Bediuzzaman Said Nursi'de Tasavvuf 2

Vahdet-i suhût ve Vahdet-i vucûd gibi kavramlari daha çok kâinattaki yaraticinin varliginin delilleri olarak izah eden Nursî,...
Bediuzzaman Said Nursi'de Tasavvuf 2
Dr. Semsettin KARCI
Dr. Semsettin KARCI
Eklenme Tarihi : 14.02.2022
Okunma Sayısı : 1955

1.1.Vahdet-i Suhûd Vahdet-i Vücûd

Vahdet-i suhût ve Vahdet-i vucûd gibi kavramlari daha çok kâinattaki yaraticinin varliginin delilleri olarak izah eden Nursî, bu konudaki asiriliklardan sakinmaktadir. Cenab-i Allahi rahmet sifati basta olmak üzere, Halik-i Rahim,[1]Kadir-i zül celal,[2]  Sânî-i Kadîr,[3] Fatir-i Hâkim[4], Sâni-î Hâkim,[5] Rezzak-i Kerim,[6] Rahman-i Rahim,[7] seklinde veciz ve siirsel güzelliklerle tanitirken, varligin ve rahmaniyetinin delilleri olarak mezkur terkipleri kullanmaktadir.     

Tasavvuf, Tarîkat ve velayet hakkinda dokuz isaretle açiklama yapan Bediuzzamân, vahdet-i suhud ve vahdet-i vücûd konusuna besinci telvihde(isaret,atif) deginmektedir. Aslinda “vahdetü’l vücûd” denen seyin gerçekte “vahdetü’s-sühûd” oldugunu söylemektedir. Bununla cenâb-i hakkin varliginin ötesinde hiç bir seyi görmemek, onlari yok saymak, yalnizca esma-i ilahîyenin cilvelerini görmek manasi kast edilmektedir. Böylece kâinatin varligi inkâr edilmektedir. Üstat, buradaki sakincalardan bahsetmektedir. Söyle ki, imanin 6 esasi, varligin mümkün olmasini gerekli kilar. Bunlar hayal üzere bina edilemeyecegine göre, var olmalari sarttir. Kur’an ve sünnetten gelen delil ve açiklamalar bu yöntemi kaldiramamaktadir. Bu makam her ne kadar zevkli ise de,  o derece de tehlikeli, ne kadar önemli olsa da, o derece eksiktir. Bu makama girenlerin çikmak istemeyeceklerini ve nefislerinin hosuna gidecegini söylemektedir.     

Vahdet-i Vücûd konusunda Ibn-i Arabiye kesinlikle karsi çikan Said Nursî, tasavvuf konusunda lideri olarak kabul ettigi Ahmed Sirhindiye siki sikiya baglilik göstermektedir. Nursî'nin manevî üstatlarindan biri olan, ve onun gibi Ibn Arabî'ye çok hürmet gösterdigi halde onun vahdet-i vücud doktrinini sert bir dille elestiren Ahmed Sirhindî'nin görüsüne uymaktadir. Kendisini, vahdet-i suhûd doktrininin öncüsü olarak, Ibn Arabî'yi ve onun vahdet-i vücud doktrinini açikça suçlayan Alâüddevle es-Simnânî'den ayiran Sirhindî, Ibn Arabî'nin "Hersey O'dur" beyaninin vecd halinde söylenmis satahat sözleri baglaminda kabul edilerek,  bu sözünden dolayi asla ayiplanmamasi gerek­tigini söylemektedir. Böylece Ibn Arabî hakkinda ilimli bir yargida bulunmustur.[8]     

Said Nursî, tasavvuf ehlinin manevi zevkleri meslek edinmis olanlarinin vahdeti suhûdu da içine alan vahdet-i vücûd düsüncesinin Allah adina 'kâinat' manasi tasidigina inanmaktadir. Felsefe ehlinden zayif itikatli olanlarin vahdet-i vücut anlayislarinin ise 'kâinat adina Allah’i inkâr' oldugunu belirtmektedir. Çünkü kendisini sebeplerin etkisinden kurtaramamis olan bir ruh, vahdeti vucûd’tan söz edemez.

