Hayatı Düzenleyen Bilinç: Ahiret inancı

İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor."(Kıyamet, 36) İnsan başıboş yaratılmamıştır. Bir amaç ve hedef için yaratılmıştır. “Ben insanları ve cinleri ancak ve ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” ( Zariyat: 56). Allah insanı yeryüzünde halife olarak yaratmıştır. “…Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim…” ( Bakara: 30). İnsan yeryzünü imar etmekle de sorumludur. “
Hayatı Düzenleyen Bilinç: Ahiret inancı
Hüseyin KUBAT
Hüseyin KUBAT
Eklenme Tarihi : 12.04.2024
Okunma Sayısı : 85

Hayatı Düzenleyen Bilinç: Ahiret inancı

İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor."(Kıyamet, 36)

İnsan başıboş yaratılmamıştır. Bir amaç ve hedef için yaratılmıştır. “Ben insanları ve cinleri ancak ve ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” ( Zariyat: 56). Allah insanı yeryüzünde halife olarak yaratmıştır. “…Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim…” ( Bakara: 30). İnsan yeryzünü imar etmekle de sorumludur. “…O sizi yerden var etti ve size orayı mâmur hale getirme görevi verdi...”(Hud:61). İnsanın yaptıklarının sonucunu görmesi gerekir. Ancak dünyada gerçek adaletin gerçekleşmesi mümkün olmuyor. Adaletin tamamıyla gerçekleşmesi ancak her şeyi bilen, gören ve işiten bir hâkimin yargılamasıyla mümkün olur. Dolayısıyla ancak bu ahirete ve Allah’ın yargılamasıyla gerçekleşebilir. Ahiret inancı insanı kontrol eden bir mekanizmadır ve en önemlisidir.

Ahirete iman meselesi, ilk insandan itibaren tarih boyunca toplumların gündeminde sürekli tartışıla gelmiştir. Eski Mısır, Eski Yunan, Zerdüşt, Budist vb. toplumlarda ahirete inanan insanların varlığı bilinen bir vakıadır. Tevrat ta, bugünkü yahudi inancında ahiretten pek bahsedilmez. Çünkü yahudiler kendilerinin Allah’ın seçilmiş ümmeti olarak kabul ederler. Bundan dolayı Cehenneme girmeyeceklerini, girseler bile bunun sayılı günler süreceğine inanırlar. Bu nedenle ahiret inancı pek gelişmemiştir. Fakat İncil ve Kur'an'da anlatılan kıssalar İsrailoğullarının ahiret inancına sahip olduklarını ortaya koymaktadır. Ahiret inancı genel olarak bütün toplumlarda vardır.

Vahye muhatap olan insanlar öncelikle ahiretle korkutulup müjdelendikleri için ahiret düşüncesiyle doğrudan karşılaşmışlardı. İlahi dinlerde Ahiret inancı çok yoğun ve önemlidir. Hatta dünya hayatının Ahiret hayatı göz önünde bulundurularak düzenlenmesi gerektiği belirtilir.  Bütün ilahi kitaplarda, özellikle Kur'an'da ahiret inancı sürekli hatırlatılmıştır. İlahi dinlerde özellikle İslam da öncelikli olan âhiret hayatıdır. Ancak dünya hayatı dışlanmaz. Yani ruhbanlaşmak tasvip edilmez. Ahiret düşüncesi,  yani yaptıklarının hesabını verme duygusu ile hareket edilmesi önemsenir. Kişinin dünya nimetlerinden faydalanması istenir. Müslümanların dünyayı imar ve ıslah etmeleri istenir. Ancak her iş ve davranışın ahiret düşüncesiyle, yaptıklarının hesabını verme duygusu ile yapılmasını ister. 

