KURAN OKUMANIN ÖNEMİ

Kur’an-ı Nasıl Okumalıyız? Ya da Kur'an okumanın hükmü nedir? “Oku! Yaratan Rabbinin adıyla.. İnsanı bir alaktan/embriyodan yaratan.. Oku! Rabbin, en cömerttir. Kalemle öğreten.. İnsana bilmediğini öğretendir. Hayır! Şüphesiz insan azgınlık ediyor. Kendisini ihtiyaçsız görmekle… Oysa dönüş rabbinedir.”(96 Alak:1-7) Allah, insanı kendi eseri olarak görüyor. Tamamen kendisine ait “mükemmel bir yaratık” (95 Tîn:4) olarak tanımlıyor.
KURAN OKUMANIN ÖNEMİ
Hüseyin KUBAT
Hüseyin KUBAT
Eklenme Tarihi : 23.04.2024
Okunma Sayısı : 110

KUR'AN OKUMANIN ÖNEMİ

 

Kur’an-ı Nasıl Okumalıyız? Ya da Kur'an okumanın hükmü nedir?

 “Oku! Yaratan Rabbinin adıyla.. İnsanı bir alaktan/embriyodan yaratan..

Oku! Rabbin, en cömerttir. Kalemle öğreten.. İnsana bilmediğini öğretendir.

Hayır! Şüphesiz insan azgınlık ediyor. Kendisini ihtiyaçsız görmekle… Oysa dönüş rabbinedir.”(96 Alak:1-7)

Allah, insanı kendi eseri olarak görüyor. Tamamen kendisine ait “mükemmel bir yaratık” (95 Tîn:4) olarak tanımlıyor.

Allah’ın insanı yaratışının belli bir gayesi var. Onu dünyaya göndermesinin bir hikmeti var. “Cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.” (51Zariyat:56)

“Ölümü ve hayatı, hanginizin daha iyi çalışacağını denemek için yaratan O'dur.” (67Mülk:2)

Kur’an’da hayatın kaynağı Allah olduğu gibi; bilginin kaynağı olarak da ilahi vahyi esas alır. Âlim ve Rahman olan Allah, insana bilmediğini öğretendir.

“Rahman, Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.” (55Rahman:1-4)

“İşte bu şekilde sana da emrimizden bir ruhu/özü vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat onu kullarımızdan dilediğimize onunla yol gösterelim diye bir nur/aydınlatıcı kıldık…” (42 Şûra:52)

Doğrudan bilgi kaynağı, Allah’ın vahyi olmakla beraber, Allah’ın insana verdiği akıl ve algılama melekeleri sayesinde tüm kâinat bir bilgi kaynağı olabilir.

Kur’an insan eğitiminde tedricilik ilkesini kullanır. Yani tüm bilgiyi bir defada yükleyip, onu kaldıramayacağı bir yükün altında bırakmaz. Zaten kendisi de 23 yılda, peyderpey, ayet ayet, süre sure inzal olmuş ve her ayeti mü’minlerin ruhlarına işlemiştir. Kur’an’la şekillenmişler, Kur’an’la dirilmişler, Kur’an’la yol bulmuşlar ve Kur’an’la geleceği görmüşlerdir. “Kur'an'ı, insanlara dura dura okuyasın diye kısım kısım indirdik. Onu yavaş yavaş indirdik.”(17 İsra:106)

“Ey Muhammed de ki: "Ben, şu Mekke'yi kutsal kılan ve her şeyin sahibi olan Allah'a kul olma emrini aldım. Ayrıca Müslüman olma ve Kur'an okuma emri aldım. O halde kim (bunları yaparak) doğru yola gelirse bunları kendisi için yapmış olur. Ben sadece uyarıcıyım.” (27 Neml 91-92)

 

          Bu ayetlerde üç şey emredilmiştir.

1) Allah'a kul olma

2) Allah'ın emirlerine teslim olma (Müslüman olma)

3) Kur'an okuma.

Kur'an okumak Rabbimizin en önemli emirlerindendir.

 

Ey örtüsüne bürünüp yatan! Gecenin yarısında kalk ve ağır ağır (düşünüp anlayarak) Kuran oku.(73 Müzzemmil 1-4)

İlk vahiyden sonra Allah peygamberine gece kalkıp ağır ağır yani anlayarak ve üzerinde düşünerek Kur’an okumasını emretmektedir.

Ayette geçen Tertil kavramı; Kur’an da sadece iki yerde (diğeri Furkan 25:32) kullanılır. İkisi de vahyi anlama ve hayata aktarma bağlamında gelir. Tertil, tebyin (açıklama) ve tefrik (ayırma) ile açıklanır. Bir şeyin “intizam” ve “istikametine” delalet eder. Hz. Aişe’nin tarifine göre tertil, “eğer biri harfleri saymak istese, sayabileceği kadar ağır okumaktır.”  Yani anlayarak okumak, okuduğunun farkında olarak hareket etmek gerekir. Yalnız tekrar etmekten ibaret bir okuma kastedilmiyor ve önerilmiyor. 

