Bir Seçememe Pratiği Olarak 31 Mart

👉Dinî söyleme mesafe koyarak hiyerarşi kurma çabası, sınıfsal anlamda çatışmayı etken hale getirecektir. Hiyerarşi ve eşitlikçilik her ne kadar tarihsel süreçte bir zıtlığa işaret etse de Türkiye’de emeğin mekânsal dağılımı bölgeler arasında katı bir sınıfsallık üretmişti.
Bir Seçememe Pratiği Olarak 31 Mart
M. Mücahid SAGMAN
M. Mücahid SAGMAN
Eklenme Tarihi : 13.04.2024
Okunma Sayısı : 79

Bir Seçememe Pratiği Olarak 31 Mart

CHP henüz kentli dindarlığın alanına giren bireylere sınıfsal bir umut veya imkân vadetmiyor. Haliyle kazandığı oyların büyük kısmının henüz adresi belli olmayan emanet oylar olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda seçimin bir seçme halinden ziyade ‘seç(e)meme pratiği’ olduğunu söylemek mümkün

31 Mart yerel seçimleri uzun süre Türkiye gündemini işgal edeceğe benziyor. Her ne kadar siyasal yapının değişimine dair bir sinyal gibi görülse de bu tarz yorumları yapabilmek için erken olabilir. Çünkü henüz oyların dağılım oranına etki eden temel saikleri rasyonel verilerle yorumlayamıyoruz. Bununla birlikte Erdoğan’ın uzun süredir parti tabanının sınırlarını aşıp Türkiye toplumunun temel dinamiği haline getirmeye çalıştığı “yerli-milli” söyleminin son dört seçimdir kabul gördüğüne şahit oluyoruz. Çünkü öncesinde uzun süredir Türkiye halkının seküler milliyetçilikle muhafazakâr milliyetçilik arasına sıkışan bir zihin dünyasının etkisinde olduğunu gözlemleyebilirdik. Her ne kadar bu genel algının ortadan kalktığını söylemek için erken olsa da son seçimler ‘milli ve yerli muhafazakârlık’ın ana eksen olarak kabul gördüğünü, milliyetçiliğin ve dindarlığın Formları arasında bir mücadelenin daha fazla vücut bulduğunu gösteriyor. Geleneksel tarikat ve cemaat yapılanmalarının iktidara sınırsız desteği karşısında yeni kuşak dindar gençlerin hem 14-28 Mayıs seçimlerinde hem de bu seçimde muhalefet partilerinde kamusal görünürlük elde etme çabaları bir işaret olarak okunabilir. Ama bu dindarlık biçiminin muhalefetin siyasal alanında ne kadar kalacağı oldukça şüpheli.

 

1946 yılında DP 465 sandalyeden 65’ini kazandığında, dört yıl boyunca CHP’nin neredeyse aynı parti programına sahip olmasına rağmen özellikle taşrada devletin insanların özel hayatına karışmasını ustaca kullandılar.¹ DP, Kemalizm programından bir vazgeçişi değil, dinî değerlerle barışık bir Mustafa Kemal idealinin günlük popülist siyasette araçsallaşmasıydı. Aslında ‘gerçek Kemalizm’ söylemi ile bezenmiş bir Anadoluculuk, Batılı/seküler Kemalizm’e karşı yeni bir cephe açmıştı. Osmanlı’nın bitişi her ne kadar Cumhuriyet’in kuruluşu ile ilişkilendirilse de toplumsal muhayyile anlamda bitişini DP iktidarının ürettiği toplumsal yapıda arayabiliriz. Zira Kemalist ideolojinin gölgesinde bir özlem veya dinî temsil düzeyinde kalan Osmanlı hayali, 1950’den itibaren Cumhuriyet’in gerçek sahibi rolüne bürünen dindar/muhafazakâr kitlenin varlığı ile son bulmuştu. Dindarlar artık yeni devletin sahipleri olarak yeniden gün yüzüne çıkıyor, böylece kendi sosyal tercihlerini baskılayan rejimi belirli noktalarda ‘ideal yaşam Formları’ ile dizayn edebiliyorlardı. Sonraki 80 küsür senede ‘seküler/Batıcı’ Türkiye’nin temsilcilerinin tek başına iktidarı ele geçirecek bir sandık gücüne erişememeleri de bu dizaynın göstergesi olarak okunabilir. 

