu, süreci negatif etkileyen faktörlerin neler oldugudur. Bu faktörleri bes baslik altinda toplamak mümkün. Bunlari; (1) çözüm iradesi, çözme istegi ile çözme kapasitesi arasindaki fark ve devlet içi ‘mücadele’ sorunu, (2) PKK’nin silah birakma fikrinden yoksun olmasi, (3) bölgesel faktörler, (4) PKK üzerinden müdahil olma ve (5) iç siyasi pozisyonlarin etkisi olarak sayabiliriz.
1. Çözüm Iradesi, Çözme Istegi-Çözme Kapasitesi Farki ve Devlet Içi Mücadele Sorunu
Devlet aygitina ve siyasi partilere egemen olan kadrolarin Kürt Meselesi’nin nihai çözümünün topluma, ülkeye ve devlete kazandiracagi avantajlari ve siyasal derinligi idrak edememeleri hem eksiklik hem de büyük bir sorun olmustur. Bunlarin, idrak ve irade sorunu, sürecin kirilgan bir zeminde yürümesine yol açiyordu. Aktörlerin arasindaki müstakil kirilganliklar, çözüm perspektifinin tam anlamiyla yerlesmemesinden de güç aliyordu. Basta güvenlik ve yargi içerisindeki unsurlar, sürekli bir biçimde çözüm sürecini provoke edici müdahalelerde bulunuyordu. Süreci baslatan siyasi kadrolara karsi duyulan ‘alerji’ ve direnç, iktidarin terörün sonlandirilmasi konusunda inisiyatif almasiyla birlikte, açik müdahalelere dönüstü. Iktidar, müdahalelerden çekindigi ve süreci sahiplenme zaafi gösterdigi anlarda bu müdahaleler artti.
Bu noktada üzerinde durulmasi gereken konu, devletin ve siyasi partilerin bu tür meseleleri çözebilme kapasitesine sahip olup olmadigidir. Bu konuda ortaya çikan genel yanilgilardan birisi de, sorunu çözmek istegi ile sorunu çözme kapasitesinin birbirine karistirilmasidir. Çünkü sorunu çözmek için (motivasyonu ne olursa olsun) istekli olmakla, sorunu çözecek kapasitenin varligi, ya da bu kapasiteyi insa etme ciddiyeti farkli seyler. Bu, sahici bir zihni hazirlik gerektiriyor. Mesele; çözüm konusunda arzulu/istekli olmaktan çok, zihinsel olarak hazirlikli olma meselesidir. Zihni hazirlik var ise planlama ve gerekli adimlari atmak kolaylasir.
2. Devlet Içi Mücadele Sorunu
Yukarida degindigimiz sorunu çözme istegi ile sorunu çözme kapasitesi arasindaki farkin somut göstergesi, süreçte devlet içi mücadelenin su yüzüne çikmasiydi. Çözüm Süreci, farkli Türkiye tasavvurlarinin çatistigi bir alana dönüstü. Toplumsal barisla birlikte devletin demokratik dönüsümünü gerçeklestirmek isteyen aktörlerle eski ve yeni vesayet odaklari arasinda net bir ayrisma yasandi. Vesayet aktörleri toplumsal barisa degil, toplumsal gerilim ve kirilganliga ihtiyaç duyuyorlardi. Bu anlamiyla; süreç basladiginda tahkim olmus bir devlet aygiti ve kamu idaresi yoktu. Tam tersine oldukça kirilgan, sorunlu, birbiriyle alan ‘kavgasi’ veren gruplarin rekabet düzlemine dönüsmüs bir bürokrasi araciligiyla çözüm süreci sürdürülmeye çalisildi. Süreçle birlikte, devletin iç gerilimlerinin de yönetilmesi gerekiyordu. Tabi bu durum, tek basina çözüm süreci nedeniyle ortaya çikmis bir sorun degildi. Sorun, Türkiye’nin çagdas bir hukuk devleti olamayisiyla ilgiliydi. Cumhuriyetle yasit olan bu kirilgan durum, Çözüm Sürecinde biraz daha fazla ortaya çikti ve süreci etkiledi. Çünkü Çözüm Süreci siradan bir politik baslik degildi. Müesses nizamin siyasal, ideolojik ve kurumsal kodlarinin yeniden ele alinmasini gerektiriyordu. Buna tahammülleri yoktu.
