Günes Batidan Mi Dogacak? Son Göç Dalgasinin Dünya Üzerindeki Etkileri (2)

Insanin yasadigi mekânla kurdugu fiziksel bagin kopmasi anlamina gelen göç, insanlik tarihi kadar eskidir...
Günes Batidan Mi Dogacak? Son Göç Dalgasinin Dünya Üzerindeki Etkileri (2)
Doç.Dr. Murat SEZIK
Doç.Dr. Murat SEZIK
Eklenme Tarihi : 4.09.2022
Okunma Sayısı : 681

Göç ve Göçmenlik 

Insanin yasadigi mekânla kurdugu fiziksel bagin kopmasi anlamina gelen göç, insanlik tarihi kadar eskidir. Göç, ekonomik, sosyal, kültürel, cografi, demografik, psikolojik, antropolojik ve siyasi yönleri olan çok boyutlu bir nüfus hareketliligidir (Izci ve Yilmaz, 2019:213). Göç, insanoglunun daha iyiyi bulma arayisi olarak da okunabilir. Daha iyi bir yasam, daha iyi bir ekonomik gelecek, daha güvenlikli yasam ortamlari veya bunlarin hepsi bir arada göçün nedenleri arasinda sayilabilir.

Göç ile ilgili yapilan çalismalara bakildiginda, evrensel kabul gören bir göçmen tanimi bunmamaktadir. Göç terimleri sözlügünde göçmen, herhangi bir zorlama olmaksizin kisisel rahatlik saglamak amaciyla, iradi bir kararla göç etmeye karar veren ve bunu gerçeklestiren kimseler seklinde tanimlanmaktadir.

Mülteci kavrami ise Türkiye’nin taraf oldugu 1951 Cenevre sözlesmesinde tanimlanmistir. Buna göre, Avrupa’da meydana gelen olaylar sebebiyle irki, dini, milliyeti, belli bir toplumsal gruba üyeligi veya siyasi düsünceleri nedeniyle takibata ugrayacagindan korktugu için vatandasi oldugu ülke disinda bulunan ve vatandasi oldugu ülkenin himayesinden istifade edemeyen veya korktugu için ülkenin himayesini istemeyen ya da uyrugu yoksa ve önceden ikamet ettigi ülke disinda bulunuyorsa oraya dönmeyen veya korkusundan dolayi dönmek istemeyen yabanciyi ifade etmektedir. Tanimdan da anlasilacagi üzere Cenevre Sözlesmesi Mülteci kavramina cografi bir sinir koymus ve Avrupa ülkeleri disindan gelenlere mülteci statüsü vermemistir. Fakat 2013 yilinda gerçeklestirilen ek düzenleme ile Avrupa ülkeleri disindan Türkiye’ye gelerek siginma talep eden kisilere sartli mülteci statüsünün verilmesi saglanmistir.

Son göç dalgasi neticesinde Türkiye’nin karsi karsiya kaldigi durum mevcut tanimlarla açiklanamadigi için yeni bir tanimlamaya ihtiyaç duyulmus bunun sonucunda, Birlesmis Milletler Mülteciler Yüksek Komiserligi (BMMYK) ve Türkiye Iç Isleri Bakanligi tarafindan hazirlanan Iltica ve Göç mevzuatinda siginmaci kavrami gelistirilmistir. Buna göre mülteciler için sayilan gerekçelerle ayni olmak üzere ikamet ettigi ülkeye dönemeyen ve geldigi ülkeye iltica talebinde bulunmus ancak yetkili makamlarca hakkinda henüz karar verilmeyerek mülteci statüsü kazanmamis kimseleri tanimlamak için gelistirilen bir kavramdir  (Yaman, 2019: 26).  Bu çalismada mülteci, sartli mülteci veya siginmaci kavramlari yerine kavram bütünlügü açisindan göçmen kavrami kullanilmistir.

Sorunlar yasayarak ülkesini terk etmek zorunda kalan göçmenler bu yolculuklarinda çok çesitli güçlüklerle karsilasmaktadir. Bunlari ana hatlari ile degerlendirmek gerekirse;

Ülkelerin sinir boylarina yerlestirilen mayinlar ve güvenlik kuvvetlerinin ateslerine maruz kalmak,

Yükseltisi yer yer 2500-3000 metreyi bulan daglik alanlardan uzun mesafeler yaya olarak yürümek zorunda olmak,

Denizde insan tasinmasina müsait olmayan balikçi tekneleri ve sisme botlarla Ege Denizi ve Akdeniz’i geçme zorunlulugu beraberinde bogulma riskini de getirmekte,

Aç susuz kalmak, azarlanmak, asagilanmak, fiziksel siddete ve cinsel istismara ugramak,

Kandirilmak, ekonomik açidan sömürülmek, yakalanip sinir disina konulmak (Deniz,2015:228).      

