Istiklâl Marsindan Yarina Ne Söyleyebiliriz?

Istiklâl marsi ile aram(iz)daki mesafenin mahiyetine iliskin bir tespitle baslamam gerekiyor:...
Istiklâl Marsindan Yarina Ne Söyleyebiliriz?
Necmettin EVCİ
Necmettin EVCİ
Eklenme Tarihi : 5.01.2022
Okunma Sayısı : 729

Istiklâl marsi ile aram(iz)daki mesafenin mahiyetine iliskin bir tespitle baslamam gerekiyor: Bir metni, hangi duygu yogunlugu ile incelersek inceleyelim, elestiri ve anlama derecemiz, nesnel iliskiler sinirini asamaz. Çünkü yazildiktan sonra çogu metinle yazari arasinda bile mesafe olusur. O nedenle metnin dünyasina girmek veya onu kendi dünyamiza mal etmek kolay degil- dir. Anlamak metnin anlam dünyasina, dokusuna nüfuz etmekle mümkün olur. Ancak ben genelde Mehmed Âkif ve Safahat’i, özelde Istiklâl Marsini bu degerlendirmenin disinda tuttum, tutuyorum. Istiklâl Marsi, okuyup begendigimiz, bir süre ve hatta hep etkisinde kaldigimiz bir siir degildir sadece. Onu aramizda bir uzaklik, bir mesafe olmadigi, olmamasi gerektigi için, disimizda bir metin gibi degerlendirmek dogru olmaz. Istiklâl Marsi bizimdir; özümüz, öz degerimiz, öznelimizdir. Ruhumuzun, benligimizin sesidir. Iç sesimiz, iç yankimizdir. Ondaki ses, söyleyis, heyecan, ruh hali, oradaki iman, ask, vecd, bizden daha çok biz olan askin kisiligimizi, benligimizin özünü, derinligini, bu askinlikta kurulan ilahî baglanislari ifade eder. Istiklâl Marsi bizim kök me- tinlerimizden biridir. Biz onunla varligimizi besler, canli, diri tutar, kendimizi okur, kendimizi anlar, fark eder, kesfederiz. Onu bir dua gibi, cennetin sarki- si gibi okuruz. Istiklâl Marsi sadece bizim bir ‘edebî metin’imiz degildir ama bizim ‘ebedî metin’ yanimizdir. ‘Bizim’ derken hangi yaklasimla tanimlanirsa tanimlansin sadece ‘Türk’lerin degil, bütün ümmetin istiklâl metni oldugunu hususen belirtmeliyim.

Istiklâl Marsi kayda deger birçok veçhesiyle tartisilmistir, tartisilmaktadir. Onun ‘milletin temel var olus manifestosu’, ‘millî mutabakat metni’, ‘ontolojik misak-i millîmiz’, ‘varligimizi isnat eden temel degerlerin bir çesit amentüsü’, ‘istiklâl ve istikbalimizin yemini’, ‘hür, özgür yasamanin teminati’ oldugu ifa- de edilmistir. Yaklasimlarda, metinde çok açik, çarpici deyislere uygun olarak genel vurgu tarihe, medeniyet degerlerimize, kültür unsurlarimiza, millî karakterimize, dinî sembol ve motiflere yapilmaktadir. Bu hassasiyetler millet varliginin tahkimi, millî suurun canli algilarla yenilenerek insa edilmesi bakimindan elzemdir, isabetlidir.

Istiklâl Marsini tarihsel derinliginden, millet karakterinden müstakil ele almanin imkâni yoktur, olamaz. Ancak tarih, kültür kökleri ile saglam bir bakis ve durusu ifade eden bu metnin, günümüz toplum ve dünya sartlarina göre yeni yorum ve anlamlarla canli, etkin kilinma zarureti vardir, var olmalidir. Bu açilim veya güncelleme yapilamazsa, ondaki tasavvur ve özleme uygun bir dava da dimag da ortaya konmus olamaz. Bu sebeple biz burada Istiklâl Marsinin ruh ve temasiyla gelecege tasinma zaruretini ifade edecegiz. Buradaki imkânimiz ayrintili derinlesmelere müsait olmadigindan, marsin ilk kitasi üzerinden ve daha çok ‘istiklâl’, ‘korkma’, ‘ocak’, ‘sancak’ gibi kelimeler etrafinda fikri açi- limlar yapacagiz. Böyle bir fikri açilimi gerekli kilan ana sebep, modernizmin son asamasinda yasanan varolussal savrulmanin, bütün bir insanlikla birlikte bizim de ülke ve millet varligimizi tehdit etmeye baslamasindandir.