  1. 1. 2. Bediuzzamân’a Göre Tarîkatin Manasi

Bediuzzamân gerek tasavvufu ve gerekse de Tarîkati, seriat ve Islam ahkâmindan ayri görmemektedir. Tarîkatlari Allaha vasil olma aracisi olarak degerlendirirken, birinin digerinden daha kisa ve daha saglam olmasi yönüyle üstün olabilecegini söylemektedir. “Cenab-i Hakk’a vâsil olacak tarikler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur’ân'dan alinmistir. Fakat Tarîkatlarin bazisi, bazisindan daha kisa, daha selametli, daha umumiyetli oluyor.”[9]Ayrica tüm bu Tarîkat müktesabatinin Kur’anla harmanlanmasiyla bir sonuca da varmaktadir. Kendisi için acz, fakr, sefkat ve tefekkür'den olusan dörtlü bir Tarîkat prensibi düsüncesi çikartmaktadir.“O, tarikler içinde, kasir fehmimle Kur’andan istifade ettigim acz ve fakr ve sefkat ve tefekkür tarikidir.”[10]           

Tarîkat noktasinda da asil olanin Kur’an ve sünneti öncelemek oldugunu belirtir. Bu ikisinin dayanmadigi bir Tarîkata veya baska herhangi bir seye de karsi çikmaktadir. Tarîkati, sünnetin yasanmasi olarak degerlendirmektedir. Tarîkatla sünneti seniyyeyi esdeger görmekte, Tarîkatin sünneti ihya yolu oldugunu ifade etmektedir.“Bütün tariklerin nokta-i müntehasi, hakâik-i imaniyenin vuzûh ve inkisafidir[11] diyerek yine her seyi iman noktasina baglamaktadir.      

Tasavvuf ve Tarîkatla ilgili degerlendirmelerini dokuz noktada izah eden Nursî, Tarîkat nedir diye sorar ve söyle cevap verir: “Tarîkatin gaye-i maksadi, marifet ve inkisaf-i hakâik-i imaniye olarak,Miraci Ahmedî’nin gölgesinde ve gayesi altinda kalb ayagiyla bir seyr ü sülû-u ruhani neticesinde, zevki, hali ve bir derece suhûdî olarak hakâik-i imaniye ve Kur’âniyeye mazhariyet, “Tarîkat”, “tasavvuf” namiyla ulvi bir sirr-i insanî ve bir kemâl-i beserdir."[12] Bu ifadelerle Said Nursî, insani kâmilin ancak Kur’an rehberliginde ve Allah Resülü’nün gölgesinde, kalp araciligiyla gerçeklesecek bir seyr-i sülükla olgunlasacagina vurgu yapmaktadir.Bu seyru sülûk kalbin ve ruhun amelidir; anahtari ise ilahî zikir ve tefekkürdür.     

Ikinci olarak kalbin seyr-i sülûkta anahtarinin ilahî zikir ve teffekkür oldugunu belirtir.[13] Bu sayede hayatin sikinti ve yüklerinden bir teselli gâh edinilmis olmaktadir. Diger yandan insanin kalbini ve ruhunu yoran çagdas medeniyetin günah kirlerinden temizlemek, zikri ilahî ve tefekkürle ancak mümkündür. Üçüncü isarettin velayetle ilgili oldugunu belirten Nursî, velayetin risaletin bir delili oldugunu, Tarîkatin ise seriatin bir burhani oldugunu söyler. Çünkü velayet risaletin teblig ettigi hakikâtleri kalbi ve ruhî bir kabiliyetle hissederek tasdik eder. Bu tasdik, risaletin hak oldugunun kesin delili olmaktadir. Seriatin ahkâminin hak oldugu ise, Tarîkat zevki ve kesfi ile ispatlanmaktadir. Adeta velayet ile nübüvveti, Tarîkatla seriatin gerçekliginin ispat edildigini söyleyene Nursî,  mefhumu muhalifinden veya neticeden hareket yöntemi ile ortaya koymaktadir.[14] Velayetin bu derece büyük bir makam oldugunu söylemesine ragmen ayni zamanda çok zor ve uzun soluklu oldugunu belirtir. Çünkü bazen bu yolda bazilarinin boguldugunun bazen de yoldan çikabildiklerini söylemektedir.[15]      

Nursî, Tarîkattaki inceliklerden bahseder. Buna göre iki ayri seyir yöntemi olan Tarîkatta birinci olarak “seyr-i enfüsi” ikinci olarak “seyr-i afakî” vardir. Enfüsi olan, nefisten baslar ve kendini hariçten çekerek kalbe yönelir. Bencilligi birakir, kalben açtigi bu yolda hakikâti bulur. Sonra afaka girer. Afaki nurani olarak görür. Afaki seyirdeki yolculugu çabuk bitirir. Enfüsi dairede gördüklerini bu defa daha büyük bir çerçevede afaki daire de görür. Nursî bu yöntemin daha çok Turûk-u hafilerin(gizli zikri benimseyenler) yöntemi oldugunu söylemektedir. Ancak buradaki en önemli husus, enaniyeti kirma, hevayi terk etme, nefsi öldürmektir.[16] Bu makamda olanlar sayet nefsi emmareyi kiramaz, enaniyeti terk edemezse sükür makamindan fahr makamina düser. Fahr’dan gurura düser.[17]

Tarîkat seyrindeki ikinci yöntem ise,  “seyr-i afaki” yöntemi oldugunu söylemistik. Bu ise, afaktan baslar, büyük dairenin içinde esmâ-i ilahînin ve sifatlarin cilvelerini seyreder, sonra nefis dairesine girer. Küçük ölçekte, kalbinde o nurlari müsahede edip, onda en yakin yolu açar. Kalp, kendisinin ayine-i samed oldugunu görür, aradigi maksada ulasir.

