KÖLE
Siz, mahkûm olduğunuzu hiç düşündünüz mü?
- Bana sorarsanız.
-O, bir mahkûmdu.
Anne rahmine düşmeden rolü biçilmiş, felsefik ve genetik olarak kodlanmış zihinsel temellerin bir ürünüydü. Nasıl olmasın ki: Epigenetik gereği öyle olmalıydı. Tıpkı, geçmişten bugüne kadar topağın altında yatan kabri vatanı olan milyarlarca insanın olduğu gibi “Kainatta sadece bir zerre idi”.
Bu zerre;
Bazen Filipinlerin pirinç tarlalarında yetişiyordu.
Bazen Türkmenistan bozkırlarında vücut buluyor.
Bazen Çin Seddi’nin doruklarında meydan okuyor.
Bazen Amerikan Harlem sokaklarının karanlığında yolunu arıyor.
Bazen Ortadoğu’nun bitmek bilmeyen savaş coğrafyasında,
Kendine bir yer buluyordu. Bu zerre…
Sessiz yığınların ortasında kalmış sepsessiz noktamsı bir yapı. Koca evrende oradan oraya savrulan bir hiç…
Onu dünyaya getiren metaforun sahipleri de kölelik müessesinin birer ferdi idi.
Amma!
O ataları gibi olmayacaktı. Çalışacak piramidin üstüne çıkacaktı. Nitekim çalıştı, çalıştı ve çalıştı bitmek bilmeyen piramidin zirvesine doğru yol aldı.
Amma!
Zirvede kendini her gördüğünde rüyadan tekrar tekrar uyanıyor veya uyandırılıyordu. Sonsuzluk piramidinin zirvesinin olmadığını tepeye çıktıkça yeni firavunlarla karşılaştığında anlıyor. Sevinç naraları çok kısa sürüyordu.
Çünkü:
O, köle bir ruhun ürünüydü. Sevinemezdi, sevinse bile kursağında kalacağını her seferinde tecrübe ediyordu. Köle diyarının masum kölesi. Yeni efendilerin sürekli zuhur ettiği efendilerin bitmek bilmeyen dünyasında nasıl yaşayacaktı. Onun yaşamaya hakkı yok muydu? Vahşi uygarlıklar ülkesinde hep arabeskle mi teselli bulacaktı.
Sabır ve umut katığı ile beslenen köleler diyarının çalışmaktan kamburu çıkmış, eli nasır tutmuş kölesi isyan mı etmeliydi? Kabul edip kaderine rıza mı göstermeliydi?
Zihinsel gelgitlere maruz kalan, hezeyanlar yaşayan şizofrenik hal alan beynine artık hükmedemiyordu.
Kader veya isyan.
Kaderin derin sessizliğine mi bürünmeliydi katatonik bir şizofren olarak yoksa elbiselerini yırtıp, delice isyanla kelepçelerini parçalayıp, avazı çıktığı kadar bağırıp isyana öncülük eden paranoyak bir şizofren mi? Sonuç aynıydı. Kesin olan şuydu deli damgası vurulacaktı. Kölelik ve delilik etiketi yiyecekti.
-Soruyordu. Kendine?
- kölelik mi delilik yoksa delilik mi kölelik ya da her ikisi birbirini besleyen birer nitelik.
Hayır! Karar vermişti. Delilikte, kölelikte efendilerin ve firavunların uydurdukları kimliklerdi.
Piramidin bir üst basamağına çıkan alt basamağındakini köle diye niteliyor. Sonsuz kölelik diyarında her firavun kendi kölesini icat ediyor. Maalesef her köle de firavununa biat ediyor.
Ta ki; Musa gelene kadar yedi uyurlar gibi uyuyor köleler. Kalktıklarında ne ile karşılaşacakları meçhul değil bir gerçek: %99 oranında kölelerle dolu gezegende %1 firavun olan müessesenin kıyamete kadar devam edeceği gerçeği.
Yazarın belirttiği gibi “Acaba dünya başka bir gezegenin cehennemi mi?”
Bizler ise bu cehennemin köleleri miyiz?
Niye böyle hissediyor o zaman herkes niye köleleştirildi bu yığınlar.
Demek ki: Dünyayı cehenneme çevirenler var.
Tek dayanağımız ahrette onlarla hesaplaşacağımız inancı. Belki bundandır yaşamaya devam etme isteğimiz. Yoksa. Dünya yaşanacak bir yer değil artık köleler için.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.