ZELZELE ve KIRSALIN ÇAĞRISI
Malûm Altı Şubat zelzelesi, geride orta ölcekli bir devletintüm şehirlerini enkaza çevirecek boyutta büyük bir yıkım,elli binden fazla vefat ,bir kaç kat fazla sayıda yaralı, yüzbinlerce konutu harabeye çeviren bir maddi yıkımla hayatımızdaki canlılığını muhafaza ediyor. Deprem anına ait bir çok yaşanmışlık bir kabus gibi zihnimizin derinliklerine nüfuz ederek ömür boyu dimağlarımızdayaşayacak. O gün yer adeta tüm ağırlıklarını atarcasınaöfkelendiğinde duyduğumuz sesler dünyaya ait değildidesek itirazı olan olur mu acaba?. Ya da dehşet verici o asırlık saniyeleri kaçımız arzın sahibine sığınarak ,kaçımızinşaatdaki demir miktarına, binanın zemin etüdüne güvenerek geçirdi...Gerçek ateist uçak türbülansa girince belli olur diyenler buna dehşet verici deprem anını da eklesin bence. Yaşadığımız çok katlı binalarda ölümün soğuk ve sarsıcı yüzünü hangimiz yaşamadık ki?. Yıllarönce terk edilen, varlığı ve yokluğu dahi artık net olarak bilinmeyen tek odalı, çift odalı metruk köy evlerimiz yeniden keşfedilmedi mi?. Yüksekte yaşamak, yüksektenbakmakla iltisaklıdır biraz da. İstediğimiz kadar kerhen diyelim ,istediğimiz kadar ,uyduk kalabalığa diyelim, yüksek katlı binalarda yaşam içimizdeki modern bir marazı ifade ediyor . Ayakları yerden kesilmek tabiribence sadece aşırı bir mutluluk,çocuksu bir öfori haliniifade etmiyor sadece. Tabi ve doğal olandan beri olmak mütevazilikten sıyrılmak yükseğe öykünmek ,reel olanla irtibatı kesmek ile ilintilidir sanki..Mahallekültüründen,kırsaldaki dingin hayattan, sade , mütevazı mekanlardan, meskenlerden soyutlanınca girift ve bizi boğan bir hayata kaydolduk. Son otuz yılda köylerindeki varını yokunu satıp bir apartman dairesinde işsiz güçsüz, sersefil dersem abartmamış olurum, yaşayan bir düzineden fazla kişi bilirim. Şehirlerin gelişmişlik ve refah ölçüsü çok katlı yüksek binalarda arandı. Doğup,ömrümün yarısını yaşadığım şehrin en verimli toprakları,nazenin kayısı bahçeleri on ,on beş katlı apartmanlarınyapıldığı, sitelere verilen isimlerin, Hollywood film endüstrisinden, Avrupa başkentlerinin popüler mekanlarından seçildiği ruhsuz,köksüz, yoz mekanlara dönüştü. Uzmanlar, sarsıcı depremlerde yıkımı ,azaltan, durduran sekiz- on parametrelerden birinin de uygunzeminde uygun kat da bina inşa etmek olduğunu ifade ediyor.. Sadece bu koşul yerine getirilse dahi,beş altı katı geçmeyen binalar ile imar edilse , zelzele sonrası kerhen az katlı yapılaşmaya karar verildi, kent genç birmetropolden, yaşlı-yaralı bir “Nekropole” dönüşmeyecektibelki de. Bu patolojik yükseklik hevesi, şehrin yaşadığı hazin sonun başlangıcı olabilir mi?. Elbette ki mevzu derinve karmaşık.Konuşulacak çok laf var....
Tüm bu nobran şehirleşme süreçlerinde köy, köylülük dehakir görüldü bu ülkede. Muhatabını köşeye sıkıştırmak, istihza etmek, ötekileştirmek gayesiyle fikirlerini,düşüncesini ,tavrını, tercihini beğenmediğimiz kişilere ,kesimlere “köylü” demedi mi? bazılarımız. Şuan köyler özellikle şehirlere ,ilçe- kasabalar yakın köyler tekrar keşfediliyor.Yapılan araştırmalar daha iyi bir yaşam beklentisiyle metropollere göçerek yerleşenlerin yüzdeellisinin daha olumsuz koşullarda hayatını ikame etmeyeçalıştığını gösteriyor. Artık kırsalda telefon, internet, evlerde temiz su, eğitim kurumlarına ulaşma,ulaşım ile ilgili temel sorunlar ciddi oranlarda giderilmiş olmasına rağmen, ülke nüfusunun yüzde doksanı kırsal alandan çıkmış bulunuyor. Şehirlerdeki devasa işsizlik oranları bu göçün sağlıklı bir mecrada gelişmediğini gösteriyor.Çevremde , yılın en azından bir kısmını, toprakla, ağaçlaçiçekle, böcekle geçirmek isteyemeyen hemen hiç kimse yok gibi . Artık kimse eskisi kadar toprağı hakir görmüyor. Geç de olsa, yağmur sonrası toprağın terapiiçeren kadim kokusunu yeni keşfedenlere rastlıyorum.Bazı sosyolojik trendleri tersine çevirmek sanıldığı gibi kolay değil.Hafızai beşer nisyan ile malul. Korku ve dehşeti unutmak bir rahmet olarak nisyana dönüşüyorzamanla. Post travmatik stres bozukluğu (PTSD)dedigimiz tıbbi tablo, agır ruhsal,psikolojik ve fiziksel kırılmaların insanın geleceğini esir alması ve mütemadiyen mağdurda yaşanması ile seyreden hastalık da, ancak nisyanla aşılabiliyor. Lakin bir rahmet olarak tebarüz eden bu sağaltıcı nisyan, tedebbüre ,tefekküre ve akletmeye (teakul) de mani olmamalı .
Velhasıl herkesin hayatı nerdeyse on bilinmeyenli denklem üzerine kurgulanmış . Tercihler her zamanbireysel kararlarla belirlenmiyor...Peki bunca yırtıcı ,duygusal olarak marazileştirici cazibesine rağmen metropol kentlerin cazibesi ,radikal olarak yerini kırsalınve köylerin dinginliğine bıkabilecek mi? İnsan içindeki bu tabi ve fıtri çağrıya yeterince cevap verebilecek mi?. Zor ...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.