Yukarida da ifade ettigimiz gibi sorun siyasi iradenin yapilmasi gerekenleri yapmamasi degil, bürokrasi içine örgütlenmis olan eski vesayet odaklari ile kendini yeni vesayet odagi olarak konumlandirmis olan FETÖ’nün uygulama süreçlerini savsaklamasi ve engellemesiydi. Bu iki vesayet odaginin direncinin farkli gerekçeleri vardi. Ancak ortak kesisim kümesi, Kürt meselesinin vesayet odaklarinin arkaik vesayet rejimlerini ve vasilik rollerini mesrulastirmak için kullandiklari siyasal zemini olusturmasiydi. Vesayet odaklarinin ideolojisi, Kürt meselesini var eden basat gerekçeyi olusturuyordu. Bu nedenle, çözüme karsi direndiler.
Bu anlamiyla; devlet hiyerarsisinde etkili olan FETÖ’nün pozisyonu, süreci çok olumsuz etkiledi. Eski müesses nizamin gerilemesi üzerinden kendisini yeni vesayet odagi olarak konumlandirmis olan FETÖ, demokratiklesmenin ve sistemin normallesmesinin kendisi için risk oldugunu degerlendirdigi için süreci sabote etti. Özünde bir istihbarat agi olan bu yapi, iliskili oldugu küresel aktörlerin de etkisiyle, sürece karsi aktif muhalefet etti. Demokratiklesmenin ve normallesmenin en büyük ayak bagi oldu. Devlet içi ‘mücadelenin’ ne denli derin oldugunu anlamak için süreci yöneten MIT yetkililerini tutuklamaya yönelik 7 Subat 2012 kalkismasini hatirlamakta fayda var. Tüm bunlarla birlikte, sürece iliskin saglikli bir risk analizi ve olasi riskleri yönetmeye iliskin kapsamli degerlendirme yapilmis olsaydi, süreç farkli ilerleyebilirdi.
3. PKK’nin Silah Birakma Fikrinden Yoksun Olmasi
Burada etkili olan ana faktör, PKK’nin çagi geçmis, oldukça eskimis ideolojik dünyasi ve siddeti kutsayan anlayisidir. Bu süreçte örgütün, arkaik bir güvenlik basligina dönüstügü net bir sekilde ortaya çikti. Sahip oldugu ideoloji ve “zorun rolü” diye Formüle edilen siddeti kutsama anlayisi; Türkiye’nin, Kürtlerin, Ortadogu’nun ve dünyanin geldigi çagdas noktadan ve realiteden kopmus durumda. Bu haliyle, PKK’nin insa ettigi ‘Kandil dünyasinin’ sahici bir yol bulma olasiligi görünmüyordu. Örgüt, sadece Türkiye’nin ve Türkiye’deki Kürtlerin degil, bölgenin sirtindaki en büyük kambura dönüsmüs durumda. Bu durum elbette büyük sorun, ama daha olumsuzu, Kürt meselesi konusunda degerlendirme yapanlarin, büyük kisminin, PKK’nin bu hali konusunda söz söylemekten özenle kaçinmalaridir. Çözüm süreci gibi saglikli analiz yapip dersler çikarilmasi gereken bir konuda dahi, örgütün yaptiklarina iliskin tek bir degerlendirme yapilmiyorsa, tek bir cümle kurulmuyorsa büyük bir zihni sorun var demektir. Çünkü çogu kisi, PKK’nin ‘elestirilemez’ olduguna inaniyor. Bu önemli, önemli oldugu kadar da akilda tutulmasi ve süreç konusuldugunda hatirlatilmasi gereken bir konu. Bununla birlikte; PKK kaynakli ön plana çikan negatif etkileri özetlemek gerekirse;
Örgütün arsiv meraki ve sizdirma arzusu: Üzerinde çok durulmasa da bu arzunun en net görüldügü yer Oslo görüsmelerinin gizlice kayda alinmasi, kayitlarin örgütün Belçika’daki ofisinde ele geçirilmesi, Türkiye emniyetine teslim edilmesi ve emniyetteki FETÖ’cü unsurlar ve örgüt tarafindan eszamanli sizdirilmasi idi. Bu operasyonun amaci, hükümetin çözüm iradesini kirmak ve sabote etmekti.