  1. 2.Bediuzzamân’a Göre Keramet Nedir?

Said Nursî, bir seyin keramet olarak kabul edilebilmesi için hem akil, hem de örf dairesi disinda harikulade bir sey olmasi gerektigini söyler. Buna göre kirk gün ekmek yemeyen Seyit Ahmed-i Bedevi'nin harikulade hallerinin örfe göre imkân dairesinde oldugunu söyler. Bu durum hem keramet olarak görülebilir, hem de her vakit meydana gelmeyen bir hal olabilir.      

Said Nursî, kisi de kerametin istenmeden meydana gelmesinin, bir ilahî ikram oldugu için sükretmedilmesi gerektigini söylemektedir. Bu durumda olan bir kimse kerameti gizlemesi gerektigi gibi daha çok bu durumu övünme vesilesi kilmak için ugrasmamalidir. Kerametin izhari, nimetin söylenmesi kabilindedir.[18] Bunlari ifade ederken kendisinde de, Kur’an hizmetinin ihsanat-i ilahîye nedeni ile meydana geldigini söylemektedir.[19]Kesif ve keramet, ezvâk ve envâr verildigi vakit bir iltifat-i Ilahi nev’inden kabul edip setrine çalisiyorlar. Fahre degil, belki sükre, ubudiyete daha ziyade giriyorlar. Çoklari o ki ahvalin istitari ve inkitaini (gizli kalmasini ve kesilmesini) istemisler ta ki, amellerindeki ihlas zedelenmesin.”[20]

 Evliyanin kerametlerinin kendi isteklerinin disinda gayri ihtiyari olarak zuhur ettigini söylemektedir.  Ummadigi bir anda ilahî bir ikram olarak meydana gelir. Bu durumlarin daha çok seyr-i sülûk zamaninda normal beser halinden siyrilip tarîkat asamasinda iken meydana gelmektedir. Sahabeler de ise, nübüvvetin etkisi ile daha çok velayeti kübra nev’inden, tarîkata ugramaya ihtiyaç göstermeyen ve  hakikâte ulastiran bir velayettir. Bu tür velayette kesif ve keramet az görülmektedir.[21]  

Nursî, muvaffak oldugu Kur’an hizmetinin, bir nevi keramete mazhar oldugunu düsünmektedir. Bu kutsi hizmetin 3 çesit kerametinin oldugunu söyler: 1- Hizmeti izhar etmek ve hizmete sevk etmek 2- Engelleri bertaraf edip zarar verenlerin serlerini tokatlayarak defetmek 3- Hizmet edenlere gelen usanma ve yorulma durumlarinda sefkat tokadi ile uyarilmak.

Nursî; tarîkatin birçok semeresinden dokuz adet netice saymaktadir. Buna göre, istikametli bir tarîkat, ebedi saadetin anahtari olan iman hakikâtlerinin inkisafina ayne'l yakin sahit olur. Kalbin intibahi ile tüm azalarin fitrî gayelerine hizmeti saglar. Böylece; dünyadaki beraberligin berzah ve ahiret seferinde ünsiyete sebebiyet verecegini, süphe ve delaletlerden kurtararak Imandaki marifetullah ve muhabbetullah zevkini verecegini düsünmektedir. Tarîkattan gelen kalbi intibah ile seriatin tekliflerini takdir etmek, hissetmek… Tevekkül makami ile teslim rütbesini ve riza derecesini kazanmak… Ihlas vasitasi ile gizli sirkten ve yapmacikliktan kurtulmak… Kalbi zikir, akli tefekkürle, adetlerini ibadete dönüstürmek, kalbi sülük ve ruhi mücadele ile manevi yükselisi elde edip insani kâmil olabilmek… Tarikâtin sebep oldugu dokuz neticelerden yukarida zikredilen neticeleri saymaktadir. [22]

  1. 2.1.Said Nursî’ye Göre Velayet

Üstat, velayet yolarinin oldugunu, bunun en üst mertebesinin sünnete uymak oldugunu belirtmektedir. Velayet, tüm hareket ve davranislarda sünnete uymayi düsünerek onu rehber edinmektir. Burada ki en mühim esas ihlastir. Ihlas gizli sirkten alikoyar. Süpheli seylerden uzak kalarak muhabbet ve marifetullaha yöneltir. Dünyayi ücret yeri degil hizmet yeri görmek velayetin özelliklerindendir. Bu nedenle velayet ve kerameti isteyenler, bunun bazi sirlarla verilmesi neticesinde bundan hoslanirlarsa, ahiretteki bakî mükâfatlari fanî olanla degistirmis ve velayetin mayasi olan ihlasi kaybedip, velayetin kaçmasina meydan vermistir.    