Istiklâl Marsi, bizi, gerçege uygunlugu önemsemeyen hamasi övünmeler- le tarihe, ancak tarihteki anlamlariyla karsiligi olan degerlere mahkûm eden anakronik bir metin degildir, olmamalidir; o niyetle de yazilmamistir. Onun simdiki zaman realitesinden hareketle iddialarini gelecege tasiyan bir genis zaman bilinci vardir. Zaten iman ve medeniyet degerleriyle kaynasmis bir benligin ontolojik muhtevasiyla kullanilan ‘istiklâl’ kavrami ile gelecege güçlü bir atif ve vurgu yapildigi açiktir. Birçok misrada açik ifadelerle belirginlesen bu hakikat, ana temalardan biri olarak bütün siirin anlam dokusuna sirayet etmistir. ‘Ben ezelden beridir hür yasadim, hür yasarim’ misrasinda, ezelden ebede köprüler kuran bir varolus bilincinin hür olma sarti (veya bagimliligi) ilan edilir. Ifadede zamana, tarihi de asan müteal bir uzam yüklenir. Derin bir var olus süreci olarak sonsuz geçmis, ‘ezelden beridir’ vurgusuyla, hür yasamis millete ontolojik karakter kazandiran dayanak olur. Yani var olmak, hür olmakla özlesir, özdeslesir, örtüsür. Daha sonra ‘Ebediyen sana yok irkima yok izmihlal’ misrasinda oldugu gibi ezelden ebede bir yönelisle sonsuz gelecege gönderme yapilir.

‘Ben’ birinci tekil zamirinin dilinden millet hissiyati kisilestirilerek her birimize ait kilinir. Giderek misradaki ‘ben’ dogrudan fert olarak biz oluruz. Tek tek hepimizi, hepimizin en temel, en vazgeçilmez varlik cevherini içine alan millet benligi, askin, sarici, kusatici bir karakter kazanir. Istiklâl mefkûresi var- ligimizin aracisiz, mesafesiz, ayrismaz degeri olarak bir varlik sartina, davasina dönüsür. Adeta fert olarak ben o üst ve askin benlik için(de) var olurum. O as- kin benligi içimde hissederek, daha musavvir ifadeyle o benlik içinde husuyla erimenin zevkiyle kendim olurum. Bu içkin, içten kaynasmis kisilik, varligini sonsuz geçmis ve gelecekle kayit altina alarak kendini ifade etmesi muazzam derinlikte bir düsünceyi uyandirmaktadir. Uyandirilan düsünce, her türlü deger ve tasavvuru asip ilahî baglantilari ile dogrudan ontolojik bir hakikate dönüsür. Böylece varligimin anlami ilahi baglanti ve baglanislariyla anlam ve boyut bulacaktir.

Istiklâl Marsi, ruhumuzun, bastan sona ‘hak, ezan, hakk’a tapmak, iman, cennet vatan,’ gibi bütün bu anlam ve düsünceye yol açan açik motif ve kelimelerle örülü nakisidir. Her bir kelime, üzerinde son derece hassas düsünülerek seçilmis, kullanilmistir. O nedenle Istiklâl Marsi müsahhas veya mücerret, fizik veya metafizik çagrisimlari çok güçlü imgelerle çok zengin bir siirdir. Istiklâl bizim dogustan getirdigimiz ontolojik veya fitri niteligimizdir. Ayrica ‘Garbin afakini sarmissa çelik zirhli duvar’ misrasinda da bir gelecek tasavvuru vardir. Âkif bu dizeden baslayarak hem Istiklâl Marsinda hem Safahat’in birçok siirinde Bati’yla, onun üzerinden ‘tek disi kalmis canavar’a benzettigi medeniyetle hesaplasir. Hesaplasma dogrudan girtlak girtlaga bogusmaya dönüsür. Âkif Mehmetçigin ve aziz milletimizin ruhuyla bütünlesen sair hissiyatiyla bu bogusmanin korkusuz, cesur, kararli mümessilidir. Haykirisini, meydan okumasini millet adina, tarih adina bu taraftan, vurusmanin, savasmanin tam orta yerinden yapar.

