Degerler Sistemi Çökerse Toplum Çöker!

Sömürgeci güçler ise, isgal ettikleri cografyalarda toplumlarin degerler sistemini harap etmekle baslarlar...
Degerler Sistemi Çökerse Toplum Çöker!
Hanifi TOSUN
Hanifi TOSUN
Eklenme Tarihi : 1.03.2021
Okunma Sayısı : 1503

Degerler Sistemi Çökerse Toplum Çöker!

Sömürgeci güçler ise, isgal ettikleri cografyalarda toplumlarin degerler sistemini harap etmekle baslarlar. Çünkü bir toplumun özünü sekillendirip varlik alemine çikaracak olan degerler sistemini bozarsaniz o toplumda hayir beklemeniz beyhude bir çaba olur.

Sömürgeci unsurlarin 18. yüzyilda baslayip 19. yüzyilda tamamladiklari imparatorluklari tasfiye operasyonunun ilk ayaginda gelenegi yikmakla yani hanedan ailelerini bertaraf etmekle basladiklarini hatirlarsak olay daha net anlasilir. O günkü siyasal konjonktürde hanedan aileleri, toplumlarinin hafizasini sembolize ediyordu.

Osmanli Hanedani, Habsburg Hanedani ve Romanov Hanedani basta olmak üzere o günkü dünyada egemen olan tüm hanedan aileleri hemen hemen ayni akibeti yasadilar. Romanov Hanedan üyeleri[1] gibi ya suikastlarla bertaraf edildiler ya da Osmanli Hanedan üyeleri gibi sürgün hayatina mahkûm edilip her tür zilleti yasar hale getirildiler.[2]

Bu aileler, öylesine, sans eseri bu sonu yasanmadilar. Bilakis bilinçli bir tasfiye sürecinin kurbani oldular. Bile isteye yapilan anlasmalarin neticesinde bu sonlari yasadilar. Hedeflenen ve Birinci Dünya Savasi ile insa edilen yeni dünya sistemi, böyle gerektiriyordu. Zira hedeflenen yeni dünya, sömürge hukukunun egemen oldugu diktatoryal yönelimler temelinde kurgulanmisti. Haliyle asalet ve kültürel zenginlikler temelinde degil, dar kaliplarin egemen kilindigi bir çerçevede sekillenecekti. Bu sebepten asalet ve kültürel zenginligin kaynaklik ettigi gelenegin tahrip edilip yok edilmesi gerekiyordu. Yeni dünya sisteminin mimarlari da öyle yaptilar, ise de toplumsal hafizayi ellerinde bulunduran hanedan ailelerini yok etmekle basladilar.

Dünya, Ingilizlerin patronajinda Fransa ve Rusya’nin desteginde kaoslar ve krizler çagina dogru evrilirken Rusya, Bolsevik Ihtilali ile devre disi kaldiysa da irili ufakli birçok Avrupa devletinin destegini alan Ingiltere-Fransa, “Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal!” diyerekten dünyayi yeni bir paylasim ve bölüsüm planina maruz birakti.

Ingiliz-Fransiz yapimi yeni dünya, çakallarin ve porsuklarin adam kiliginda cirit atip hükümferma olduklari bir dünyaydi. Böyle bir dünyada tevhid, adalet ve özgürlügün esamisi okunmadigi gibi degerler sisteminden söz etmek de mümkün degildi. Zira zulmü payidar edecek bir sistem insa ettiler ki kurulan dünya, cehaletin koyu karanliginda, ilim ve irfanin dislanip kan, gözyasi ve barutun egemen oldugu bir dünyaydi. Bunlarin dünyasinda zulmün, tugyanin ve talanin egemenligi söz konusuydu. Seytani olanin serbest, rahmani olanin yasak oldugu bir dünyaydi. Iste böyle bir sistemde gelenegin de inançlarin da degerlerin de yeri yoktu.

