Ne de çok meşgulüz !
Günün birinde bir doktora tedirgin ve tedirginlikten şikâyetçi bir hasta gelir. Yapması gereken çok işinin olduğunu, fakat kendisinin rahatsız, işlerinin ise beklemeye tahammülü olmadığını söyler…
Doktor ona sorar:
– Bu işleri başkası yapamaz mı? Yahut bir başkası size yardımcı olamaz mı?
– Onları yalnız ben yapabilirim. Bütün işler bana bakar.
– Sana bir reçete vereceğim. Bu reçeteyi aynen tatbik edersen bu sıkıntıdan kurtulursun, diyerek bir reçete yazıp verir. Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalır.
Reçetede; her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin, diye yazıyor…
Hasta doktora sorar:
– Yürüyüşü anladık ama neden mezarlık?
– Oraya gidip mezarlara bakmanı istiyorum. Orası kendini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur. Sen de onlar gibi mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkân olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin…
Modern kent yaşamında herkes kendince yoğun bir meşguliyet içinde… Öyle ki işsizler bile meşgulüm, kimseye ayıracak vaktim yok, diyebiliyor.
Doludizgin bir gidişat… İçine kapanmış, sosyal hayatı felç… Tek kişilik dünyalarda yoğun bir çalışma temposu içinde oldukça meşgul…
Günübirlik işlerden başka bir şeyle meşgul olamaz hale gelmiş bir kitle var karşımızda…
Kapitalist düzenin rekabet sisteminde canhıraş bir yarış var...
İnsanoğlu ciddi bir yoğunluk, derin bir yalnızlık ve hayati bir yanlışlık içinde…
Kimse bu meşguliyetin meşruiyet boyutunu sorgulamıyor…
Kesintisiz meşgul olma hallerinin süreç içerisinde zihnimizi, ruhumuzu, yüreğimizi ve sosyal yaşamımızı işgal ettiğini fark bile edemiyoruz...
İmam Şafii’nin hayati uyarısını hatırlıyoruz:
“Kendini hak ile meşgul etmezsen, batıl seni işgal eder.’’
Evet, çoğu zaman boş, bayağı ve batıl işlerin istilasına maruz kaldık… Ve savrulduk… Sorumluluk alanlarımızdan koptuk…
Ataullah İskenderi’nin şu hikmetli tespiti ile kendimizi sorgulayabiliriz:
“Allah katında değerini bilmek istersen, O’nun seni ne ile meşgul ettiğine bak.’’
Şimdi, soğukkanlılık içinde kendimize soruverelim;
Kavgamız, sevdamız, tasamız, rüyamız, telaşımız, korkumuz, coşkumuz kim için? Ne adına?
Tercihlerimizde kendimizi haklı çıkaracak argümanlar bulabilir, kendimizi ikna etmiş olabiliriz… Ancak bizi bizden daha iyi bilen Rabbimiz var…
Mesaimiz, meşgalemiz O’nun rızası ile örtüşüyor mu?
Bize görme yetisini veren bizi görmez mi?
Bize işitme becerisi veren bizi işitmez mi?
Lütfen söyler misiniz bunca yoğunluk, bu boyutlarda bir meşguliyet; kime ve nereye yatırım yapıyoruz? Hangi amaçla kendimizi bu kadar yıpratıyoruz?
Sakın bu yoğun tempoyu körükleyen egomuz ve arzularımız olmasın…
Konfor, kariyer, koltuk, kapital çukuruna düşmeden kendimiz kalmanın kararlılığını gösterelim…
Allah’ın verdiği yetenek, potansiyel, enerji, kabiliyet, zekâ, beceri hangi mecralarda heba ediliyor?
İnsan kendi hüsranını kendi hazırlıyor…
Toplumsal sorumluluklarımız… Kulluk görevlerimiz… Kardeşlik hukukumuz… Yoksa başka bir bahara mı?
Neden dertli ve dava kaygısı taşıyan Müslümanlara ve ortamlara vakit ayırmıyoruz?
Bizi besleyecek, bileyecek, bilinçlendirecek okumalara önem vermiyoruz?
Güzelim sohbet meclislerini ajandamızdan siliverdik…
Meşgulüz ya! İbadetlerimiz de sallantıda… Sünnetleri, nafileleri çoktan sofilere bıraktık… Farzlarda bile zorlanıyoruz, çünkü çok meşgulüz…
Hasta ziyareti, cenaze, taziye, düğün, akraba ziyareti, eylem, cami, sosyal faaliyet, insani yardım, davet, irşad… Emekli-işsiz ve işi gücü olmayan ergen gençlerin görevi…
Unutmayalım, nebevi uyarı bizler için… Peygamber Efendimiz (sav):
– Allah kuluna hayır murat ederse (onu severse) istimal eder.
Sahabe:
– Ya Rasûlallah, onu nasıl istimal eder?’ diye sorunca;
– Onu ölümünden önce salih ameller yapmaya muvaffak kılar. (Tirmizi)
Yazının orjinali için bakınız:https://www.milatgazetesi.com/ne-de-cok-mesguluz
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.