Istiklâl Marsi, imaniyla gerektiginde yeryüzünün bütün zalimliklerine karsi direnme, dahasi her zaman onlara dersini verme iradesinin oldugunu gösteren bu millete, milletin tarihine, degerine, azmine güvenmenin, özlü ögretisini içeren veciz bir metindir. Her safhasi ayri bir kahramanlik destani olan Istiklâl Harbi üzerinden necip milletimizin tarihe kök salmis derin duygulari, ruhunu, kimligini, karakterini, dünya görüsünü, hayat ve varlik ilkesini, coskun, taskin bir dille özetleyen bir deklarasyondur. Beserin bütün dayanma sinirini asan bir direnis ve dogrulusla tarihin tescil ettigi bir varolus yeminidir. Dün kiyameti andiran o vatan ve namus savunmasi sürecinde, ölümüne gayret göstermis milletimizin umut ve cesaretini atesledigi gibi, bugün de, ayni duygulari en yüksek seviyede millî çaba ve heyecanlarla kaynastirmaktadir. O nedenle Millî Marsimiz, milletimizin temel var olus kosul ve karakteri olan istiklâli yansitir. Yani bu millet varligini, istiklâli olmaksizin düsünememistir veya istiklâlinden yoksun bir varligin anlami yoktur. Böyle bir destani her millet degil, ancak tas çatlasa hürriyeti esarete degismemeye yemin ve iman etmis bir millet yazabilirdi.

Istiklâl gelecege yönelirken geçmisten, tarihe kök salmis tecrübe ve degerlerden güç, ilham, cesaret alir. Millî bir metin, gelecege gönderme yapacaksa bile geçmise dayanmak durumundadir. Tarih, millî olanin hareket alanini, amaçlarini belirlemede etkilidir. Ancak Istiklâl Marsindaki akil ve duyarlik, geçmisi asarak bugünün realitesiyle yüzlesir, orada da kalmayarak gelecege yönelir. Daha ilk misrasinda bunun açik, güçlü isaretini verir. ‘Korkma’ diye baslar. Esasinda bu siga bile ilgiyi gelecege yöneltir, gelecege baglar. Korkusuzluk umudun çogalmasi oraninda artar. Ayni sekilde umut, korkusuzlukla büyür. En yetkin psikolojik yaklasimlarin bile açiklamakta acze düsecegi se- kilde korkusuzlukla umut arasindaki baglasik oranlama, varligin kendini nesnel dünyanin ölçegi üstündeki boyuta adanmisligiyla ilgilidir. Hiçbir kosul- da imkânsizlik ve umutsuzlukla yeise düsmeyen sehadet duygusu hatta aski, böyle bir hakikat cevheri veya varlik cevherinin hakikati ile hayati canli, diri, dirençli tutar. Allah varsa gam yoktur. Iman varsa imkânsizlik da umutsuzluk da yoktur. Umut, imani, varligi, hayati besler, dönüp onlardan beslenir. Baska söyleyisle imaninizin kuvveti ölçüsünde umut eder, cesur olur, var olursunuz. Imaniniz yoksa umudunuz da, gücünüz de erimis, yok olmustur. Imaniniz yoksa, ugrunda ölümü göze alacak kadar hayati buldugunuz degeriniz yok demektir. Bu durumda olanlar, direnme, dogrulma, ayaga kalkma, yürüme, atilma, adanma, hamle yapma isteklerini yitirmis olduklarindan, cesur olamazlar. Âkif bize ‘korkma’ diye haykirir, bizi bu uyariyla silkeler, uyandirirken bunu dogrudan var olusla, var olusumuzla iliskilendirir. Böyle varsan korkma, böyle var olursan yok olmazsin, yok edilemezsin. Var olman inanmana, baglidir. ‘Ocak’, varligimizin nesnel sembolü olarak seçilmistir. Ocak evimizdir, ailemizdir, yurdumuzdur. Mahremiyetimiz, sirrimiz, onurumuzdur. Baska bir açidan kültürümüz, dünya görüsümüz, toplum yapimiz, ahlak anlayisimiz, medeniyetimizdir.