Osmanli imparatorlugu özelinde konusacak olursak maddi ve manevi degerleri çakal, kurt ve porsuklar tarafindan tarumar edilen imparatorluk, yasanmaz bir ortama mahkûm edildi. Çetelerin cirit attigi bir arenaya dönüsen Imparatorluk bakiyesi topraklarda adalet yerini zulme birakti. Trakya tamamen kesmekese mahkûm edilirken Araplarin yasadiklari cografya, ayrilikçi akimlarin nüfuz bölgelerine dönüstü. Kardeslik ve dostluk, ulusçuluk belasinin girdabinda madde temelinde rant merkezli sekillenmeye basladi. “Kenari Dicle’de kurt kapsa bir koyunu, adl-i ilahide sorulur hesabi Ömer’den” anlayisi, yerini “Gemisini selameti sahile çikaran kaptan, gününü kurtarmistir.” anlayisina birakti. Herkes kendi gemisini kurtarmanin hesabi içinde hareket etmeye, hatta gemisini Ingiliz-Fransiz menfaatleri için tarumar etmeye baslayip ‘benden sonrasi tufan’ anlayisinin hâkim oldugu bir mecranin ön açici gücü oldu. Gaflet, dalalet ve ihanet ile gününü kurtaranlar, akilli olarak algilanirken sorumluluk sahipleri is bilmez hainler olarak yaftalandilar.

Sira son hamleye gelmisti. Her yönüyle zayif kilinip iç sorunlara mahkûm edilen Osmanli Imparatorlugu, tipki diger imparatorluklar gibi tasfiye sürecine girdi. Alti yüz yil gibi uzun bir süre baris ve adalet temelinde bir yönetim anlayisini hâkim kilan Osmanli Imparatorlugu’na da diger Imparatorluklarin üzerine çöktükleri gibi adeta bir karabasan gibi çöktüler. Ingiliz aklinin hamlelerini sekillendirdigi Fransa ve Rusya güçlerinin destekleyip içerdeki ihanet sebekelerinin de büyük katki sunduklari planlar devreye sokuldu. Iç sorunlarla bogusan Osmanli Imparatorlugu, kisa sürede kan kaybetmeye basladi. Yüzyillar içinde olusturdugu sosyal, siyasal ve kültürel birikimi hiçe sayilarak stratejik derinlikten yoksun birtakim stratejiler devreye sokuldu. Güneyiyle, kuzeyiyle, dogu ve batisiyla teröre, çetelere mahkûm edilip gücünden, misyonundan kopartilan bir ülkeye dönüstürüldü. Birinci dünya savasi neticesinde topraklarinin büyük bir kismi isgal edilerek Anadolu’ya hapsedildi. Hanedan ailesi sürgüne gönderilerek vizyon ve misyonu tarihin tozlu raflarina kaldirilarak tarih sahnesinden silindi.

Bir takim ihtilafli alanlar söz konusu olsa da Osmanli Imparatorlugu, ruhunu Islam’dan almaktaydi. Degerler sistemini de bu ruhla insa etmisti. Kaynagini dinin olusturdugu degerler sistemi, toplumun kisiliginde ve kimliginde ete kemige bürünmüs, insanligin sorun ve sikintilarina çözüm kaynagi olmustu. Uzun yillar boyunca hakimiyet sahasindaki insanlari, bu özün gerekleri dogrultusunda yönetmisti. Yüz yillar boyu Allah’a, insana ve dogaya karsi sorumluluk bilinciyle hakimiyeti altindaki toplumlara sorunsuz bir yasam sunan Imparatorlukta yasayan herkesin tabi oldugu vazedilmis bir hukuk vardi ve herkes hukuk dairesinde özgür iradesiyle hayatini yasiyordu. Kimse diger kimse üzerinde mutlak hâkim degildi. Kurallarin mensei Allah ve rasulü idi. Bu menseden kaynakli olusmus bir de örf vardi.

Yükselmenin zirvede oldugu demlerde baslayan gerileme, kurucu irade ve ruhtan uzaklasmanin hiz kazandigi son iki yüz yilda Imparatorluk’ta epeyce bir yozlasma yasandi. Son yüz yila gelindiginde sadece Osmanli Imparatorlugunda degil tüm dünyada inanç, düsünce ve yasamda büyük bir kriz yasanmaya baslanmisti. Dünya, 15. yüzyildan baslayarak Aydinlanma, Rönesans, ReForm süreçlerini tamamlayarak 19. yüzyilda kendini tamamlayan batici, pozitivist ve seküler temelde sekillenen ve Sömürgeci Ingiliz aklinin patronajini yaptigi bati medeniyetinin olusturdugu kriz ve kaoslarla bogusuyordu.