Vahye muhatap olmayan toplumlarda ise, önceki vahiylerden aktarılan ahiret düşüncesine rastlanır. İnsanlar, dünya hayatında sevdiklerini, yakınlarını, dostlarını kaybetmekten, onlarla bir daha karşılaşamamaktan korkarlar. Varlığı düşünüp eşyayı zihninde sınıflayabilen insan, sıradan bir varlık gibi yok olup gideceği düşüncesini de kendi ayrıcalıklı, diğer varlıklardan farklı konumuna uygun bulmaz. İnsan bir madde, bir eşya, yani diğer tüm varlıklardan farklı olduğunun farkındadır. Ayrıca bütün çabalara rağmen kötülüğün iyiliğe galebe çalması, faziletin takdir edilmemesi, suçun ve suçlunun ise cezalandırılmaması, insanı herkesin adilce hakkını alacağı bir güne inanmaya zorlamaktadır. Adalet duygusu her insanda yaratılışta bulunmaktadır. Her insan herkesin yaptığının sonucunu görmesi gerektiğini kabul eder. Dolayısıyla ilahi olmayan dinlerde bile bu düşünceler nedeniyle ahiret telakkisine rastlanabilmektedir.

Mekke dönemi müşrik Arap toplumu ise "gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altına alan"ın, "gökten indirdiği su ile ölümünden sonra yeryüzünü diriltenin Allah olduğuna inanırdı. (Ankebu/61, 63) Fakat onlar, yeniden dirilişe, dolayısıyla ahiret inancına sahip değillerdi: "Bizim için ancak dünya hayatı vardır. Yaşarız, ölürüz. Bizi helak eden yalnızca zamandır" dediler." (Casiye, 24; Ayrıca bkz. Sebe. 7) Onlar da bugün Allah'a inandığını söyleyip, istediği gibi davranan, Allah'ın hâkimiyetini tanımayanlar gibi kendi heva ve heveslerine uyuyorlardı. Müşriklerin, ahirete imana çağıran Rasule karşı sergiledikleri tavır, şaşırtıcı derecede yeniden dirilmeyi reddeden çağdaş materyalistlerin tavrıyla benzerlik göstermektedir. İlk yaratılışını unutan insan, toprak olduktan sonra yeniden diriltileceğini (İsra/49-51) bir türlü anlamak istemez.

Ahiret, bir imtihan alanı olan dünya hayatından sonra, insanların yeniden diriltilerek imanları, salih amelleri veya işledikleri günah, şirk ve zulümlerinin karşılıklarını görme durumudur.

Kur'an, yapılan amellere dikkat çekerek insanların mutlaka hesap vereceklerini, amellerinin karşılığını göreceklerini hatırlatır. İnsana şah damarından daha yakın olan Rabbimiz insanın sağında ve solunda iki meleğin hazır bulunduğunu, yapılanları kaydettiğini (Kaf/16-17), yapılacak zerre kadar iyilik ve kötülüğün karşılığının mutlaka görüleceğini (Zilzal/7-8) belirterek her an hesap verme ve kulluk bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini ortaya koyar. Böylece adımlarını hesaplı atan, hareketlerini kontrol eden ve hesap verme bilincine sahip ölçülü insanlar, sadece kendi menfaatini düşünmeyip, başkalarının da haklarını düşünen ahlaklı bireyler yetiştirmeyi hedefler.

Alak suresinde "namaz kılan kulu engellemeye çalışan"ı yalancı, günahkâr perçeminden tutmakla tehdit eder ve kimsenin yardım edemeyeceği hatırlatır. 

Ayrıca ilk inen surelerden Müddessir suresinde tek olarak yaratılıp hesapsız mal, kendisini destekleyen evlatlar ve geniş imkânlar verilen, sürekli arttırılmasını uman, ölçüp biçip "bu öğretilen bir sihirdir" diyen müstekbirin, kibirlinin derileri kavuran sekara (ateşe) atılacağı belirtilir. Kötülük yapanların cehenneme atılış sebepleri olarak namaz kılmamak, düşkünlerin dertleriyle ilgilenmemek, herkes gibi batıla dalmak ve hesap gününü yalanlamak zikredilir.