“Korkma sönmez bu safaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”

Sahip oldugumuz degerler, bir tek nefiste, bir tek nefeste bile kalsa o tek basina emperyalizme, zulme direnecek, haksizliktan hesap sorma idealini hep yasatacaktir. Bu ideal al sancakla sembolize edilen degerleri en üst seviyeden yasatilacaktir.

Korkunun temelinde yok olma ve gelecek kaygisi vardir. Korkunun bir kaynagi da belirsizliktir. Geleceginden emin olmayan varligin yaradilisin dogasina uygun refleksle çaresiz içe dönük savunmasina veya degisen durumlara göre tehlikeyi ta içinde duyma hâletiruhiyesine korku diyebilirsiniz. Korku var olma imkâni büsbütün sinirlanmis insanin, kendini savunma, kendine siginma duygusuyla ruhunun titremesidir. Ilk asamasinda hayatta kalmaktan baska amaç gütmeyen psikolojisiyle korku, hayalin, ümidin önünü keser. Hareket gücünü, kabiliyet ve cesaretini sinirlar, azaltir veya yok eder. Korku atesin odu- nu kemirdigi gibi kalbi, ruhu ve bütün bunlara bagli olarak güveni, cesareti, aski, coskuyu kemirir. Bu hazin ruhsal etkileri sebebi ile korku uyandirmak, korku salmak bir psikolojik harp yöntemi olarak kullanilmistir, kullanilmaktadir. Bazen de pes pese yasanan trajediler, kayiplar korkmaniza sebep olur. Istiklâl Harbi sirasinda tam da varolusumuzu saglayan bütün unsurlar yok edilmis, azalmis veya tezyif edilmisti.

Kalan ve kullanilan son imkânlari ile verdigimiz insanlik ve medeniyet savasinda son savunma ve direnis hattinda yeniden bir umudu, yeniden bir dirilisi deneyecektik. Özellikle Çanakkale muharebelerinde görülüp anlasildigi üzere, dogrudan payitahtin isgali için harekete geçildiginden kelimenin tam anlamiyla var olma veya yok olma savasinda, canhiras bir direnis içinde olduk. Savasin degil, zorlugunu hiçbir beser tasavvurunun tahayyül edemeyecegi kizil kiyametin tam ortasinda, imani en büyük izzet, inkâri en asagilik zillet telakki eden bir halis suurla ‘Korkma’ diye bir ses yükselmektedir. Bu ses, bizim, âlemsümul hakikatle kaynasmis canimiz ve heyecanimizla savunmaya geçen öz cevherin sesi, seslenisidir. Dayanmanin son sinirinda onur ve izzete samimi baglanisin feda olmaya hazir, ilahi özgüvenle silkinme asalet ve kararliligidir: Korkma! Inaniyorsan imkânsizlik yoktur. Iman en büyük imkândir, korkma. Hiçbir güç ve kuvvet imandan daha üstün degildir. Yenilip yenilmemen, imani varliginin temeli, diregi, istikameti, anlami yapmana baglidir. Çünkü asil ruh- lar, onurlu nefisler için gerçek anlamda zafer, hakikate ait olmaktir, hakikatin egemenligidir. Izzeti ayaklar altina almakla zafer degil, ancak zillet kazanilir. Zillete teslim olarak zafer kazanmaktansa imanla ve izzetli olarak ölmek yegdir. Dünya gözü ve gözlemi ile degerlendirilse bile hakiki yönüyle eninde sonunda egemen olacak olan imandir. Inanmak pesinen kazanmaktir. Ayrica imanin aydinligi ile karanliga direnenlere bu dünyada da armagan olarak bembeyaz gündüzler, parlak günesler armagan edilecektir. Sen bu yükün agirligina dayanir, korkmazsan, bu safaklarda yüzen al sancak sönmeyecektir. Yüksek düzeyli bir siirsellikle millet onurunu, özgürlügünü temsil eden ‘al sancak’ metaforu, Türk milleti özelinde üstün ahlaki, erdemi, fazileti, vicdani, imani, merhameti, medeniyeti ve Islam’i temsil eder. Sancak, temsil ettigi degerlere canimizla, kanimizla varligimizi armagan ettigimiz için aldir. Yani o bizim en hayati degerimiz kanimizdir, canimizdir. Canliligimizi sonlandirmada kan kaybetmenin olumsuz etkisi ne ise, bize hayat, hayatimiza anlam veren degerlerin kaybi, bütün bunlari temsilen sancagimizin sönmesi odur; yok olus. Sancak yaniyor gibi tasavvur edilmistir. Evet, o ruhlarimizi tutusturan atesle yanar. O ates adeta bütün ufuklari yangin yerine çevirir. Günes batarken ufuk adeta kirmiziya tutusur. Günes sanki alev topudur. Âkif öyle güçlü benzetme yapiyor ki, safaklarda ve elbette kendi kizilligi ile yüzen bir al sancak var. Bu benzetme savasin  kanli kiyametini de çagristirir ayni zamanda. Kiyamet bütün ufuklari sarsa da, yani varolusumuzun ufku, umudu ölümcül bir tehdit altinda olsa da -ki öyledir-, yine de korkma. Niçin? Çünkü bu al sancak sönmeyecektir. O sancak evlerimizdeki ocak tüttükçe yüzecektir üstelik. Burada ‘dalgalanacaktir’ degil de ‘yüzecektir’ denmesi, dizeye incelikli bir anlam yüklemektedir.