Peki bu çöküsün sebebi, sadece dis mihraklar ve içteki ihanet sebekeleri miydi?

Olayi bu minvalde degerlendirirsek sünnetullahi anlamamis oluruz ki yüce Allah “Kisinin önünde ve arkasinda Allah’in emriyle onu kayit ve koruma altina alan takipçiler vardir. Bir toplum kendisindekini degistirmedikçe Allah onlarda bulunani degistirmez. Allah herhangi bir toplumun basina bir kötülük gelmesini diledi mi, artik onun geri çevrilmesi mümkün degildir. Onlarin Allah’tan baska yardimcilari da bulunmaz.”[3] buyururken inanan insanlara toplumsal degisim yasalarindan belki de en önemli yasayi vazediyor.

Hz. Âdem’le beraber Seytan da varlik sahasina çikti ve ilk insandan son insana kadar da varlik sahasindaki yerini koruyacaktir. Bu, ilahi takdir geregi böyle olacak. Hz. Âdem, yasak agacin meyvesinden yediginde dönüp bu seytan olmasaydi ben böylesi bir cürüm islemezdim demedi. Bilakis rabbimiz nefsimize zulmettik bizi bagisla diyerek özünde olani degistirip yola revan oldu. Allah da onun tevbesini kabul edip esiyle birlikte dünyada onlara bir ömür takdir etti.

Yani insanin günahinin etkeni ne olursa olsun ceremesi kendisinedir. Bireysel hatalarda oldugu gibi toplumsal kaos ve krizlerde de etken ne olursa olsun sorumlu, toplumun kendisidir. Dis mihraklar ya da içteki ihanet sebekeleri veyahut ariz olunan gaflet hali kisacasi seytan, görevini yapacaktir. Iman etmis, hakkin ve hakikatin aydinliginda yürümekle sorumlu olanlarin da kendi sorumluluklarini ifa etmeleri gerekmektedir.

Çagin gereklerini algilamada yasanan sorunlari anlamakta problem yasayan insanlar, bertaraf olurlar. Ahlaki yozlasmaya maruz kalip bu yozlasmayi içsellestirenler de toplumsal kiyameti yasarlar. Fitneye karsi uyarildiklari halde seytani igvalara teslim olan insanlarin dökecekleri gözyaslari timsah gözyaslari olur. Hiçbir kiymeti harbiyesi olmaz.

Simdi imparatorluklari tarihe gömen, din temelli yapilanmalari mabetlere mahkûm eden algi ve anlayislar serpilirken bu imparatorluklarin yöneticileri ve sistemin devam ettirici unsurlari üzerlerine düseni yapmamislarsa suç karsit görüste midir?

Asla!

Zira bilime, teknige, gelismelere ve aydinliga gözlerini, kulaklarini ve akillarini kapatan insanlarin yasanan süreçte suçlari en az onlari yasatanlarinki kadardir.

Tarihten ibret alinmazsa yasananlar, bir daha yasanir. Ancak bir farkla ki Marks’in yerinde tespitiyle “Bütün tarihsel büyük olaylar ve kisiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.”[4]

 


[1] Sürgün yolundayken yakalanip bir gece vakti kursuna dizildiler.

[2] Osmanli Hanedani’ni bu akibete sürükleyen bir diger sebep de belki de en önemli sebepti; sömürgecilige ve Allah disi güçlere kullugu hasreden odaklara direnebilecek ruha sahip Islam’a mensubiyetiydi.

[3] Rad: 11

[4] Karl Marx, The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte, Int. Publications: London, 1994 Tespit söyledir: “Hegel, bir yerde, söyle bir gözlemde bulunur: Bütün tarihsel büyük olaylar ve kisiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmus: Ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.”

(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)

 

YORUMLAR
M. Kamuran TÜRKER
1.3.2021 22:49

Çok güzel bir yazi olmus. Tebrik ederim.

YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!