Bati Medeniyetinin Ötekilestirici Tavri ve Ötekinin Bati Algisi

Günümüz dünyasi Bati merkezli, özellikle de Avrupa merkezli bir medeniyet algisina sahip. Bunun temel nedenini sömürgecilik politikalarina baglayan çalismalar, 19.yüzyilin basinda yeryüzünün yaklasik % 35’i Batili güçlerin elindeyken, 1878’de bu oran yaklasik iki katina çikarak % 67’yi bulmus, 1914’te ise %85’ ulasmis oldugunu belirtilmistir (Said, 2016: 43). Bu etki alanina ilave olarak üç kitanin (Asya, Afrika ve Güney Amerika)  soyulup zenginliklerinin Bati Avrupa ve Kuzey Amerika’ya aktarilmasi da onu zenginlestirmis ve kapitalist sistemin iki bileseninden biri olan gelismis ülkeler kategorisine tasirken sömürülenler az gelismislik kategorisine razi olmuslardir.

Batinin Politikalarinda Ötekiler ve Göçenler

Öteki, “bireyin kendi varliginin farkina vardigi kisi, durum ya da anlamdir.” denilebilir. Çesitli toplumsal durumlar, etnisite, inanç/inançsizlik, cinsiyet, yas, renk vb. ötekiligin belirmesinde temel noktalardan bazilaridir.

Bu nedenle toplumsal bir varlik olarak bireyin kendisini buldugu grup biz adini alir ve bir aidiyet gelisir. ‘Biz’in disinda kalanlar olarak tanimlanan bizden olmayan/onlar/digerleri ise ötekiyi olusturmaktadir. Bu nedenle öteki bir etkilesim biçimi oldugu gibi ayni zamanda bizden olmayanlar olarak var olan kisi, grup ve tipolojilerdir. Bu ötekilik biçimlerinden biri de yabanciliktir. Georg Simmel (2009)’in tanimiyla yabanci, geçici olmayan ama baslangiçta da orada bulunmayan digerleri tarafindan sürekli gözlenen ve bir tehdit unsuru olarak görülendir.

Bati dünyasi kendisini üstün olarak görmüs ve kendi disinda kalanlari öteki olarak tanimlamistir. Ötekiler çogunlukla ikinci sinif, medeni olmayan veya zekâsi yeterince gelismemis topluluklar olarak degerlendirmistir. Oysa Garaudy çalismasinda Avrupa’nin üstünlügünü bir kültür üstünlügü olarak görmez, denizcilik ve silah üstünlügünün getirdigi avantaj olarak görür ve bu durumu bir örnekle açiklar: “Çarpisma ani gelip çattiginda, Benin’in bronzlari, Portekizlilerin bronz toplarindan daha güzel ama daha az etkiliydi. Netice olarak dünyanin zenginliklerinin büyük soygunu basladi” (2020:46) cümlesi ile özetlemistir.

 1960’li yillarda Sömürgecilik üzerine söylevinde Frantz Fanon   “Avrupa kelimenin tam anlamiyla Üçüncü Dünya’nin yarattigi bir seydir. Onu bogan zenginlikler, azgelismis ülkelerden yagmalanan zenginliklerdir” ifadesi de ayrica önemlidir ( 2007:106). Teknik üstünlük üzerinden kurulan iliskide güçlü olanin digerlerinin kültür ve medeniyet birikimlerini tarihin ve medeniyetin disinda kabul ettigi görülmektedir. Örnegin, Alman düsünce adami Hegel, Afrikalilari insan dogasinin en korkunç tezahürü olarak görmüs ve Afrika’nin bir tarihi olmadigini iddia etmistir. Afrika’da yasayan insanlarin tarihinin olmadiginin iddia edilmesi burada yasayan insanlari bitkilerle ve hayvanlarla bir tutulmasi anlamina gelmektedir (Akin, 2021:46). Benzer bir yaklasim dogunun tanimlanmasinda da ortaya çikmaktadir. Misir’in sömürgelestirme sürecinde dogu insani “mantiksiz, ahlaksiz, çocuksu” batili ise akli basinda, erdemli olgun ve normaldir (Said, 2013: 49).

 Avrupa uygarligi burjuvazinin ortaya koydugu degerlerden dogdugu için kendi varligindan kaynaklanan proletarya sorunu ve sömürge sorununu çözmekten acizdir. Bu nedenle 2000’li yillardan bugünlere dünya üzerinde yasanan birçok hadisede gelismis ülkelerin “otoriter kapitalizm” olarak tanimlanabilecek uygulamalar içerisine girdigi görülmektedir. 