Mufassal sureleri (Kaf-Nas arası) bir gecede okuduğunu söyleyen birine İbn. Mes’ud: “Desene şiir döktürür gibi döktürmüşsün”  yani anlamadan okumuşsun diye cevap verir. (İbn Aşur)

Kur’an’ın Mushaf’a indirgenmesi gibi, tertil tecvide, tecvit telaffuza, kıraat ses sanatına indirgenmiştir. Tertil emrinin amacı, vahyin manalarının akleden kalbe iyice nakşedilmesidir (25:Furkan:32

“Rattelnâhu Tertiyla”nın açılımı şudur: Bütünlüğü olan bir öğretiyi, onun iç bütünlüğünü bozmadan anlaşılmasını, öğrenilmesini, yaşanmasını ve korunmasını sağlamak için bir süreç ve sıra içerisinde talim ettirmektir. Furkan 30. ayette Allah Rasulünün ümmetini kıyamette şikâyet edeceği hecr’in(Kur’an-ı örtmek, anlaşılmasını engellemek veya önemsememek)  panzehiri tertil’dir. Zira tertil, vahyi hayata okumaktır.(M. İslamoğlu:Kurân Meali)

 

İlk günlerin zorluğu geçince yüce Allah bu emri aynı surenin sonunda şu şekilde hafifletti: "Gece ve gündüzün ölçüsünü koyan Allah'tır. Gece yarısında kalkıp Kur'an okuma işine sürekli devam edemeyeceğinizi Allah bilir ve size rahmetiyle yaklaşır.O halde Kur'an'dan kolayınıza geldiği kadarını okuyun."  (73 Müzzemmil 20)

Yani günde az veya çok Kur'an okumak Allah’ın emridir. Klasik anlayışa göre Kur’an okumak sünnet, dinlemek ise farzdır. Ayet ve hadislerden çıkan sonuç ise bunu söylemiyor. Kur’an okumanın da anlamanın da ve onu dinlemenin de zorunlu dolayısıyla farz olduğunu söylüyor. Kuran'ın ilk emri oku emridir. Ayrıca yukarıda belirttiğimiz gibi bir çok âyette Kur'an'ın okunması emredilmiştir. Gece okumanın önemi vurgulanmıştır. Tüm bunlarda anlaşılmaktadır ki Kur’an okumak Allah’ın kesin emridir ve farzdır. Ayrıca bir ibadeti yerine getirirken kişinin gösterdiği efor ve emek te önemlidir. Herkes emek ve gayretine göre de karşılığını alacaktır. Kurân okuyan ile dinleyen arasında hem gayret ve çaba hemde ibadet farkının bulunduğu açıktır. Buna rağmen okumak sünnet dinlemek farzdır demek adalet anlayışına aykırı degilmidir? "Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve sessiz durun ki rahmete nâil olasınız." (A'raf:7/204). Bu âyete göre hüküm verip sadece dinleyen açısından değerlendirip dinlemek farzdır demek,  okuyan kişiyi hiç hesaba katmamak doğru bir çıkarım mı? Okuyan kişinin okuduğunu dinlemesi gerekmiyor mu? Ayrıca ilk inen âyetin Oku emriyle başlaması,  birçok âyette Kur’an okumanın emredilmesi ( 29/45, 73/20, 27/91-92  ) okumanın da farz olduğunu göstermiyor mu? Tüm bunlardan çıkan sonuç Kur’an okumak, anlamak ve yaşamak farzdır. Hatta okumanın daha onemli ve öncelikli bir farz olduğu-zira anlamak için öncelikle okumak gerekir-sonucu çıkar. 

Sana vahyedilen Kur'an'ı oku; namazı kıl; muhakkak ki namaz, çirkinliklerden ve yasaklanmış şeylerden insanı korur. Şu kesin ki Allah'ın kitabı en büyük olanıdır. (29 Ankebut 45)  Bu ayete göre Kur’an okumak namazdan daha önemli ve daha büyüktür. Namazdan daha büyük olan bir ibadetin hükmü elbette ki farzdır.

Ayette geçen Utlu emri “izle ve ilet” anlamına gelmektedir. Tuluv (وَالْقَمَرِ إِذَا تَلَاهَا 91;Şems:2), güneşin ve ayın hareketli olduğunu, ayın güneşi bir yörüngede takip ettiğini ifade eder. “Okumak” manasındaki tilavet’le kökteş olduğu düşünüldüğünde, ayın güneşin ışığını yansıtması, “ayın güneşi okuması” olarak yorumlanabilir.