Velayet konusu çok tehlikeli oldugundan bu konuda düsülen 8 tehlikeyi ta'dad etmektedir Said Nursî. Birinci hata, velayeti nübüvvete tercih etmektir. Ikincisi, kendi müfrit evliyasini sahabeye hatta enbiyaya tercih etme tehlikesine düsmektir. Üçüncüsü, asiri derecede tarîkat adabina baglilik göstererek sünnete tercih etme tehlikesidir. Seriata lakayit kalarak büyük bir hataya düser. Dördüncüsü, ilhami vahiy gibi telakki etmekti. Halbuki ilhamin derecesi ne kadar yüksek olursa olsun vahyin yaninda sönük ve cüzî kalir. Besincisi, tarîkatin sirrini anlamayan bir kisim mutasavvif, tesvik maksadi ile husule gelen bir kisim ezvâk, envâr ve kerametleri hos görüp ona meftun olmaktadir. Altincisi, hakikâte ulasmis bazi ehli velayet makaminin gölgelerini, külli olan asli makamlarla karistirip hataya düsmektedirler. Yedincisi, bazilari zevk sevk, fahr satafat ve insanlarin teveccüh etmesini, sükür, niyaz ve insanlardan istigna etmeye tercih ederek hataya düsmektedirler. Sekizinci hata, tamahkâr sulük ehli ahirette alacagi mükâfatin dünyada almak ve yemek isteyerek hataya düsmektedirler. Sayet istenmeden yedirilirse sükretmeli, tesvik için ihsan-i ilahî olarak kabul edilmelidir. Hâlbuki dünya hayati geçici bir metai iken ahiretteki mükâfatina kiyas dahi edilemez.

1.3. Bediazzaman’a Göre Seriat-Tarîkat-Hakikât Üçlemesi

Said Nursî, saymis oldugu dokuz isaretin yedincisinde, seriatin manasini tanimlamaktadir. Seriatin saf, berrak katisiksiz olarak ilahî hitabin bir neticesi oldugunu söylemektedir. Tarîkat ve hakikât ise Seriatin cüzleri hükmündendir. Öyleyse tarîkat ve hakikât yollari seriatin maksat ve manalarina ulasmak için basamaklar hükmündedir asil gaye ve maksat degildir. Bu her ikisinin neticesi de seriatin muhkemâtidir. Bu yolda ilerlemek kisiyi egitir. Git gide seriatin hakikât manalarina ulasir ve tarîkat sirlarina dönüsür. O durumda da büyük seriatin cüzleri hükmüne geçer. Bazi tasavvuf ehlinin zannettigi gibi seriat zahiri kabuk, hakikât onun içi ve neticesi degildir.  Sunu da eklemektedir; seriatin inkisafi insandan insana fark eder. Avama göre olan 'zahir-i seriati'; 'hakikât-i seriat' zannetmek yanlistir. Yine havassa inkisaf olan seriatin mertebesine de “hakikât ve tarîkat” ismi vermek yanlistir. Çünkü seriatin her bir tabakaya bakan mertebeleri vardir.[23]     

Said Nursî, seriat, tarîkat ve hakikât arasindaki hassas dengelerin gözetilmesi neticesinde, güzel meyvelerin çikabilecegini söylemektedir. “Iste bu sirra binaendir ki, ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikât ileri gittikçe, hakaik-i seriata incizablari, istiyakalari ziyadelesiyor. En küçük bir sünneti seniyyeyi, en büyük bir maksadi gibi telakki edip, onun ittibaina çalisiyorlar; onu taklit ediyorlar. Çünkü vahiy ne kadar ilhamdan yüksek ise, semere-i vahiy olan adab-i ser’iyye, o derece semere-i ilham olan tarîkattan yüksek ve ehemmiyetlidir. Onun için, tarîkatin en mühim esasi, sünneti seniyyeye ittiba etmektir.”[24]     

Said Nursî tarîkat ve hakikâtin, seriatin maksatlarina ulastiran vesileler olmaktan çikmamasi gerektigini belirtmektedir. Sayet bunlar asil maksat yerine geçerse, seriat ve sünnet, sekilsel, Formel bir durum arz eder.  Kalp öteki tarafa yönelmis olur. Bu aynen namazdan ziyade zikir halkasini düsünmek, farzlardan ziyade virtlere baglanmak, büyük günahlardan kaçinmak yerine tarîkat adabina muhalefetten kaçinma gayreti seklinde yanlis bir seye sebebiyet verir. Hiçbir tarîkat virdi, seriat farzlarinin yerini tutamaz. Tarîkat adap ve evratlari,  farzlarin içindeki bir zevk olmali, mense ve kaynak olmamali. Tekkesi, camideki namazin zevkine vesile olmali, yoksa camideki namazi zahiren çabucak kilip, hakiki zevkini tekkede bulmaya çalisan olmamali. Böyle yaparsa hakikattan uzaklasmis olur.     