Habur süreci: Çözüm sürecinin önemli adimlarindan birisi olan Habur olayinin örgüt tarafindan sabote edilmesi ve gösteriye dönüstürülmesi çözüm karsiti aktörlerin pozisyonlarini güçlendirmeye yarayan bir olaydi. Bu olaydan güç alan çözüm karsiti aktörler hem toplumsal sinir uçlarini kasimaya yönelik siyasetin merkezi oldular hem de süreci sabote etmeye çalistilar.
Örgüt içi farkliliklar: Örgüt içindeki farkli gruplarin güç mücadelesi, Avrupa’da yasayan unsurlarin maksimalist talepleri ve Imrali ile Kandil arasindaki uyumsuzluk, süreci olumsuz anlamda etkiledi. Özellikle, Kandil’in görünürde Imrali’ya anlam atfeden, ancak pratikte bosa çikaran tutumu önemli bir sorundu. Buna iliskin somut örneklerden birisi de, 2013 Nevruz’da okunan mektuptur. Mektupta, “silahli direnis sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapi açiliyor, artik silahli unsurlarimizin sinir ötesine çekilmesi asamasina gelinmistir” deniliyor. Devaminda, “bizi bölmek, çatistirmak isteyenlere karsi bütünlesecegiz, ayristirmak isteyenlere karsi birlesecegiz” ve “zamanin ruhunu okuyamayanlar tarihin çöp sepetine giderler, suyun akisina direnenler uçuruma sürüklenirler” ifadeleri yer aliyor. Durumu netlestirmek için bu açiklamaya ragmen örgütün ne yaptigina bakmak yeterli olur. Buna HDP’nin gelistirdigi diger iliskiler ve çözümü odaktan ‘kaydirmasi’ eklenince, bu olumsuzlugun etkisi artti.
Geri çekilmenin durdurulmasi: 8 Mayis 2013’da baslayan sürecin saglikli ilerlemesi için hükümet inisiyatif almisti. Buna göre, 18 Nisan 2013 tarihinde, Içisleri Bakanligi’yla Genelkurmay Baskanligi arasinda protokol imzalanmis ve Il Idaresi Kanunu’nda yapilan düzenlemeyle askerlerin operasyona çikis izni valililere baglanmisti. Bu inisiyatife ragmen, örgüt geri çekilmeyi 9 Eylül 2013’de sona erdirdi. Bu tutum, örgütün süreci sürdürmek istemediginin en somut göstergelerinden biriydi.
Örgütün yeni olusumlarin içine girmesi: Örgüt bir yandan çözüm sürecine devam ediyormus gibi bir tutum izliyor, öte yandan ise yeni örgütlenmelere yöneliyordu. Duran Kalkan tarafindan kaleme alinmis olan, 2012 tarihli doküman, örgütün niyetinin çözüm degil, çözüm sürecinden ‘yararlanarak’ kendine alan açma oldugunu ortaya koyuyordu. “Kira dayali sehir gerillaciligi” basligini tasiyan dokümanda; hendeklerin nasil kazilacagi, barikatlarin nasil kurulacagi, evler arasi geçisin nasil saglanacagi, evlerin nasil kontrol edilecegi gibi tüm detaylar yer aliyordu. Kisa süre içinde bu niyet ortaya çikti ve örgüt, 24 Subat 2013 tarihinde YDG-H kurdugunu, 10 Temmuz 2013 tarihinde YDG-H Asayis Birimlerine iliskin görüntüleri servis etti. Temmuz 2013 tarihinde ise bu unsurlarin yol kesme, kimlik kontrolü, araç yakma, insan kaçirma türü terör faaliyetlerini kamuoyu ile paylasti. Bu, örgütün çözümden neyi anladigini ve sonrasina iliskin nasil bir siyasi model öngördügünün de göstergesiydi. Bürokrasinin, bu faaliyetlere seyirci kalmasi da ayri bir sorundu. Bu adi konulmamis, PKK-FETÖ ‘isbirligi’ idi.
