İslam ve Siyaset

Kelime anlamı teslim olmak olan tek tanrılı inanca dayalı bir din olan İslam kelimesi bugün hemen her yerde Siyaset ile birlikte zikrediliyor. Kimi için bu çok korkutucu kimi için ise mutluluk verici bir durum. İslam dini içerisinde teslim olmayı barındıran biat üzere kurulu bir din. Fakat biatın kime ve ne şekilde yapılacağı üzerinde tartışmanın peygamber sonrası hala sürdüğü bir din.
İslam ve Siyaset
Süleyman Arif BEYAZKAYA
Süleyman Arif BEYAZKAYA
Eklenme Tarihi : 18.10.2023
Okunma Sayısı : 301

İslam ve Siyaset

Kelime anlamı teslim olmak olan tek tanrılı inanca dayalı bir din olan İslam kelimesi bugün hemen her yerde Siyaset ile birlikte zikrediliyor. Kimi için bu çok korkutucu kimi için ise mutluluk verici bir durum. İslam dini içerisinde teslim olmayı barındıran biat üzere kurulu bir din. Fakat biatın kime ve ne şekilde yapılacağı üzerinde tartışmanın peygamber sonrası hala sürdüğü bir din. İslam aynı zamanda bir varoluş felsefesidir. Varlığa anlam kazandırmanın en etkili yollarından biridir. İslam geçmişe ve geleceğe yönelik bilinmezliklere iman etmektir. Siyaset basit kelime anlamı itibariyle at terbiyecisi demektir. Gündelik karşılığı ise devlet ve devlet yönetimini barındıran bir sanattır. İslam ve Siyaset ya da bugün ki karşılığıyla Siyasal İslam ise modern devlet düzenine karşı anayasal, ekonomik ve yargısal anlamda İslami dönüşüm demektir. Siyasal İslam'ın teorik karşılığıyla pratikteki karşılığının nasıl ve ne şekilde olduğu bugün gerek Türkiye içinde gerekse İslam'ın yaygın bir din olduğu diğer ülkelerde ise bir tartışma konusudur. İslam dini bir takım hedefleri ve idealleri geleceğe yönelik planları barındıran bir dindir. Bu ideallerin ve planların gerçekleştirilmesinin yolunun siyasetten geçtiği ise apaçık bir gerçektir. Ancak nasıl ve ne şekilde olacağı ise yine ayrı bir tartışma konusudur. Ancak kanımca Türkiye Cumhuriyeti içinde hakim olan İslamcı siyaset anlayışının anlaşılabilmesi ve izah edilebilmesi cumhuriyetin kuruluş yıllarına dayanan bir takım olay örtgüerini ve bilgileri gerektiren bir durumdur. Burada bir parantez açmakta yarar görüyorum bağışlayınız; Olaya daha net ve saf bakmak maksadı çıkılan bir araştırmada bu konuyu İslam öncesi ve sonrası ilk türk toplumlarına kadar götürmek en sağlıklısı olacaktır. Burada açılabilecek başlıklar genel itibariyle İslam Öncesi Türk Toplumu, İslam Sonrası Türk Toplumları ve Devletleri şeklinde olacaktır. Atatürk ilke ve inkılapları ile başlayan tek partili cumhuriyet sürecinin ardından ortaya çıkan Demokrat Parti iktidarı ile birlikte şekil almaya başlayan Türkiye Cumhuriyeti içindeki İslamcı Siyaset anlayışı Atatürk ilke ve inkılaplarının bir direği olan laikliğe rağmen adından söz ettiren cinsten bir anlayıştır. Bu siyasi anlayış sırasıyla Adnan Menderes, Süleyman Demirel ve Necmettin Erbakan ile 90'lı yıllara kadar uzanan bir tarihsel gerçekliği barındırmaktadır. Elbette ki bu anlayışa ve sürece yön veren bir çok isim, kurum ve  kuruluş olmuştur fakat en çarpıcılarından bahsetmek konuyu toparlayabilmenin en mantıklı yoludur diye düşünüyorum. Adnan Menderes'i iktidara taşıyan bir çok neden vardır elbette örneğin tek partili dönemin vermiş olduğu seçeneksizlik. Fakat burada ayrıca ifade etmekte fayda gördüğüm bir nokta ise kuruluş yılları itibariyle tek partili sistemin o dönemin şartları itibariyle en sağlıklı sistem olduğu gerçeğidir. Menderes'i iktidara taşıyan önemli faktörlerden biri de güttüğü İslamcı Siyaset anlayışıdır. Hilafetin ve Saltanatın kaldırılması ile ağır bir şok yaşayan dönemin insanı laiklik gibi bir olguya rağmen İslam hassasiyetini korumaktaydı. Bu hassasiyetin tarihsel gerçekliği Osmanlı ve Selçuklu devletlerine ve daha öncesine dayanmaktadır. Bu durumun bir hassasiyet olup olmayışı ise yine bir diğer tartışma konusudur. Ancak dönemin şartları göz önüne alındığı takdirde bunun bir hassasiyetten öte bir alışkanlık ve teslimiyete dayalı bir olgu olduğu benim şahsi kanaatimdir. İnsanlarımızın İslam anlayışı Kur'an-ı Kerim'i anlamaktan çok okumaya yönelikti ve büyük oranda hala böyle. Oysa daha sonraları bahsedeceğim gerçeklerin arkasında yatan en büyük sebebin bu anlayış olduğu gerçeği beni derinden yaralamaktadır. Uzun sözün kısası Menderes iktidarı bir şekilde ele geçirdi ele geçirirken kullandığı metotlarından bahsetmek vakit kaybından öteye gidebilecek bir şey değildir. Süleyman Demirel ile devam eden süreç Necmettin Erbakan'a geldiğinde bazı kesimler için çok daha korkutucu hal almıştı. Zira kapatılan partilerine rağmen yeni isimlerle ortaya çıkan bu isim Türkiye siyasetini derinden etkilemeyi başarmış bir isimdi.