“Sünnet-i seniye ve ahkâmi seriat disinda tarîkat olabilir mi?" seklinde sorulan bir soruya üstat su cevabi veriyor: Seriat dairesi disinda bulunan tarîkat ehl-i, iki çesittir. Bunlardan biri istigrak ve cezbeye düsüp teklifi dinlemeyerek seriatin disina çikanlar. Bu grup, seriati yalanlamak veya inkâr etmek maksadi degil, istemeden seriatin disina çikmis oluyorlar. Ikinci bir kisim ise, tarîkat ve hakikâtin parlak zevklerine kapilarak, seriata lakayt kalmaktadirlar. Bunlar zamanla seriati bir kisr zannederek buldugu hakikâtle yetinir ve Seriata muhalefet eder. Bu kisimda olanlardan akli basindakiler mesuldürler. Ancak seytana maskara olmaktadirlar.[25]

SONUÇ       

Bediuzzamân Said Nursî çok büyük bir iman hareketi baslatmistir. Ihya ve tecdid projesini basariya ulastirmis, sürekli ve daimi bir gelenek kurmustur. Tüm daginiklik ve parçalanmisliklari, Kur’an’dan aldigi ilhamla asrin ihtiyacina göre, ifrat ve tefritten uzak,  ehem-mühim hikmeti içerisinde, sünneti seniyye merkezli olarak ihya etmis, Islam ümmetinin toplayicisi olan Anadolu cografyasinda bir tecdit hareketi baslatmistir.  Nursî, Islam ve Müslümanlarin daginikliklarini Risale-i Nur altinda toparlamaya muvaffak olmustur. Bu risaleler her konuya dair  ilmi  fikirler beyan etmis, basta Kur’an ve sünnet olmak üzere fikih, kelam, siyer, tasavvuf, ahlak,  beyan, bedi, i’caz, gibi seri ilimlere ek olarak, fen bilimleri astronomi, anatomi, cografya, matematik, hendese, gibi müspet ilimleri de cem ederek Kur’an’in “oku” emrine mutabik bir müktesebat olusturmustur. Bunu yaparken ilimlere olan vukufiyeti ve feraseti ile hiçbir seyi tamamiyla kabul veya red kolayligina düsmeden hikmet çerçevesinde hareket etmistir. Sadece seri ilimlerin tahsilinden taassup, müspet ilimlerin tahsilinden de süphe dogacagi için hakikât namina her ikisinin tesanüdü gerekmektedir. Buna göre üstat, bir taraftan ilmi cenah, diger taraftan fikri ve siyasi cenah, bir diger taraftan da maneviyat ve tasavvuf pesinde kosma gayretlerinin hepsini bir çati altinda toplamistir. Risaleler her kesimi içine alacak sekilde anlasilir, doyurucu, tüm kesimlerin istidatlari kabilince istifade edebilecekleri ilim ve tefekkür hazinesidir. 23 yilda 130 kitap ve risalelerden mütesekkil 6000 sayfalik “Risale-i Nur Külliyati” adi altinda bir tecdit hareketinin programini gerçeklestirmistir.“Evet, Risale-i Nur on bes senede kazanilan kuvvetli iman-i tahkikiyi on bes haftada ve bazilara on bes günde kazandirdigina, yirmi senede yirmi bin zat tecrübeleriyle sahadet ederler.”   

Bediuzzamân sadece yazmakla kalmamis, her türlü zülüm ve engellemelere ragmen iman hareketini tatbikat sahasina koymus, milyonlarca Müslümanin imaninin kurtarilmasi veya tahkimi veya muhafazasi için ömrünü feda etmistir. Bu ugurda evlilik yapamamis, kendi ifadesi ile "seksen küsur senelik hayatimda dünya zevki namina hiçbir bilmiyorum" demektedir.