Dolmabahçe açiklamasi ve sergilenen tutumlar: Öncelikle bir konuyu netlestirmek lazim. Üzerinde konusulan ve tartisilan mesele, “örgütün Türkiye’ye iliskin faaliyetlerine son vermesini” talep eden metin. 10 maddelik metin ise ilk talebin gerçeklesmesinden sonra baslayacagi öngörülen ve yeni anayasa ile demokratiklesme adimlarini içeren çalismalarda HDP’ye yönelik yol haritasi. Bu konuyu netlestirmekte ve ifadeleri dogru kullanmak gerekir.
Çözüm sürecine iliskin Dolmabahçe açiklamasindan sonra yapilan degerlendirmelere bakildiginda, sürecin akibeti daha net anlasilir. 28 Subat 2015, Dolmabahçe’de “PKK’nin Türkiye’ye karsi yürüttügü silahli faaliyetleri sonlandirmasi” çagrisi yapilmisti. Bu tarihi açiklamadan sonra, ilk tepkiler Cumhurbaskani ve Demirtas’tan gelmisti. Cumhurbaskani Erdogan, “uzun zamandir bekledigimiz bir açiklama, umarim olumlu sonuçlanir” ifadelerini kullanmis, Demirtas ise “hükümet yürüttügü politikayla, zerre kadar umut vermiyor, barisa yaklasmiyor…” demisti. 28 Subat 2015 tarihinde Mustafa Karasu, “hükümet eger ciddi ise bizi Öcalan ile görüstürsün” seklinde bir açiklama yapmisti. 11 Mart 2015, Cemil Bayik ve Bese Hozat, “PKK silah birakacak açiklamalari, AK Parti’nin seçim propagandasidir” demislerdi. Bayik ve Hozat, “silahlarin birakilmasinin ancak Öcalan’in bizzat katilacagi bir kongrede karara baglanabilecegini, yani Öcalan serbest kalmadan bu tür bir karar açiklanmayacagini” ifade etti. 12 Mart 2015’te Sabri Ok “28 Subat Dolmabahçe açiklamasi ardindan anlasma, baris olmus veya çözüm için yeni bir adim atilmis degil. PKK, silah birakiyor açiklamalari dogmatik bir kesimin görüsleridir…” demisti. Örgüt adina konusan isimlerin maksimalist taleplere sarilmasi süreci sabote etmeye yönelikti. PKK’nin ‘ipe un seren’ ve çözümsüzlügü dayatan açiklamalarindan sonra Cumhurbaskani Erdogan, 22 Mart 2015 tarihinde, Ukrayna dönüsü, yaptigi açiklamada konuyla ilgili olarak, “Bir metin okunmadi, iki metin okundu. Onlarin okudugu metinle Yalçin Bey’in okudugu metin birbirinden tamamen ayri. Ayni metin degildi dikkat ederseniz. Her gün yeni bir talep ortaya çikiyor. Bunun anlami ‘ipe un sermedir’…” demisti.
Anlasilmayan grup toplantisi (“Seni Baskan yaptirmayacagiz”): Dolmabahçe Ofisi’nde çözüm süreciyle ilgili olarak yapilan açiklamadan 17 gün sonra, (17 Mart 2015) 2 dakika 16 saniye süren bir HDP Grup Toplantisi yapildi. Grup toplantisinda Selahattin Demirtas’in yaptigi konusma, yazili bir metinden okundu. Yani önceden düsünülmüs, yazilmis ve olasi sonuçlari degerlendirilmis bir metindi.