Ocak bizde hem evi, hem aileyi hem tasavvufi bir muhtevayi temsil eder. Yani ocak, maddi, manevi, geleneksel iliski yogunlugu ile hayati besleyip, canlandiran merkezdir. Esasina bakarsaniz evimiz hayati, imani, ahlaki ögrendigimiz ilk ocaktir. Ve oradaki canliligin belirtisi, cismani olarak yemek pisirdigimiz, ekmek pisirdigimiz, kis günlerinde etrafinda çevrelenip sohbet ettigimiz ocakla temsil olunur. Yine benzer sekilde ‘yurt’ kültürümüzde ev anlaminda kullanilir. Evlerin orta mekânina ‘hayat’ denmesi de ayri bir espri içerir. Yani bir tek ev, bir tek aile bile kalsa, yurdumuz vardir ve adeta bir medeniyet tohumu gibi gelisip bütün ufuklari umut olup, müjde olup saracaktir.

“O benim milletimin yildizidir parlayacak/ O benimdir, o benim milletimindir ancak”

Dikkat edilirse gelecek zaman kipiyle üstelik çok inanmis, adanmis, kararli bir dille söylenmektedir. Bu ve benzer gerekçelerle Istiklâl Marsindan bakarak yarinlara neler söylemek gerektigi önemli görülmelidir. Hiç kusku yok ki, yarinin dünyasina odaklanmis bir varlik iddiasi, insanligin küresel ölçekte fikir, sanat, bilim felsefe ve teknoloji gelismelerini yakindan izlemelidir. Izlemekle kalmamali ayristirmali, çözümlemeli, elestirmeli, süzmeli, yani derin bir fark edis ve anlamla kavramali, son olarak çareler, çikislar önermeli veya vaziyet almalidir. Kaldi ki, ontolojik, epistemolojik körelme içinde koyu, trajik bir medeniyet bunalimi yasayan insanlik, aklini, vicdanini, duygusunu, kalbini, ruhunu özetle içinde ve disinda ufkunu açacak önerilere, uyarilara hayati ölçüde ihtiyaç duymak- tadir. Muazzam medeniyet tecrübesine sahip bir millet olarak bizde, çözüm önerme ve örnek olma imkâni da birikimi de vardir. Kim bilir belki de çikis ve çözüm gösterme imkâni sadece bizde vardir. Belki de bu asama yeni bir istiklâl savasi vermemiz gereken asamadir. Üstelik bu savasi sadece kendimiz ve gelecek nesillerimiz için degil, bütün bir insanlik için verme durumunda oldugumuz da ortadadir.