Said Nursî, tasavvuf ve Tarîkatlar konusunu da kendi benimsedigi özel metot çerçevesinde degerlendirmistir. Genel anlamda tasavvuf literatürüne karsi çikmaz, ancak kendince yeni anlamlar yükler. Hepsinin önüne koydugu mevzui imanin kurtarilmasi mevzusu ve iman hakikâtlerinin inkisafidir. Bu anlamda seyr-i sülük, ezkar, vahdeti vücûd, vahdet-i sühûd, Tarîkat, hakikât gibi büyük kavramlara yeni anlam ve hedefler belirlemistir. Kendi ifadesi ile: “Ehl-i tasvvufun mabeyninde fena fis-seyh, fena fir-resul istilahati var. Ben sofi degilim. Fakat onlarin bu düstürü bizim meslekte, “fena fi’l ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardesler arasinda buna “tefânî” denir. Yani birbirinde fani olmaktir. Yani:Kendi hissiyat-i nefsaniyetini unutup, kardeslerinin meziyat ve hissiyati ile fikren yasamaktir. Zaten meslegimizin esasi uhuvvettir. Peder ile evlat, seyh ile mürid mabeynindeki vasita degildir.”     

Tarîkati tasavvufla yakinlastirarak seriatin cüzleri oldugunu belirtmis, hiçbir zaman Tarîkat ve hakikâtin seriat’a tekaddüm etmemesi gerektigini söylemistir. Tarîkat ve hakikât seriata götüren basamaklar oldugundan gaye haline getirilmemesi, hiçbir Tarîkat adabi, vird, ezvak, seriatin farzlari veya sünneti seniyenin önüne geçemez. Tüm bunlar iman ve seriat hakikâtlerinin inkisafina götürecek saglam vesileler olmalidir.     

Dönemin özel sartlarina göre ferasetle hareket eden Nursî, tekke ve zaviyelerin kapatilmasi neticesinde “zaman Tarîkat zamani degil, imani kurtarma zamanidir” diyecek, bir baska zaman “zaman Tarîkat zamani degil, bid’alar mani oluyor” diyerek sahih dinden uzaklasmis olanlara asil olana dönüs yapma ihtarinda bulunacak, tasavvuf ve Tarîkatlarin sagladigi gayeleri Kur’an’in ve sünnetin isiginda inkisaf eden Nurlara havale ederek, tikanmis olan ümmetin yolunu cadde-i kübrâ olan Kur’an’la saglamlastiracaktir .“Abdulkadir-i Geylânî, Sah-i Naksibend ve Imam-i Rabbani gibi büyük zatlar bu zamanda olsaydilar, bütün himmetlerini, hakâik-i imaniyenin ve akaid-i Islamiye’nin takviyesine sarf edeceklerdi” sözleri ile Islam’in dinamik, evrensel, tarih üstü, rabbani metodun hikmetli yöntemine dikkat çekmektedir.Ehl-i delalet ile direk karsi karsiya gelmeksizin, siyasetten uzak, dünyevi makam ve söhretlerin görünürdeki sasasina aldanmadan iman ve ihlasin saglam kalesine siginmis, hiçbir resmi vazife almadan dogrudan riza ilahîyi düstur edinmistir.      

Bediuzzamân, Risale-i Nur dairesinin genel olarak tasavvufu, özel olarak da seriat-Tarîkat-hakikât gerçegini içine aldigini, bu daireye girenlerin Allah'in izniyle digerlerine ayri ayri intisap edip seyr-u sülûk yapmasina gerek olmadigini ifade etmektedir. Üstat, Emirdag lahikasinda bu fikrini söyle beyan eder: "Bu zaman imani kurtarma zamanidir. Seyr-ü süluk-u kalbi ile Tarîkat mesleginde bu bid'alar zamaninda çok müskülat bulundugundan, Nur dairesi hakikât mesleginde gidip Tarîkatlarin faydasini temin eder diye o kardeslerimize ramazanini tebrik ve selamimla beraber yaziniz. O da bize dua etsin."    

Misirda Sazeli bir mürside bagli olan Hasan el-Benna ile Bediuzzamân arasinda büyük benzerlikler bulunmaktadir. Her ikisi de yikilan Osmanli bakiyesi ile kaldirilan hilafet makaminin en önemli merkezlerinde bulunmaktadirlar. Nursî, hilafetin merkezi Anadolu’da,  bulunurken, Benna,  Arap dünyasinin lideri konumundaki Misirda bulunmaktadir. 1925-30 yillari her ikisinin de harekete basladigi tarihtir. Her ikisinde de hareket noktasi iman ve müspet tavirdir. Ancak,  Misirda daha sonra hareketin saptirilmasi için siddet egilimli yaklasimlari besleyen radikal unsurlarin varligi, Türkiye’de ise FETÖ vasitasi ile iman hareketinin evrensel boyutunu engelleme girisimleri sonuç vermistir. Her ikisinde de var olan itidal bozularak, ana hedeflerinden saptirilmak istenmistir. Nebevi yöntemin basiret ve ferasetini kusanan liderler sayesinde,  her iki hareketin genis kitlelerce kolayca benimsenmesine engel olunamamistir. Ancak, Ihvan hareketinin siyasal Islam anlayisi, siyaset ve yönetimlere yaklasimindaki farklilik, Nur hareketinden farklilasmasina neden olmaktadir. 