Degerli arkadaslar aslinda ben bugün kürsüye sadece bir cümle söylemek için çiktim. Tarihimizin belki en kisa grup toplantisini yapacagiz. Halklarimiza verdigimiz demokrasi, baris ve özgürlük mücadelesinden vazgeçmeyecegimize iliskin sözümüzü tekrarlamak için çiktim. Biz bir pazarlik hareketi, pazarlik partisi degiliz. AKP ile aramizda kirli bir pazarlik olmadi, asla olmayacak. Kirli bir alisveris, kirli bir isbirligi asla olmadi ve asla olmayacak. Bugün grup toplantimizda konular çok fazla, konusacagimiz çok sey var. Ama tek bir cümleyle bütün Türkiye’ye, bütün bu sorunlarin çözümünün anahtarini hatirlatmak ve bunun sözünü vermek istiyorum. Sayin Recep Tayyip Erdogan, HDP var oldukça, HDP’liler bu topraklarda nefes aldigi müddetçe sen Baskan olmayacaksin. Sayin Recep Tayyip Erdogan, seni baskan yaptirmayacagiz, seni baskan yaptirmayacagiz, seni baskan yaptirmayacagiz…
Baskan olup olamama, siyasal bir süreç. Seçim sonucuna göre belirlenecek bir mesele. Bir kisinin seçilmesine karsi çalisma yapmak, kampanya yürütmek, halki örgütlemek, oy istemek herkesin hakki ve anlasilabilir bir faaliyet. Ama açiklamadaki ‘yaptirmayacagiz’ kelimesi bunu ifade etmiyor. “Seni baskan yaptirmayacagiz” açiklamasi ile Cumhurbaskani Erdogan’in izleme komitesinde yer alacagi iddia edilen isimlere iliskin yaptigi degerlendirmeyi iliskilendirmek dogru degil. Çünkü izleme komitesine iliskin isimler, 18 Mart 2015 tarihinde medyada yer aldi. Cumhurbaskani Erdogan ise 20 Mart tarihinde izleme komitesine olumlu bakmadigini açiklamisti. Demirtas ise konusmayi 17 Mart’ta yapmisti.
Bu arada; 7 Haziran seçimlerinden önce kullanilan, “seni baskan yaptirmayacagiz” ve 8 Haziran 2015 günü, seçimlerden bir gün sonra, yapilan “merak etme seni asmayacagiz, yargilanacaksin…” ifadelerinin hangi amaç için kullanildigi veya hangi ‘siyasi’ faaliyetin sonucu oldugu ise hiç konusulmadi ve tartisilmadi. HDP, Kürt meselesi gibi tarihi bir meselenin çözüm ortagindan ziyade, AK Parti/Erdogan karsiti cephede yer alan bir ‘enstrüman’ gibi davranmaya baslamisti. Bununla birlikte, kendi siyasal gündeminin tek bir basligini dahi muhalefetin ajandasina sokamadi.
AK Parti’nin gücünü kaybettigi degerlendirmesi: Hükümetin FETÖ ile girdigi mücadele, Gezi olaylari, AK Parti’nin kendi liderini cumhurbaskanligina tasirken parti içinde yasanan degisim ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde tek basina hükümeti kurma çogunlugunun kaybedilmis olmasi gibi faktörler, iktidarinin gücüne yönelik süphelerin olusmasina neden oldu. Bu süreçlerde ortaya çikan iç siyasal türbülans, örgüt ve HDP’yi farkli hesaplara yöneltti. Ayrica, Bati dünyasinda hükümet karsiti elestirilerin artmasi ve Suriye’de Amerika’yla yeni bir ‘ortakligin’ kurulmasi gibi olaylar, “AK Parti parantezi kapaniyor” duygusunu besledi. Sert bir sekilde anti-AK Parti ve anti-Erdogan cepheye geçince de yeni dönemin muhayyel aktörleriyle daha rahat is görebileceklerini hesapladilar. Çünkü örgüt ve Öcalan, ‘gücü’ önemsiyordu ve sürecinin ilk yillarinin rahat yürümesinin ana nedenlerinden birisi de “güçlü bir aktörle bu isi yürütüyoruz” hissine sahip oluslariydi.