Istiklâl Marsi, millî mücadele verdigimiz 1. Cihan harbinde, uluslarin ve ulus devletlerin, politikalarini, irk ve kavmiyet temelli ideolojik kutuplasmalarla belirledikleri bir dönemde yazildi. Örgün ideolojik egitimle vatan, millet, bayrak gibi kavramlar, ötekilestirici, düsmanlastirici hatta yok etmeye hazir keskinlikte zihinlere yüklendi. Ulus olma adina militarize edilen birey ve toplumun, kendi ulus varligi içinde olmayanlara, hayat hakki tanimadigi tehlikeli bir dönem baslayacakti. Bu ‘baskasini’ ‘cehennem’ gören, kendi varligi için bas- kasini yok etmekten baska çare, çözüm düsünemeyen sapkinlik, çok geçmeden insanligi ikinci bir savasin yanginina yuvarladi. Esasen bu iki savas, Âkif’in ‘tek disi kalmis canavar’ veya ‘çilgin’ dedigi modern barbarligin, disarida sebep oldugu tahribatla birlikte içten içe yasadigi varolussal çürümenin de isaret ve ifadesidir.

Hemen ifade edelim ki, insanliga erdem, iyilik, baris, esitlik, kardeslik, özgürlük, hak, hukuk gibi degerler noktasinda bir sey söyleme yetkinligi kalmamis bir medeniyet, varlik iddiasini yitirmistir. Amin Maalouf’un ‘Çivisi Çikmis’ diye tabir ettigi bugünün dünyasi, insan varligi için gerçekten korkunç tehditler, tehlikeler üretmektedir. Insan, varligini ayricalikli kilan akil, duygu, ahlak, ask, merhamet gibi erdemlerinden utanir duruma getirilmistir. Daha açik söyleyisle özü, sözü, bütün varligi yok olmakta, yikilmaktadir. Küresel egemenlerin arzulari dogrultusunda bütün bir insanlik akli, irade ve vicdani, anlamini, önemini kaybetmistir, kaybetmek üzeredir. Materyalist ölçüt ve is- teklerle bile bakilsa, su anda küresel düzene, insan merkezli olmayan bir isleyis egemen kilinmak istenmektedir. Nesil bozulmakta, algilar, ilgiler, istekler hiç olmadigi kadar fütursuzca, sorumsuzca yamultulmakta, çarpitilarak pazarlan- maktadir. Insan, maddi ve manevi yoksullugun pençesinde çaresizdir, çikissizdir.

Yeni amaç ve araçlarla biçimlenmis bugünün dünyasi dünle kiyaslanamayacak ölçüde degismistir, degismektedir. Degisimin dayattigi yeni durumlara bigâne kalmanin imkâni yoktur. Günümüzde gerçeklige dönüsmüs gelismeler- den hareketle, su ya da bu sekilde veya dozda hepimizi etkileyecek yarinin hercümercini tahmin etmek kehanet degildir. Özellikle yeni teknolojilerle birlikte hayatin bütünüyle degisecegi yarinlarin, bugünden çok farkli olacagi asikârdir. Üretimden tüketime, egitimden finans sistemine, savunma anlayislarindan haberlesmeye kadar hayatin sosyal, kültürel birçok unsuru, yeni ve baska biçimleriyle var olacaktir, olmaya baslamistir. Entelektüel camia, yönetici iradeyi de uyarma sorumluluguyla bu konuyu her boyuttan tartismalidir.

Yeni biçimiyle materyalizm, akisa karsi alternatif bir dünya düsünme, arama, seçme istekleri kalmamis insanlar üzerinde tam manasiyla tahakküm kurmustur. Tarihte esi benzeri görülmemis ölçüde duyarsiz, düsüncesiz kitleler, artik insan varliginin anlamini, amacini, önemini bilmiyor, bilmeyi de dert edinmiyor. Hiçbir sosyolojik, psikolojik veya kültürel açiklamalarla izah edilemeyecek saçmalikla insan varligiyla birlikte hayatin ve dünyanin felaketi, tam da bu yozlasma ve yabancilasmayla basliyor. Insan yabancilasmiyor, baskalasiyor; insan varligindan, kültüründen kopup baska bir varliga dönüsüyor; bunu kendisi istiyor. Insan sadece nesnellesmiyor, nesnelerin emrine ve hizmetine giren, onlardan bile degersiz varliga dönüsüyor. Zaten köreltilmis akli, ruhi, felsefi, ilmî tüm degerleri veya degersizligiyle birlikte varolusunun son zamanlarini yasiyor. Ugrunda ne yasadigi ne öldügü bir degeri kaldi. O degerlerin, din, iman, maneviyat, ahlak hatta cinsiyet gibi çesitli baglari, bagimliliklari içinde özgür olamayan insan için oldugu söylenir olmustur!.. Maddi getiri ve keyif saglamayan kavramlara önem veren hayatlar ona anlamsiz geliyor. Ama sözüm ona kendi varligindan bile bagimsiz çilginlik, onu cinnetlerin, cinayetlerin, intiharlarin bunalimli, ölümcül karanligindan kurtaramiyor. Özetle insanlik sözüm ona ‘üst insan’, ‘üstün insan’ veya tekâmülünü tamamlayarak ‘insan üstü varlik’a dönüsmüs ‘yeni insan’ tarafindan yok oluyor, yok ediliyor.