Uzun yillar boyunca Risale-i Nur'u okumak ve sahiplenmek adi altinda yapilan yanlislar, eserlerine karsi yapilan tahrifatlar, Nurcu olmayan kesimin Nursî ve risale-i Nur hazinesinden mahrum kalmalari ile sonuçlanmis, ancak 28 Subatla birlikte gelen evsatta Islami gruplar arasi yakinlasma, önyargilari kaldirma, birbirini Islam dairesinin parçalari hükmünde görme melekesini gelistirmistir.Özellikle yöneticilerin basiretli kararlari neticesinde Diyanet Isleri Baskanligimizin, 2014 yilinda Risale-i Nur Külliyatinin Diyanet Isleri Baskanlik yayinlari tarafindan basilmaya baslanmasi ile esereler üzerindeki hegemonya ve tekelcilik kirilmis, ancak basim projesi tamamlanamamistir. Degisik nedenlerin rol oynamis olabilecegi degerlendirilirken, bu girisimin tamamlanabilesi hem üstadin hem de ihlasli ögrencilerinin hayalinin gerçek olmasini saglayacaktir. Ayrica her Müslümanin mali olan bu eserlerin, her kesime en yetkili kurumun eliyle ulasmasi saglanmis olacaktir.

Islam ve Kur’an’in bir bütün olarak Allah’a 'ihlas dairesi içerisinde kulluk'  ölçüsü oldugunu ileri süren Nursî,  tasavvuf, Tarîkat, hakikât, velayet, keramet, seyr-i sulük gibi hakikâtlerin bu amaca hizmet eden yol ve vasitalar olduguna inanmaktadir. Imani ekmege, Tarîkati meyveye benzetmis, imansiz cennete gidilemeyecegini ancak, Tarîkatsiz cennete gidilebilecegini söylemektedir. "Kur’an’in bu asirdaki sönmez nuru", "Kur'an'in elmas kilici olan Risâle-i Nûrlar" ile iman ve Kur’ân’a hizmet etmek, bir ihsân-i ilahî olarak omuzlarimiza yüklendigine inanarak, herkese bir sorumluluk yüklemistir.

KAYNAKÇA

Nursî, Said, Risâle-i Nur Külliyati, Tarihçe-i Hayat, Hayrat Nesriyat, Istanbul, 2010.

Nursî, Said, Risâle-i Nur Külliyati Ihlâs Risaleleri, Nesriyat, Istanbul: rnk Yayinlari, 4.Baski, 2019.

Hamdi Hamîd-i Vânî el-Malatî, Zübdetü’l-Irfân Fî Tedkîki’l-Itkân,çev: Mustafa Altunkaya- Mevhibe Altunkaya, Istanbul: Çira Akademi, 2016.

Nursî,Said,Risâle-i Nûr Külliyati, Mektûbat,I stanbul: rnk Yayinlari, 12. Baski, 2012.

Nursî,Said,Risâle-iNûrKülliyati,KastamonuLâhikâsi, Istanbul:rnkYayinlari, 13.baski.

Alparslan Açikgenç, Türkiye Diyanet Vakfi Islam Ansiklopedisi, Said Nursî Maddesi, 35/565-572.

Nursî,Said, Risâle-i Nûr Külliyati, Emirdag Lâhikâsi, Istanbul: rnk yayinlari, 2005.

Nursî, Said,    BediuzzamânCevap veriyor, Istanbul: rnk yayinlari, 2006.

Nursî,Said, Risâle-i Nûr Külliyati, Gençlik rehberi, Istanbul: rnk yayinlari, 2013.

Nursî, Said, Risâle-i Nûr Küliiyati, Sözler, Istanbul: rnk yayinlari, 2008.

Nursî,Said,Risâle-i Nûr Külliyati, Hakikât Nurlari, Istanbul: rnk yayinlari, 2012.

Nursî, Said, Risâle-i Nûr Külliyati, Asây-i Mûsâ, Istanbul: rnk Yayinlari, 2013.

Nursî, Said, Risâle-i Nûr Külliyati, Mesneviy-i Nûriye, Istanbul: rnk Yayinlari,2010. 

Nursî,Said,Risâle-i Nûr Külliyati, Sikke-i Tasdik-i Gaybi,Istanbul: rnk Yayinlari,2015. 