Allah’ın kelamını hakkıyla okuyan, Allah’ın nuruyla aydınlanır ve o nuru etrafına yansıtır. Ayın evreleri onun gün ışığını izlemesiyle oluşur. Bu izleme ayın on dördünde kemaline ulaşır. Bedir günleri, adeta güneşi izleyen ayın güneşe en çok benzediği günlerdir.

 

Onlar Kur'an'ı tedebbür etmezler mi? Yoksa kalpleri üzerine kilitler mi vurulmuş? (47Muhammed24)

Yani, “Kur’an’ın satır aralarından satır arkalarına geçip derin bir okumayla geleceğe ilişkin tedbir üretmezler mi?”

Tedebbür, “arka taraf” anlamındaki dubur’ den türetilmiştir. “Bir şeyin görünen yüzüyle yetinmeyip ardına geçmeyi”, ya da “bir işin önünü ardını düşünerek geleceğe ilişkin tedbir üretmeyi” ifade eder.

 

Ömer ibn Hattâb: "Seyyidler (Lider , efendi, yönetici) olmadan önce fakîhler (derin anlayışlı, bilgin,alim) olunuz" dedi (Buhari)

-...Ben Abdullah ibn Mes'ûd (r.a)'dan işittim, şöyle dedi: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "İki kişiden başkasına gıpta olmaz: Allah tarafından kendisine mal verilip de hak yolunda o malı harcayan kimse, Allah tarafından kendisine hikmet verilip de onunla hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse".(Buhari)

 

Ömer İbn Abdülaziz (r.a)’dan nakledildiğine göre, (Medine valisi) Ebu Bekr İbn Hazm'a şöyle yazmıştır: "Bak, Rasûlullah (sav)'ın hadisinden ne varsa yaz. Zira ben, ilmin kaybolmasından ve ulemânın gitmesinden korkuyorum.  Rasûlullah (sav)'ın hadisinden başka bir şey kabul etme. Âlimler ilmi yaysınlar, ilim için (herkese açık yerlerde) halkalar teşkil etsinler, tâ ki bilmeyenler de böylece öğrensin. Zira ilim, gizli kalmazsa helak olmaz, yok olmaz" (Buhârî, İlm 34)

Caminin manevî havasında abdestli olarak yapılan, dünyalık ve diploma talebinden uzak, sadece ilahî rıza, manevî ecir ve sevap arzusuyla eline kitap alan her yaştan ilim talebeleri, gerçekten bereketli ve verimli bir çalışma yapmışlar, kısa zamanda ilim yolunda iyi bir mesafe alabilmişlerdir.Bu anlamdaki ilim tahsilinin yaşı yoktur. Bu, beşikten mezara kadar devam edecek bir ilim yolculuğudur.

Günümüzde İslâm âleminin pek çok yerinde yeniden ihya edilen bu çeşit ilim halkalarının, ülkemizde bazı tarihî selâtin camilerinde gayretli ilim erbabı tarafından yeniden hayata geçirilme arzusu müşahede edilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir kaç yıl önce başlattığı tebrike ve takdire değer "Cami Dersleri Projesi" Cami Görevlileri tarafından arzu ve istekle uygulanır, ciddiyetle denetlenirse, ayrıca din görevlilerini ilmen takviye ve madden teşvik anlamında bazı uygulamalar geliştirilirse Sevgili Peygamberimiz’ in "Cami içinde halka açık ilim halkası kurma" Sünnet-i Seniyyesi ihya edilmiş olacaktır

Kur’an, kendisine inanan ve kılavuz edinenlerin hayatını, daha önce hiç kavrayamayacakları bir oranda değiştirir, vahşileri medenileştirir, zalimleri, adalet timsali haline getirir, cahilleri âlimleştiridi. Kur’an bir doktor gibi, hastayı iyileştirir, Ona ihtiyacı olan ilacı yeteri kadar, gerektiği zaman verirdi. “De ki: Kur’an, İman edenlere kılavuz ve şifadır…”(41 Fussilet:44)

 

Kur’an’ın anlaşılması ve uygulanması, okunması ve ezberlenmesinden daha önemlidir. Sadece yüzeysel okumadan ibaret olan bir okuma gerçek anlamda bir okuma değildir. Dolayısıyla Kur’an’da aslolan anlama ve uygulamadır. 

