İki yıldan fazla bir zamandır Filistin’de aralıksız süren İsrail barbarlığı Trump’ın 20 maddelik barış planı ile ümitleri yeşertse de ateşkesin devam edip etmeyeceği konusunda emin değilim. Zira Hamas, rehineleri serbest bıraktıktan sonra, İsrail, tekrar saldırabilir. Ama yine de ‘’barış’’ kavramının telafuzu bile yürekleri ısıtan bir enerjiye sahip olduğunu söylemeliyim.
İsrail, hiçbir zaman verdiği taahhütleri yerine getiren bir ülke olmamıştır. Kapsamlı bir saldırı olmazsa bile ‘’tehdit tespit edildi’’ diye bir bahane üreterek, katliamlara tekrar dönebilir. İsrail’in kurulduğu 1948’den bu güne kadar ki kısacık tarihine baktığımızda sadece, katliam, işkence ve işgal görürüz.
İsrail’in canlı yayında Filistin’de işlediği soykırım, barıştan yana Yahudiler dâhil olmak üzere tüm insanlık ailesi olarak top yekûn büyük bir krizin ortasında olduğumuzu göstermiştir. Gazze’de, İsrail’in bombalarıyla sadece binalar değil, insanlık yıkıldı. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde insanlığın en büyük krizi, İsrail olmuştur.
İsrail, hiçbir insani değere saygı duymayan ve kontrol edilemeyen bir krizdir. Doğal bir afet ile bir toplumun doğal işleyişi bozulup bir krize neden olduğu gibi, İsrail de işlediği vahşet ile insanlığın ruhsal dengesini bozan bir krize neden olmuştur. Vicdan sahibi birçok insandan İsrail’in işlediği vahşet yüzünden yaşama sevincini kaybettiğini işittim.
Gazze’de İsrail krizinin yıkıcı sonuçlarını hafifletmek ve tekrar oluşumasını önlemek için çıkartacağımız önemli dersler vardır. Bunlardan ilki, İsrail sahip olduğu modern silahlara rağmen, Filistin Halkının iradesi karşısında yenilmiştir. Hatırlayın Netanyahu: ‘’Hamas’ı yok edeceğiz, Filistinlileri bu topraklardan süreceğiz ve rehineleri geri getireceğiz’’ demişti. Bunların hiçbirini başaramadı. Rehineleri ancak müzakere ile alabildi. Demek ki bir savaşı kazanabilmek için, önce o savaşın haklı nedenlere dayanması gerekir.
İkincisi, bölge ülkelerinin kendi aralarında bir birlik kurmaları artık bir tercih değil, jeopolitik bir zorunluluk olduğunu görmek gerekir. Bunu gerçekleştirmek için önce birbirimize karşı adaletli ve merhametli olmalıyız. Zira adaletin hâkim olduğu bir toplumu, hiçbir güç, hedeflerinden vazgeçirtemez ve dış politikada da sözü dinlenen bir ülke olur.
Unutmamak gerekir ki, siyasi partilerimiz farklı olsa da hepimiz Türkiye ailesinin birer onurlu mensuplarıyız. Aynı medeniyetin, aynı tarihin, aynı coğrafyanın, aynı kaderin çocuklarıyız. Türkiye, zor bir coğrafyada varlığını sürdürme mücadelesi vermektedir. Bu mücadeleyi verenlere köstek değil, destek vermeliyiz.
Nasıl ki tabiat olaylarına karşı gelmek imkânsız ve insanoğlu tabiata ayak uydurarak yaşamak zorunda ise, milletler de tarihin akışına ayak uydurarak varlıklarını sürdürebilirler.
Bölge ülkelerinin Gazze’den çıkartacağı önemli derslerden biri hiç şüphesiz Doha saldırısıdır. Zira Hamas liderlerini hedef alan Doha saldırısı, geniş kapsamlı stratejik sonuçları olan bir duruma işaret ediyor. Doha saldırısı, ABD’nin güvenlik garantilerinin işe yaramadığını göstermiştir.