Modern dünyanin temsilcisi olarak görülen Bati ve onun degerlerine yapilan elestiriler Rousseau’ya kadar götürülebilir. Rousseau’ya göre modern birey, kendine yabancilasan, gittikçe yozlasan, çikarci, ikiyüzlü, sahtekârdir. Dolayisiyla da modern toplumda bireyler arasi iliskiler çikarciliga, duygusuzluga, aldatmaya dayalidir.  Ona göre “ Kim ne derse desin, bugün Fransizlar, Almanlar, Ispanyollar hatta Ingilizler yok; sadece Avrupalilar var. Hepsinin tutkulari, gelenekleri ayni. Hepsi cömert, yüce gönüllü olduklarini söyleyecekler ve düzenbazlik yapacaklardir; hepsi toplumun çikarlarindan söz edecek ama sadece kendilerini düsüneceklerdir. Hepsi alçak gönüllü olmayi övecek ama Krozios  olmak isteyeceklerdir (Kizilçelik, 2011: 24)   

Nietzsche’ ye göre ise Avrupa medeniyetinin deger yargilari yanlis olusmustur. Ona göre Avrupa toplumlarinda ahlak, sahip ahlaki ve köle (esir) ahlaki olarak ikiye ayrilmistir. Sahip ahlaki kuvvetli ve üstün olan asil olan insanlarin ahlakidir. Sahip ahlakinda esas olan menfaattir. Menfaate dayali olan her sey iyi, olmayan ise kötüdür. Asil insan kendisine esdeger olan insanlari iyi, asagi olanlari ise kötü olarak adlandirir. Korkakligi küçümser, savasa yol açan kuvvet, cesaret, hile ve hatta zulme ise hayret ve takdirle bakar. Esir ahlaki ise merhamet, alçakgönüllülük ve hayirseverlige dayanmaktadir. Bu ahlak zayiflarin ahlakidir ( Bayir, 2019:25, Dogan, 2021:110).    

Modern dünyada sömürge iliskilerinin artik tarihte kaldigi ve geriye dönülemeyecegi yönündeki degerlendirmelere yapilan itirazlardan en ses getireni Fanon’a aittir. “ Radyomun dügmesini çevirip Amerika’da zencilerin linç edildigini duyunca, bize yalan söylemisler diyorum, Hitler ölmemis. … Radyomun dügmesini son kez çevirip Afrika’da zorla çalistirilmanin yasalastigini ögrenince, bize gerçekten yalan söylemisler diyorum. Hitler ölmemis.” (2019:73).

Sömürgeciligin uygarliklari birbirleriyle iletisime geçmesini kolaylastirmak yerine bu imkâni baltalayan bir süreç oldugu hala görülememistir. Çünkü 2010 yilindan günümüze kadar yasanilan süreçte batida yükselise geçen asiri sagci unsurlarin göçmen nüfusa karsi yogun bir propaganda savasi baslattigi görülmektedir. Göçmen karsiti söylemlerle genellikle onlarin yogun bulunduklari ülkelerde entegrasyonun (asimilasyonun) saglanmasi, göçmenlerin çifte vatandaslik almalarinin engellenmesi, yeni göçmen dalgasinin önlenmesi ve göçmenlerin kendi ülkelerine gönderilmelerinin saglanmasi çabasi yayginlasmistir (Gazi ve Çaki,2019: 52).

Bati Avrupa ülkelerinde göçmen karsiti politikalar siyaset gündemine tasinirken Islamfobik söylemler öne çikmaktadir. Almanya’da, Almanya Için Alternatif Partisi, Ispanya’da Ispanya 2000 Partisi, Yunanistan’da ise Altin Safak Partisi göçmen karsitligi ile ilgili söylemlerle öne çikan siyasal partilerdir.

Avrupa’da ortaya çikan islamfobik yaklasimlarda Hiristiyan teologlarin da önemli etkileri vardir. Onlara göre Islâm seytanin bir oyunudur. Kendisi de, peygamberi de ‘‘sahte’’dir. Tanri seytan yoluyla, Hiristiyanlari deniyor ve isyankârlari cezalandiriyor. Hiristiyan teolojide Islâm’a yüklenen bir baska marazi bakis ise siddet ögesidir. Buna göre Hiristiyanlik sevgi ve sefkat dini, Islâm ise siddet ve kiliç diniydi (Almali, 2018:132). Avrupa’nin siyasi ve dini söylemlerinin Müslüman göçmenlere karsit bir konum aldigini çesitli arastirma sonuçlari ve siyasilerin açiklamalarindan okumak mümkündür.