Ebu’d-Derda (r.a) anlatıyor: "Rasûlullah (sav) ile beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra: "Şu anlar, ilmin insanlardan kapıp kaçırıldığı anlardır. Öyle ki, bu hususta insanlar hiçbir şeye muktedir olamazlar!" buyurdular. Ziyad İbn Lebîd el-Ensârî araya girip: "Bizler Kur'an'ı okuyup dururken ilim bizlerden nasıl kapıp kaçırılır? Vallahi biz onun hem okuyacağız, hem de çocuklarımıza, kadınlarımıza okutacağız!" dedi. Rasulullah da: "Anasız kalasın, ey Ziyad,  ben seni Medine fakihlerinden sayıyordum. (Bak) işte Tevrat ve İncil, yahudilerin ve nasranilerin (hristiyanlar) elinde, onların ne işine yarıyor (sanki onunla amel mi ediyorlar)?"  buyurdu. Cübeyr der ki: "Ubâde İbnu's-Sâmit (r.a)'a rastladım. Kardeşin Ebu'd-Derda ne söyledi, işittin mi? dedim. Ve ona Ebu'd-Derda'nın söylediğini haber verdim. Bana: "Ebu'd-Derda doğru söylemiş, dilersen kaldırılacak olan ilk ilmin ne olduğunu sana haber vereyim: İnsanlardan kaldırılacak olan ilk ilim huşudur. Büyük bir camiye girip huşu üzere olan tek şahsı göremeyeceğin vakit yakındır!" dedi." (Tirmizî, İlm 5, (2655)

Kim Rahman olan Allah'ın kitabına aldırış etmezse, onu bir şeytan kuşatır ve onun arkadaşı olur. Nitekim onu yoldan çıkarır. Buna rağmen o hala doğru yolda olduğunu sanır. (43Zuhruf 36-37)

       İnsanların çoğu "biz Kur'an'ı anlamayız" gibi bahanelerle Kur'an'dan uzak kalır, aldırış etmez, görmezden gelir, Kur'an'a karşı soğuk durur. Kendine rehber ve yol gösterici olarak Kur'an'ı seçmeyen böylelerine başkaları yol gösterir. Arkadaş edindiği kişi zamanla onu yoldan çıkarır. Fakat o bunun farkına bile varamaz, hatta kendini doğru yolda sanır. Çünkü şeytan doğru yolun üzerinde oturur ve insanları buradan döndürmeye uğraşır.

Bir ayette şöyle buyurulmuştur: "Allah, aklını kullanmayanları pislik içinde bırakır." (10 Yunus 100) Buradaki kastedilen pislik küfür ve şirktir. Bu pisliklerden ancak aklını kullananlar kurtulur. Özetle Kur'an'ı dost edinen Allah'ın sevgisini kazanır. Kur'an'a aldırış etmeyen kişi şeytanın dostluğuna davetiye çıkarmış olur. "Kimin arkadaşı şeytan olursa, o arkadaşların en kötüsüne düşmüş demektir." (4 Nisa 38)

 “Benim Kitab'ımdan yüz çeviren bilsin ki onun sıkıntılı bir dünya hayatı olur ve kıyamet günü de onu kör olarak diriltiriz. O zaman: "Rabbim! Beni niçin kör olarak dirilttin, oysa ben dünyada gören bir kimseydim" der. Allah da: "Ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun, önemsememiş, ilgilenmemiştin. Bugün de seninle kimse ilgilenmeyecek, önemsenmeyeceksin" der. İşte haddi aşanları, Rabbinin ayetlerine güvenmeyenleri böyle cezalandıracağız. (20 Taha 124-127)

 

Kitaba sımsıkı sarılan ve namazı dosdoğru kılanlara gelince; biz, iyilik yapanların mükâfatını, elbette boşa çıkarmayız. (7A’raf:/170)“Kur’an okunduğu zaman ona kulak verin ve susup onu dinleyin ki, merhamete layık olabilesiniz”(7A’raf: /204)

"Kur’an, kendisini okuyan kimseye kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir" .

Ancak okunmayan, gönüllere nakşedilmeyen, anlaşılmayan ve hayatta uygulanmayan Kur’an, ya da sadece okunan ama emir ve yasakları tatbik edilmeyen Kur’an, bizim için "şefaatçi" olmak şöyle dursun; bizden "şikâyetçi ve davacı" olacaktır. Allah Rasûlü’nün ifadesiyle; "Kur’an ya senin lehinde ya da aleyhinde hüccettir."

 

Kur'an-ı Kerim'deki evrensel prensiplere uymayanlar mutlu olamazlar. Çünkü insanı yaratan Allah'tır. Ve nelerin insanı mutlu edeceğini, nelerin ona zarar vereceğini en iyi o bilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Yaratan yarattığını bilmez mi?" (67 Mülk 14) Onun için hayatlarının merkezine Allah'ın kitabını değil de başka şeyleri koyanlar mutluluğu asla tadamazlar. Böylelerinin ahiretteki durumları ise daha da acıklı olacaktır.

 

HÜSEYİN KUBAT

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!