Filistin’de işlenen soykırıma bağlı olarak Doha saldırısı, ‘’bir ülkenin gücü, milli gücüne dayanmıyorsa, o ülke, zayıf bir ülkedir’’ dersini bize vermiştir. Her ne kadar Trump, Katar Emiri’ni arayıp "topraklarınızda bir daha böyle saldırıların olmayacağına" dair güvenceler verdiyse de bu tür güvencelerin daha önce de verildiğini unutmamak gerekir.
Dünya siyasi tarihine geçen ‘’1973 büyük Arap-İsrail çatışmasından bu yana Amerika’nın Arap Devletleri ile İsrail arasında kurduğu denge siyaseti çöktü. İsrail’in bölge ülkelerine yönelik politikalarını incelediğimizde, tek, tek ülkelerle uğraşmak yerine gruplarla uğraştığını görürüz. Örneğin Mısırla değil, İhvanla, Türkiye ile değil, Milli görüşle, Pakistan ile değil, Cemati İslami ile uğraşmıştır.
Bunun temel nedenin 1979 İran İslam Devrimi olduğunu düşünüyorum. Bugün İran İslam Devrimi’ni tecrübe ettiğimiz için bir çok açıdan eleştirebiliyoruz. Ancak o yıllarda İran Devrimi, İslam dünyasında büyük bir heyecan ve ümit, batılı ülkelerde ise, büyük bir tedirginlik yaratmıştı. İslam ülkelerinde büyük bir ümit yaratmıştı; çünkü Batılılar, sürekli ‘’bu çağda İslam Devleti olamaz’’ propagandası yapıyordu. Batılı ülkelerde tedirginlik yaramıştı; çünkü İran İslam Devrimi, onların yarattığı tüm bu algıları yerle bir etmişti.
Ancak İran, devrimin İslam dünyasında yarattığı heyecanı iyi değerlendiremedi. Ne Alternatif bir gelecek ne de alternatif bir paradigma kurabildi. Bunun temel nedenleri, iç ve dış etkileri, ayrı bir tartışma konusudur. Ancak İran, Gazze’ye bağlı olarak İsaril saldırısına uğradı. İran’ın bir daha bu tür saldırılara uğramaması için, Suriye’deki hatalarından, Türkiye’ye karşı tutumundan çıkartacağı büyük dersler vardır.
Amerika merkezli bazı düşünce kuruluşları: ‘’ABD'nin 11 Eylül saldırılarının ardından bölgeye yaptığı askeri müdahaleler, El Kaide ve IŞİD gibi ulusötesi cihatçı grupları büyük ölçüde yok ettiğini’’ söyler. (GF 11 Eylül 2025) Hâlbuki İŞİD ve benzeri örgütler, Amerika’nın Afganistan ve Irak işgalinin ürünüdür. İşgalci askerlerin keyfi uygulamaları, İŞİD ve benzeri terör örgütlerine zemin hazırladı ve güçlendirdi.
Bu tür örgütler güçlenince, bir taraftan İŞİD gibi Sunni kökenli terör örgütleri, diğer taraftan İran destekli Şii terör örgütleri algısını yarattılar. Arap Rejimlerine, bu ikili tehdit karşısında, ABD-İsrail itttifakının dışında bir seçeneğinizin olmadığını söylediler. İşte ‘’Abraham Anlaşması’’ yaratılan bu korku üzerine imzalandı.
Hâlbuki Gazze, tüm bölge için esas tehdidin, İsrail olduğunu herkese öğreti. İsrail'in yayılmacı politikaları bölgenin istikrarı için endişe vericidir. İsrail saldırganlığına karşı, Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır, Pakistan ve mümkünse İran ile işbirliği yapmak artık bir tercih değil, jeopolitik bir zorunluluktur. Zira güvenli bir gelecek kurabilmek için, Gazze’den dersler çıkartmamıza bağlıdır.
Yazının orjinali için bakınız:https://www.milatgazetesi.com/gazzeden-dersler-cikartmak
2- https://www.milatgazetesi.com/gazzeden-dersler-cikartmak-2
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
İslam’ın evrensel mesajı ‘yerli ve milli’ sloganına sığar mı?