Bu ayetlerin indiği dönemlerde müslümanlar çok zayıftır. Her gün işkence gören Bilal ve Ammar gibi sahabiler kalkıyor kendi konumlarına bakmadan bu ayetleri müşriklere okuyor, bu dünyanın geçici olduğunu ve ebedi ahiret yurdunda ise onları sürekli bir azabın beklediğini korkmadan, çekinmeden haykırıyorlardı. Ahiret inancına sahip kimseler başkalarının tehditlerine aldırmaz, Allah'tan başkasından korkmazlar. Tanınmama, riske girmeme endişesiyle hareketsiz kalmak yerine hayatlarını bile gerekirse tehlikeye atarlar. Çünkü onlar için ahirete iman demek, namaz kılmak demek, infak etmek demek, yetimi yoksulu doyurmaya ön ayak olmak zalim ve günahkârlara itaat etmemek demekti. Ayetler, dünyadaki konumlarının tersine ahirette müminleri mükâfat içinde, inkârcıları ise zelil bir konumda gösterir. (Zariyat, 10-19) "Öyleyse yalancılara itaat etme Onlar istiyorlar ki kendilerine taviz veresin de seninle uzlaşsınlar. Yalan yere yemin edip duran alçaklara, fesat çıkarmak için laf getirip götüren iftiracılara, hayra engel olan zalim günahkârlara, küfründe direnen, hem de karaktersiz kimseye, servet ve güç sahibi de olsa itaat etme. Ayetlerimiz kedisine okunduğunda 'bunlar eskilerin efsaneleridir' der. Onun burnunu yere sürteceğiz." (Kalem, 8-16)

 

Sayılan bütün bu olumsuz özellikleri bugün bütün egemen güç odakları üzerinde görmemiz mümkündür. Allah bu özelliklere sahip olanlara itaat etmememizi, onlarla uzlaşmamamızı ve mutlak surette onlardan ayrışmamızı emrediyor. İtaat etmemenin nasıllığı; zaman, mekân ve şartlara göre değişebilir. Fakat 'itaat etmeme' durumu itikada karşılık gelen genel bir ilkedir. Bu sistem, maddeci anlayışı, ideal yoksunluğunu, bireysel/bencil yaşamı hayatın her alanında bütün bireylere dayatıyor. 'Biz' bilincinden, birlik ve beraberlikten yoksun hale getirdiği kitleleri böylece kolayca çözüyor ve muhalefeti başlamadan bitirmeye çalışıyor. Kur'an'ın bizden itaat etmememizi istediği küfre, zulme, şirke, tuğyana karşı durabilmemiz, İslami kimliğimizi tavizsiz, net bir şekilde ortaya koyarak örnek şahitler olabilmemiz, direnip dayanabilmemiz ancak ahirete imanla mümkündür.

Kendisine hem fücur ve hem de takva ilham edilen insan, sürekli dünyaya meyyaldir. Az bir geçimlik de olsa yakın olanı, hemen elde edilebilecek dünyayı ve nimetlerini ister. İnsan aceleci yaratılmıştır. (Enbiyâ: 37) Oysa Kur'an, sürekli dünyevileşmeden, dünyayı amaç edinmekten, tercihlerini dünyaya yönelik yapmaktan sakındırır. Asıl mükâfatın ebedi olarak ahirette verileceğini vurgular. Ahireti eksen alan vahiy, insanların ahireti gözeterek hareket etmelerini, tercihlerini buna göre yapmalarını ister. Fakat tasavvufi hareket, ruhbanlık ve mistik anlayışlarda olduğu gibi tamamen dünyayı boş vermeyi de asla hoş görmez. (Bakara/200) 'Hayır! Doğrusu siz; yetime ikram etmiyorsunuz. Düşkünü doyurmak için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirası hak gözetmeden yiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz... O gün cehennem ortaya konur, işte o gün insan, hatasını anlar, fakat pişmanlığı fayda vermez. 'Yazıklar olsun bana. Keşke dünyadayken salih amel işlemiş olsaydım' der." (Fecr, 19-24)