Zaten maneviyatsiz insan olusturmak, pozitivizm ve kapitalizmin ideal toplum tasarimiydi. Çünkü hayati degerlerine göre yasayan insan, araç veya pazar olarak kullanilamiyordu. Kiliseye ve skolastige karsi çikmakla da tatmin olmayip, tanrinin öldügü veya öldürüldügü hezeyani ile bütün sikintilari asa- cagini sanan ecinnili ruhlar, kendi çikarlari için dünyayi cinnetin cehennemine çevireceklerini, baska bir söyleyisle kendilerine boyun egmeyen bütün kültür ve medeniyetleri yikip yok edeceklerini ilan etmislerdi(r). Bir olgu olarak degil ama ideoloji olarak ‘küreselcilik’ hiçbir ilke, sinir tanimayan seytani çetesiyle böyle asagilik bir amaca yönelmis durumdadir. Bugün maalesef küresel ölçek- te insanligin basina bela olan bir çetenin, vicdansizca, ahlaksizca, sorumsuzca isledigi seri ve sistematik cürümlerle, cinayetlerle karsi karsiyayiz.

Dinî inançlarina, milliyetlerine bakilmaksizin bütün bir insanlik ölüm, yikim, kiyim yasamaktadir. Birçok ülkenin siyasal, ekonomik, entelektüel güçlerini de emri altina aldigi anlasilan küresel çete, dünyanin düzenini bozmakta, hayati yasanmaz kilmaktadir. Ülkeler isgal, servetler yagma, halklar sürgün edilmekte, vatansiz birakilmaktadir. Terör, savas, darbe, ambargo gibi daha görünür olanlardan ayri ve daha tehlikeli olarak sanal dünyadan kusatilmak- ta, etki altina alinmaktayiz. Nefse hos gelecek cazip yayinlarin etkisiyle sanal yoldan insanin kalbi körlestirilmekte, ruhu felç edilmektedir. Tek tek hedef alinan bireylerin fikir, duygu ve deger dünyalari zehirlenmektedir. Körpe di- maglar, masum duygular, evrensel seytani kurgularin hipnotik etki sarmalina çarçabuk girmektedir. Hipnoz ve yönlendirme, doyumsuz istahiyla yeni kapitalizme muazzam pazar alani olusturmaktan sokak gösterileriyle iktidarlari devirmeye kadar, çesitli toplum mühendisligiyle uygulanmaktadir. Bu büyüye kapilan insan, seçme, karar verme, düsünme yetenegini, özetle var olma gücünü, yetkinligini yitirmektedir. Üstelik insan varligini yok etmeyi amaçlayan sektörler, kazançlarini büyük ölçüde kurbanlarinin cebinden finanse etmekte- dir. Ne tuhaftir ki, insanlar görülmemis bagimliliklarla kendi ölümlerini zevk ve eglenceye dönüstürmüslerdir.

Bu konuda bireyi tezyif, aile ve toplumu tahrip eden gayri fitri sapkinliklar ibretlik örneklerdir. Kimi degerlendirmeye göre bugün yasayanlar her seye ragmen insanligin son jenerasyonu, son neslidir. Bundan sonra, sirasiyla ‘kadin’, ‘erkek’ gibi ayrimlarin gözden düsürüldügü, cinsiyetsizligin özendirildigi, tesvik edilip ragbet gördügü dönemlerin gerçeklesmesi programlanmaktadir. Insanin fiziki tabiatiyla birlikte manevi varligini da bozmayi amaçlayan bir- çok program, ülkeler ve toplumlara dayatilmaktadir. Dayatilan programlarin insani aileden, aileyi toplumdan koparan stratejisi, bireysellestirilen insani es- cinsellige, cinsiyetsizlige adeta tesvik etmektedir. Tesvik olmaktan öte mecburiyetler dayatan uygulamalar, sözüm ona uluslararasi sözlesmeler, yasalar ve insan haklari ilkelerinden kendine dayanak bulmaktadir. Insan haklari ve öz- gürlükler bu proje ve programlara göre yeniden yorumlanir olmustur. Bütün bu dayanak ve ilkelerin insani, aileyi koruma yönünde yorumlara ve uygulamalara kapali tutulmasi ilginçtir. Sonuçta bireyden baslayarak bütün bir toplum ve insanligin deger yargilari, yerlesik ahlaki yapi, kadim insanlik anlayislari ile fitri isleyisimiz, yaradilis mahiyetimiz temelden sarsilmakta, sarsintinin siddetiyle yikilmaktadir. Insan yikilmakta, insanlik yikilmaktadir.