Örgütün “devrimci halk savasi” baslatmasi: Örgüt, seçimlerden sonra, 29 Haziran 2015 tarihinde yapilan MGK ile sürecin bittiginin açiklanacagini degerlendiriyordu. Ancak toplantida bu türden bir karar çikmayinca, örgüt 11 Temmuz 2015 günü, çatisma baslatildigini ilan etti. Bu açiklamanin detaylari ise 14 Temmuz 2015 günü, Bese Hozat’in, Özgür Gündem gazetesine yayinlanan, “Yeni Süreç: Devrimci Halk Savasidir” baslikli yazisinda yer aldi. Yazida, “devrimci halk savasi ve serhildan” çagrisi yapildi.
Ceylanpinar terör saldirisi: PKK, Ceylanpinar terör saldirisi üzerinden de kafa karisikligi olusturulmaya çalisiyor. Terör saldirisi 22 Temmuz 2015 günü meydana geldi, 23 Temmuz günü ise PKK saldiriyi üstlendi. Terör saldirisindan bir gün sonra, örgütün yayin organinda yayinlanan açiklamada, “Bir Apocu fedai timi, Suruç katliamina misilleme olarak bugün sabah 06.00 sularinda Ceylanpinar’da DAIS çeteleriyle isbirligi içinde olan 2 polise karsi bir cezalandirma eylemi gerçeklestirmistir…” ifadesi yer aldi. Bu açiklamaya ragmen, “saldiri örgütün isi degil, kimi unsurlar yapmis” türü degerlendirmelerinin hiçbir karsiligi yok. Çünkü açiklama, aradan geçen süreye ragmen, hala örgütün yayin organinin web sayfasinda duruyor.
Örgütün 30 Ekim 2014 MGK iddiasi: PKK ve türevi unsurlarin siklikla ifade ettigi konulardan birisi de “aslinda çözüm süreci 30 Ekim 2014 MGK toplantisiyla bitti”. Bu, örgüt tarafindan yürütülen propaganda. Bunun dogru olmadigi, bahsedilen MGK toplantisindan sonra hükümet tarafindan, sürece iliskin yapilanlar dikkate alindiginda görülür. Çözüm sürecinin hükümet programinda yer almasi, çözüm süreci izleme kurulunun olusturulmasi, Dolmabahçe açiklamasi, AK Parti seçim beyannamesinde sürece yer verilmesi ve kararliligin ifade edilmesi vs. MGK toplantisi sonrasinda yapilan açiklamada dile getirilen iç güvenlik tedbirleri, örgütün Dogu’da olusturdugu ‘alan hakimiyetini’ bitirmeye yöneliktir.
4. Bölgesel Faktörler
Bölgesel faktörleri, Arap Bahari ve Suriye olayi üzerinden okumakta yarar var. Türkiye’nin çözüm sürecine karar verdigi tarih, Arap Bahari’nin gündemde olmadigi tarihti. PKK açisindan da mevcut durumu sürdürmek mümkün degildi ve çözüm de hayatiydi. Türkiye ise terör üzerinden ‘terbiye’ edilme yaklasimini ret ediyor, tam tersine iç sorunlarini çözerek ‘büyümek’ daha baskin bir duyguya dönüsmüstü. Arap Bahari kosullari ise hem bölgenin yeniden dizaynini içeriyordu hem de milliyetçilik duygularini tetikliyordu. Örgütün, “Suriye’de tarihi firsat yakaladim” duygusu ve bunu öz yönetim ilanlariyla Türkiye’ye tasima taktigi, süreci akamete ugratan ana gerekçelerden birine dönüstü. Hatta örgüt, Türkiye’nin dogu ve güneydogusunda mini bir Suriye olusturma veya Arap Bahari türü ayaklanma tertiplemeye heveslendi. Yani Arap bahari, örgütün jeopolitik istahini kabartti ve aklini dumura ugratti. Aksi takdirde sehirlerde icra ettikleri terörü ve cinneti anlamak zorlasir. 2013 nevruz açiklamasiyla gündeme gelen silah birakma ve çekilmenin kisa süre içinde örgüt tarafindan bitirilmesinde bu durum etkili oldu.