Nursî, Said, Risâle-i Nûr Külliyati, Suâlar, Istanbul: rnk Yayinlari,2008. 

Nursî,Said, Risâle-i Nûr Külliyati, Lemâlar, Istanbul: rnk Yayinlari,2011. 

Nursî, Said, Risâle-i Nûr Külliyati, Barla Lâhikasi, Istanbul: rnk Yayinlari,2007. 

Nursî,Said Risâle-i Nûr Külliyati, Kastamonu Lâhikasi,Istanbul: rnk Yayinlari,2005. 

Nursî, Said, Risâle-i Nûr Külliyati, Isârâtu’l-I’câz, Istanbul: rnk Yayinlari,2003. 

Nursî, Said,Risâle-i Nûr Külliyati, Ayâtü’l-Kübrâ, Istanbul: rnk Yayinlari,2017. 

Nursî, Said, Risâle-i Nûr Külliyati, Küçük Sözler, Istanbul: rnk Yayinlari,2015. 

Nursî, Said, Risâle-i Nûr Külliyati, Hasir Risalesi,Istanbul: rnk Yayinlari,2013. 

Nursî, Said Risâle-i Nûr Külliyati, Hastalar Risalesi, Istanbul: rnk Yayinlari,2016. 

Koltas,Nurullah Tasvvufun Kavramsal Boyutu, 1-13, Tasavvuf, Lisans Yayincilik, Istanbul,1.Baski, 2021.

Kuspinar,Bilal, Said Nursî’nin Tasavvuf Degerlendirmesi, SorularRisale web sitesi, erisim: 25.12.2021.

Karci, Semsettin, Kur’an’da rics ve ricz Kavramlari, Acedemic Knowledge Dergisi, sayfa. 129-152, sayi: 4/2, 31 Aralik 2021.

Not: Bu makale, 31.12.2021 tarihinde Malatya Inönü üniversitesince düzenlenen, "Abdülhalik Gücdevani el-Malati- 1. Uluslararasi Tasavvuf Sempozyumu'nda sunulan bildirinin, yazar tarafindan özetlenmis halidir. Makaledeki bilgi ve düsünceler “www.hikmetakademisi.com“ yayin politikasina uymayabilir. Bu yayin yazarini baglar.

Görsel : https://birikimdergisi.com/guncel/8824/said-nursiye-bakmak



[1] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Sözler, 33. Söz, 748.

[2] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Mektûbat, 20. Mektup, Besinci Kelime,  259.

[3] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Sözler, 33. Söz, 748.

[4] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Sözler, 6. Söz, 29.                             

[5] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Sözler, 6. Söz, 29.

[6] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Asây-i Mûsâ, Birinci Kisim, 7.Mesele, 33.

[7] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Mesneviy-i Nûriye, Onuncu Risale, 222, (Istanbul: rnk Yayinlari, 2005)

[8] Bilal Kuspinar, Said Nursînin Tasvvuf Degerlendirmesi, dipnot: 27, Sorularla Risale, web sitesi, erisim tarihi: 25.12.2021

[9] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Sözler, 26. Söz, 521.     

[10] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Sözler, 26. Söz, 521.     

[11] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Sözler, 10. Söz, 78.

[12] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Hakikât Nurlari, 50.

[13] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Mektûbat, 29. Mektup, Telvihat-i Tis’a, 282.

[14] Said Nursî, Mektûbat, 29. Mektup, Telvihat-i Tis’a, 283.

[15] Said Nursî, Mektûbat, 29. Mektup, Telvihat-i Tis’a, 284.

[16] Said Nursî, Mektûbat, 29. Mektup, Telvihat-i Tis’a, 284.

[17] Nursî, bu noktada bazilarinin aldanarak kendilerini mehdi makaminda görebileceklerini söylüyor. Bir tegmenin kendisindeki kumandanlik vasfi nedeniyle kendisini merasal zannetmesi gibi, bir karganin kendisini tavus kusu görmesi gibi iltibas ve karsimlar olabilmektedir. Mektûbat, 29. Mektup, s.485.

[18] Duhâ Sûresi, 11: "Rabbinin nimetine gelince, ondan bahset, onu anlat." ayetinin kapsami içerisinde, kerametten bahsedilebilir. Aksi halde riyaya girer.

[19] Said Nursî, Mektûbat, Dokuzuncu Mektup, 32.

[20] Said Nursî, Hakikât Nurlari, Telvihati Tis’a 67.

[21] Said Nursî, Mektûbat, On besinci Mektup, 52.

[22] Said Nursî, Mektûbat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, 496.

[23] Said Nursî, Mektûbat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, 490.

[24] Said Nursî, Mektûbat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, 490.

[25] Said Nursî, Mektûbat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, 492.

 

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!