Açik söylemeli ki, bu bir savastir; varolusumuzun en temel anlamini ilgilendiren savas. Insan olarak var olmak veya seytanlasmak! Iste bugün bizi insan varligimizi hedef alan her çaba her çalisma, tam da ifsat duygularini tatmin eden seytanin girisimidir. Özünü bozmamis, kendini kaybetmemis insan, nasil yapmakla, imar etmekle, baris, huzur getirmekle, itimat, güven telkin etmekle, askla, merhametle, anlayisla, yardimlasmayla huzur buluyor, tatmin oluyorsa, tersinden benzer sekilde seytan da, seytana kul köle olanlar da, kötülügü yaymakla mutlu oluyorlar. Evet bu küresel çetenin üstelik çogu zaman bilimden, teknolojiden de entelektüel destek alarak yaptigi budur. Bugün insanlik vatanlarinin isgal, servetlerinin yagma edilmesinden baska dogrudan varolus anlamlarinin hiçlestirilmesini, dejenere edilmesini amaçlayan bir istila ile karsi karsiyadir. Yarin bu istilanin hangi etkiyle sürecegini tahmin etmek bile güçtür. Darwinci tekâmülün diyalektik son asamasinda artik insan sonrasi bir türe geçis kurgulanir olmustur. Seytani bir kurguyla hayata geçirilmesi tasarlanan yeni dönemde insanin tam bagimsizligi ve özgürlügü dinle, duyguyla, erkek veya kadin cinsiyetiyle, ilkeyle, ahlakla, kuralla, tüm degerlerle bagini kopararak veya kendisine yüklenen istekler disinda hiçbir egilim göstermeyerek saglanacaktir. Yani insan varligimiz her yandan, tüm yönden istila edilmektedir. Anlamsiz, dinsiz, imansiz, duygusuz, ruhsuz, vicdansiz bir varlik modeli imrendirilmektedir.

Üstelik bu küresel kurguyu yapan fesat odaklarinin elinde muazzam silah ve para gücü, muazzam teknolojik imkânlar, medya, kültür ve sanat endüstrileri mevcuttur. Bütün imkânlariyla insana, insanliga saldiriyorlar. Bu en korkunç isgal ve istilaya, bu en korkunç kiyima, kusatmaya karsi yeni bir istiklâl savasi vermek insan olusumuzun da Müslüman olusumuzun da geregidir. Insanlik isgal ve istila edilmisse biz Türkler, biz Müslümanlar dünyadan izole edilmis bir istiklâle sahip olabilir miyiz? Ya da Istiklâl Marsinda son derece açik, anlasilir vurgularla deklere edilen insan, Islam ve medeniyet degerlerimi zi bu kokusmusluktan nasil kurtarabiliriz? Kalici varligimizi Istiklâl Marsinda özet ifadesini bulan degerleri canli kilarak sürdüreceksek, tüm boyutlariyla bugünün ve yarinin çözülmelerini, çürümelerini kendimiz ve bütün bir insanligin gelecegi adina teshis ve tedavi yoluna gitmeliyiz. Istiklâl Marsindan gelecege ne söyleyecegimizin ayrintisindan önce, oradaki ruh ve duyarlikla gelecege zihin, bilgi, eylem ve söylem olarak hazir olma karari ve kararliligi daha önemlidir. Siyasilerimizden sanatçi ve aydinimiza, aydin ve bilim adamimiza kadar hemen herkes kendinde bu sorumlulugu hissetmelidir.

(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!