Alman Friedrich Ebert Vakfi’nin Macar bilim insanlari ile isbirligi yaparak gerçeklestirdigi arastirmada bu tavrin nedeni sorgulanmistir. Arastirmayi yapan uzmanlar göçmenlerin gelmeleriyle birlikte ortaya çikabilecek tehditleri 4 grupta toplamislardir. Bunlar issizlik korkusu, refah düzeyinin etkilenmesi, kültürel bir tehdit olarak görülmesi, dini bir tehdit olarak algilanmasi. Göçmenlerin gelmesiyle issizlik artacagindan korkan batili ülkelerin basinda Macaristan (%66) ve Çek cumhuriyeti (%65) gelmektedir. Refah düzeyinin düsecegini düsünen ülkelerin basinda Çek cumhuriyeti (%63), Macaristan (%62), Ispanya (%61) seklinde siralanmaktadir. Göçmenlerin kültürel bir tehdit olarak görülmesinde en yüksek oran Macaristan da (%51) bunu (%50) ile Ingiltere takip etmekte, üçüncü sirada (%50) ile Avusturya gelmekte. Göçmenlerin gelmesi dinimiz için bir tehdittir diyenlerin en yüksek oldugu ülke Çek Cumhuriyeti (%58) , onu Fransa ve Ingiltere (%55) ayni oranlarla takip ediyor (www. bbc. com).

Polanyali milletvekili Dominik Tarczynski, katildigi bir TV programinda “Su ana kadar bir tane bile Müslüman mülteci almadik. Bir tanesi bile Polonya’ya giremeyecek. Fakat 2 Milyon Ukraynali aldik. Bununla Gurur duyuyorum.” Ifadesi batinin çifte standardina verilecek güzel bir örnektir (www.yenisafak.com).

Türk-Alman Üniversitesi Ögretim Üyesi Doç. Dr. Enes Bayrakli ve Georgetown Üniversitesinden Profesör Farid Hafez'in hazirladigi Avrupa Islamofobi Raporu 2020’de, bölge ülkelerinde 2019 yili boyunca yasanan Islam karsiti olaylar ve söylemler ele alinmistir. Çesitli ülkelerden 37 akademisyenin katki sagladigi raporda, çogunlugu Avrupa’da yer alan toplam 31 ülkede Islamofobi'nin gidisati incelenmistir. Buna göre, Avrupa Birligi vatandaslarinin  yüzde 22'sinin Müslümanlara komsuluk etmekten rahatsiz oldugu ve yüzde 21'inin basörtülü bir Müslüman kadini ise almak istemedigi sonucu çikmistir. Islam Isbirligi Teskilatinin Kasim 2020’de yayimladigi raporda da, Müslüman karsitliginin, Avrupa’da asiri sag gruplarin kampanyalarinda ana unsur haline geldigi ifade edilmistir (Anadolu Ajansi, Er. Tar. 30.03.2022).

Fakat Avrupa’nin göçmenlere karsi takindigi tavrin farkinda olan Umberto Eco, Bes Ahlak Yasasi isimli çalismasinda New York’ta pota (melting pot) kavraminin benimsendigini ifade ederek, Portorikolulardan Çinlilere, Korelilerden Pakistanlilara farkli kültürlerin burada bir arada yasadigini vurgulamistir.  Ona göre “Bazi gruplar birbirleriyle kaynasmis durumda bazilari ise farkli mahallelerde farkli diller konusuyor ve farkli gelenekleri uyguluyor. Avrupa’yi da böyle bir olgu beklemektedir. Hiçbir irkçi ve gerici bunu engelleyemeyecektir” (2020:90).  Cümleleri mevcut duruma itirazin bir seslenisi olarak görülmelidir.  

Batili ülkeler toplum içinde ekonomik, siyasal ve sosyal uzlasmayi saglayacak kurumsal yapilari insa edemeyen ülkeleri “kirilgan devlet” olarak tanimlamakla beraber, kendi kurumsal yapilari ile örtüsmeyen tüm gelismekte olan ülkelerin durumunu bu kategoride ele almaktadirlar (Çuhadar, 2019:39). Ayrica bati dünyasi,  bu ülkelerin içinde bulundugu durumu güvenlik tehdidi olarak görmekte ve müdahalede gerekçe olarak kullanmaktadir.  Sebebi her ne olursa olsun, zorunlu göçler göç alan ülkelerde ekonomik, siyasal ve sosyal etkiler yaninda güvenlik tehdidi olarak görülmektedir.

Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!