Laiklik gibi bir olguya rağmen Çankaya Köşkü'nde tarikat önderlerine verilen iftar yemeği dönemin laik kesimlerine verilmiş büyük bir göz dağıydı. Öte taraftan Türkiye Cumhuriyeti 60 ve 80 darbesini yaşamış, kutuplaştırmaları derinden hissetmiş ve gitgide derinleşen ekonomik çatlaklar ile mücadele etmekteydi. Ülke sağından soluna büyük acılar ve büyük kayıplar yaşamış ve yaşamaya devam etmekteydi. Tüm bunlara rağmen İslamcı Siyaset anlayışı varlığını devam ettirmekte köklerini Cumhuriyeti'nin derinlerine kazımaktaydı. Fakat 97-98 yıllarına gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti'nin yılmaz bekçilerinin hedefinde bu sefer direkt olarak Siyasal İslam vardı. 28 Şubat; öncesi ve sonrası itibariyle tarihimizin incelenmesi gereken muazzam olaylarından sadece birisidir. Laiklik kelimesinden çokça söz ettim onu da analiz etmekte yarar görüyorum. Kelime anlamı itibariyle devlet yönetiminde dinin ya da dinsizliğin referans alınmadığı yönetim anlayışı demektir. Türkiye siyasetinde ki karşılığıyla din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Öte taraftan ilk ortaya atıldığı coğrafyada ki karşılığı ise din ve vicdan hürriyetidir. Bir sürü anlamı ve anlayışı içerisinde barındıran bu kavram tarihimize en büyük şekilleri veren kavramlardandır. Çünkü öyle olması gerekmekteydi. Bir İslam Devleti yıkılmış yerine Laik bir Cumhuriyet kurulmuştu. Din ve Devletin ne konumda olacağı belirlenmeliydi. Ancak bu belirleyiş ne bu halkı ne de bu devleti karşısına alacak nitelikte bir belirleyiş olmalıydı. İşte bu noktada en can alıcı kısım buydu her iki tarafı da karşı karşıya getirmemek. Bu ancak yukarıda tanımını yaptığım laiklik din ve vicdan hürriyetidir anlayışı ile olabilirdi. Fakat Türkiye Cumhuriyeti'nde işler böyle yürümedi. Yürümemesinin pozitif şekilde açıklanabilir bir sürü nedenini ilerleyen yıllarda bazı hükümetlerin uyguladığı politikalar gösterecektir.

Bu politikalara örnek olarak halkın büyük çoğunluğunun müslüman olduğu bilinen Türkiye Cumhuriyeti'nde geçtiğimiz gün ve aylarda yaşanan faiz politikası kararları TV verilebilir. İnsanımızın karşı konulmaz yanıdır din. Bunu seçim meydanlarında ellerinde Kur'an'ı Kerim dillerinde ise birtakım ayetlerin olduğu siyasetçi kimliğine bürünmüş sahtekarlar çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor. Halkımız geçtiğimiz 20 yılda istikrardan yana sağlam ve kararlı bir duruş sergiledi elbette fakat bunun altında yatan birden çok neden vardı. 70'li yılların sağ ve solunu 90'lı yılların ise laiklik vurgusunu derinden yaşayan insanlara verilebilecek nabız şerbeti elbette dinden olacaktı. Ülkemiz son 20 yılda yöneticiler tarafından kutuplaştırıldı, insanların siyasi parti tercihleri din tercihiymiş gibi lanse edildi insanlara. A partisine oy verirsen vatan haini ya da din düşmanı olabilirsin B partisine vermen seni dindar ve din hassasiyeti yüksek bir kişilik yapabilirdi. Seçimler yönetici ve yönetimlerin uyguladığı politikalarla onay vermenin ya da onay vermemenin seçimi olmaktan çok bahsettiğim gibi işin içine dinin girdiği bir olay haline geldi. İşte bu yüzden laiklik vurgusu bu ülkede yıllardan beri yapılıyor. Laiklik dini tercihi ne olursa olsun insanın insan olduğu için değerli ve kıymetli olduğu din ve vicdan hürriyetinin bütün yurttaşlara eşit bir şekilde bölündüğü bir yönetim anlayışıdır.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!