Kur'an, insanlara va’dedilen ebedi yurt ahiret hayatını kuru bir anlatımla geçiştirmez, aksine kalıcı olması için görülecek mükâfat veya çekilecek cezaları canlı bir tablo halinde gözler önüne serer, Hatta kıyamet (saat) ile ilgili ayetlerde yer yer geçmiş zaman kipi (mazi fiil) kullanarak anlatılanların mutlaka gerçekleşeceğini vurgular.  Dünya ile ahiret hayatını içice aktararak haberden inşaya geçmekte, karşılıklı konuşmalara yer vermektedir. Cehennem azabının korkunçluğu olağanüstü tasvirlerle anlatılır. "Varlık sahibi yalanlayıcıları bana bırak. Onlara az bir mühlet ver. Çünkü onları, bukağılar, cehennem ateşi, boğaza duran yiyecek ve can yakıcı azap beklemektedir. Yeryüzü ve dağlar şiddetle sarsıldığı gün, dağlar savrulan kum yığını haline gelir.(Müzzemmil, 11-14; Ayrıca bkz. 22/1-2; 50/ 20-26: 56/1-6; 80/34-37; 22/1-2; 68/42-43)

Müminler için ise eşsiz cennet tasvirleri vardır. "Yarışanlar, işte bunun için yarışsınlar(Mutaffifin, 26) buyurulur. "Kitabı sağından verilenler, ne mutlu onlara! Onlar, dikensiz kiraz ağaçları ve bol meyveli muz ağaçları arasında, koyu gölgelerde, sürekli akan su kenarlarında, mevsimi geçmeyen, yasaklanmayan, bitmez tükenmez meyveler içinde yüce makamlardadırlar. Onları, kitabı sağından verilenler için, eşlerine düşkün, yaşıt ve bakire olarak yeniden yaratırız." (Vakıa, 27-38 Ayrıca bkz. Sad, 49-54; Hac, 19-22)

İman, bilginin içselleştirilmiş, benimsenmiş, yakin hale getirilmiş, bilinç düzeyine yükseltilmiş biçimidir. Uygulamada ortaya çıkmayan iman, ancak kuru bir bilgi yığını olabilir. Ahirete inandığını söyleyip hayatında bu imanın yansıması bulunmayanlar, gerçekte iman etmiş değillerdir. Kur'an'da iman, sadece kabul anlamında hiçbir zaman kullanılmaz, tersine sürekli amellerle birlikte zikredilir. Yani pratiğe dökülmesini ister. İnsanların iman ettik demekle bırakılmayacakları, imtihandan geçirilecekleri,  sınanacakları belirtilir: "Elif, Lam, Ra. İnsanlar sadece iman ettik demekle, hiç imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun biz, onlardan öncekileri sınadık. Elbette Allah, doğruları bilecek, yalancıları da bilecektir." (Ankebut, 1-3)

Ahirete iman, Kur'an'da genellikle Allah'a imanla birlikte zikredilir. Sürekli yaratma halinde olan, adil ve hesap görücü, her şeyi görüp bilen ilah anlayışı, elbette ahiret inancını zorunlu kılar ve hayata müdahale etmeyen,  sadece iddiadan ibaret seküler tanrı anlayışını reddeder. Tek korku ve ümit kaynağı olarak Allah'ı görür.

Ahirete inancı,  insanı kontrolü eden en iyi mekanizmadır. Kişinin otokontrol yapmasını ve attığı her adım ve yaptığı her işte sonucunu düşünerek hareket etmesini sağlar. Bu da kişinin daha kontrollü hareket etmesini sağlar. Dolayısıyla düşünülerek,  ölçüp biçilerek,  sonucu hesaba katılarak yapılan işlerin doğruyu bulması daha kolay ve daha fazla olacaktır. Allah müminlere bulundukları konuma göre sorumluluk yükler. Zalimlerin hâkim olduğu bir toplumda zulme direnmeyi, yetimi yoksulu korumayı, mala sahip olduğunda infak etmeyi, bencillikten uzaklaşıp başkalarını da düşünmeyi, namazı kılmayı, kötülüklerden uzak durmayı, güce ulaşıldığında savaşı kurallarına göre yapmayı, zulmetmemeyi, adil olmayı, anlaşma yapıldığında riayeti, sözünde durmayı gerekli kılar. İşte ahiret inancı, doğumdan ölüme, hayatın her alanını düzenleyen bir bilinçtir.

Hüseyin KUBAT

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!