Sürecin yapisal kirilmasina yol açan faktörlerden birisi de Suriye meselesidir. Suriye’de bir alan kazanabilecegini degerlendiren örgüt, pozisyon degistirdi ve Türkiye ile çözüm yerine, ABD himayesi altinda bir alan kazanmayi tercih etti. Öyle ki; örgüt tam anlamiyla bir taseron postuna büründü ve çözüm sürecini bitirmek için her seyi yapti. Suriye üzerinden bölgesel jeopolitik kirilma derinlestikçe, PKK daha çok teröre sarildi ve siyaset de mesafeli bir noktaya kaydi.
Suriye olayinin ivme kazanmasindan sonra üç temel degisiklik oldu; ABD örgüt ile iletisime geçti, örgüt çekilmeyi durdurdu ve Türkiye’nin kendi içinde mesgul olmasi için farkli taktik terör faaliyetleri devreye konuldu. Bu süreçte, ABD kadar örgüt üzerinde etkili olan diger ülke ise Iran oldu. Iran, Irak ve Suriye’de kendine engel olarak gördügü Türkiye’yi mesgul etmek için örgütün Türkiye içine yönelik faaliyetlerine destek verdi, yönlendirdi. Öyle ki, 2011’de Iran ile yaptigi ateskese özenle uyan örgüt, Iran’in yönlendirmesiyle istaha geldi. Terörü sehirlere indirmeyi denedi, hendek olaylarini baslatti, verdigi talimatlarla ‘özyönetim/özerklik’ ilanlari yapildi, 6-7 Ekim olaylari yasandi, sehirlere yönelik canli bomba terör saldirilari yapildi, ‘devrimci halk savasi’ baslattigini açikladi ve kimi siyasiler de bu çagriya farkli ifadelerle destek verdi. Bölgede etkili olmaya çalisan ABD, Rusya ve Iran etkisiyle ortaya çikan bu terör faaliyetlerinin temel amaci, Türkiye’yi kendi içinde mesgul etmek ve örgüt ile yürüttükleri iliskilerin pekistirilmesi için zaman kazanmakti.
5. PKK Üzerinden Müdahale
Yukarida da ifade ettigimiz gibi süreci kesintiye ugratmak için PKK üzerinden müdahil olan birçok ülke ortaya çikti. Öncelikle uluslararasi tepkileri ve müdahaleleri, Arap Bahari öncesi ve sonrasi seklinde ayirmak dogru olur. Arap Bahari öncesinde Bati’dan olumlu tepkiler gelirken, bölgesel ülkelerden Arap Bahari öncesi ve sonrasinda olumsuz tepkiler gelmisti. Son tahlilde Türkiye’nin istikrarli bir ülke ve ekonomi olmasinin uzun vadeli ortak bir avantaj oldugunu fark eden ülkeler olumlu tepkiler vermislerdi. Bölge ülkeleri ise çogu kez negatif roller oynadilar. Basta Rusya ve Iran olmak üzere birçok bölge ülkesi, kirilganliklari etkileyecek adimlar atmaktan geri durmadi. Irak Bölgesel Yönetimi ile sicak iliskiler kurulmus olsa da bu durum yapisal neticeler olusturacak bir düzenlemeye oturtulamadi. Yine de Barzani yönetiminin olumlu katkilarini unutmamak gerekir. Bununla birlikte; ABD’nin sürecin en hassas noktasinda, Suriye denklemi üzerinden PKK ile baslattigi isbirliginin, örgütte “bana ve silaha ihtiyaç var” düsüncesini besledigi ve bunun da sürecin kesintiye ugramasinda etkili oldugu açikti.
6. Iç Siyasi Pozisyonlar
Iç siyasi pozisyonlar, iki ayri faktör üzerinden süreci negatif etkiledi. Ilki; Kürt Meselesi’nin çözümüne iliskin adimlarin hem muhalefet yapmak hem de iktidar söylemini güçlendirmek için yogun bir sekilde kullanilmasi. Ikincisi; Türkiye için çok büyük bir is yapilirken, ülkenin ve dolayisiyla da siyasetin kendi gündeminin yogunlugunun devam etmesi. Mesela; seçimlerin ve referandumlarin üst üste gelmesinin olusturdugu etki, Basbakan Erdogan’in Cumhurbaskani olmasi, AK Parti içinde bir geçis sürecinin yasanmasi, FETÖ ile mücadele, muhalefetin 2013 ile 2015 yillari arasinda ortaya çikan bazi olaylardaki toplumsal enerjiyi kullanma arzusu gibi basliklar siyasetin gündemiydi ve bunlar iç siyasi pozisyonlari etkiliyordu. Sonuç itibariyle bu durum, toplumsal destegin sinirlanmasi, devlet ile hükümet içindeki çözüm karsiti unsurlarin tedirginliklerinin tetiklenmesi ve ortaya çikan sorgulamalarin sonucunda gerekli adimlarin hayata geçirilmesinin ötelenmesi gibi etkilere sebep oldu.
Sonuç
Basta ifade ettigimiz gibi nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli toplumsal baris projesi akamete ugradi. Bu netice; ülkenin demokratik isleyisini, demokrasinin kalitesini, sivil siyaseti ve ekonomiyi olumsuz etkiledi. Devlet içine çöreklenmis olan unsurlarin ve bunlarin organize ettigi mafyatik iliskiler aginin güçlenmesine, alan hakimiyetlerini artirmalarina yaradi. Dis politikada ise Türkiye, daha rahat ‘sikistirilabilir’ bir noktaya geldi. Maalesef bu kart, kendisine karsi islevsel bir sekilde kullaniliyor.
Ortaya çikan olumsuz sonuçlarla birlikte, sürecin tek bir faktörden dolayi bittigi söylenemez. Birbirini tetikleyen/etkileyen faktörlerden bahsetmek mümkün. Dolayisiyla asil olan, durumu dogru bir zeminde konusmak ve dersler çikarmaktir. Salt siyasi pozisyonlardan hareketle yapilan degerlendirmeler, bu projeyi ve ortaya çikarabilecegi olumlu sonuçlari anlayamamaktir. Bu tür süreçlerde örgütler her zaman bozucu rol üstlenir. Çünkü örgütleri baglayan bir hukuk, etik degerler seti yoktur ve her yol mubah görülür. Asil olan; devletin, hükümetin, seçilmis siyasi iradenin gerekli tedbirleri alip hem örgütün hem de devlete çöreklenmis vesayet odaklarinin bozucu faaliyetlerini bosa çikarmasidir. Bu konuda zaaf gösterildiginde, süreci olumlu sonuca götürmek zorlasir. Buna ragmen, Türkiye’nin bu projesinden dersler çikararak, toplumsal kesimlerin taraf oldugu sorunlari çözmesi en büyük hayalimiz ve umudumuz.
Toplumsal bünyeyi güçlendirme ve devletin demokratik dönüsümünü saglama vizyonu, dün ne kadar gerekli ve dogruysa, bugün de o ölçekte hem gerekli hem de dogrudur. Çözüm Süreci böylesi bir vizyonun ürünüydü. Bu vizyon, Türkiye’yi dünün kamburlarindan kurtarma ve gelecege tasima hamlesini temsil ediyor. Bu vizyon, dün de bugün de yarin da sahiplenmeyi hak ediyor.