 

2002 yılında AK Parti iktidarının gelmesi, 1946 yılından o güne devam eden sosyal değişimin başka bir yöne evrildiğinin göstergesiydi. Dinî değerler ve muhafazakâr yaşam tarzının sadece sosyal hayatı değil devletin ideolojik aygıtını da dizayn edebileceği ideali, okumuş hem ekonomik hem de sosyal olarak belirli bir toplumsal sınıfı işgal eden dindar genç kuşak tarafından dile getirilmeye başlanmıştı. 1980 sonrası artan kentleşme, dini değerler etrafında şekillenen ‘cemaat’in dağılacağı öngörülerini tetiklemişti. Kente gelen genç dinamik nüfusun değişen alışkanlıklarını bir çatışma ve uyum dinamiği üzerinden analiz etmek epey uzun bir süre modaydı. Sosyoloji, geleneksel-modern karşıtlığı üzerine kurulu bir gerilim üzerine bilgi inşa ettiği için toprağından, cemaatinden kopan insanların yeni modern dünyanın kentlerinde yeni bir ilişki biçimi içinde geçmişinden tamamıyla bağımsız hareket edeceğini varsayıyordu.² 80 sonrası kentin çeperlerinde ortaya çıkan radikal sosyal ve siyasal talepler, sınıfsal itirazlar 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara uzanan yolunun taşlarını döşüyordu. Adalet ve Kalkınma iddiasının bir arada olması insanlık tarihinin seyri açısından mümkün görünmüyordu. Ama taşrada ve kentin varoşlarında yeni bir sosyal sınıf ve siyasal iddia geliştirmeye çalışan gençlerin kendi kaderlerini belirlemesi, uzunca süredir üzerlerine giydirilen elbiseyi yırtıp çıkarmaları adına umut barındırıyordu. Nitekim ayrıldıkları Refah Partisi’nde kalan isimler daha muhafazakâr burjuvayı temsil ederken Adalet ve Kalkınma Partisi yoksul mahallelerden gelen gençlere özne olma fırsatı veriyordu. Her ne kadar bu gençlerin idealleri artan zenginlik ve güç potansiyeli ile başka toplumsal çürümüşlükleri ortaya çıkarmışsa da 20 yılda yaşanan değişimler, son seçimi de dikkate aldığımızda yerli ve milli bir dindarlığın Cumhuriyetçi kitle tarafından da benimsenmekle kalmayıp korunması gereken bir arzu haline geldiğini gösteriyor. 

 

AK Parti iktidarının kendini üzerine kurguladığı idealin, bugün cumhuriyetçi bir muhafazakârlığın, dindar orta sınıfın yoğun olduğu lokasyonlarda ciddi kazanımlar elde etmesine neden olduğunu gözlemleyebiliriz. Hatta daha da ileri giderek muhalefetin kendi toplumsal tabanında yaratmayı başardığı değişim onun merkezi olma rolünü üstlenen yerlerin tamamıyla değiştirebilir. Emek yoğun merkezlerde uzun süredir varlık gösterememesi, öte yandan ekonomik olarak toplumsal üst tabakaların yoğun yaşadığı yerlerde yüksek oy oranları, başka yerlerdeki kaybının da sebebi olarak yorumlanabilir. 

 

Hiyerarşi ve Eşitlikçilik

 

CHP uzun süredir işçi sınıfının yaşadığı yerlere karşı beyaz Türk refleksi ile yabancılaştırıcı bir hiyerarşi kurmaya çalışmaktaydı. Emek ve hiyerarşi arasındaki bağ, toplumsal yapıyı oluşturan temel kurumların eşliğinde eşitlikçiliğe evrilebilir. Örneğin dinî değerler buralardaki hiyerarşinin temel belirleyicisidir ve bu değerler bireylerin kendilerini toplumsal zeminde eşit ve hukuken değerli görmesini sağlayan en önemli bileşendir. Dinî söyleme mesafe koyarak hiyerarşi kurma çabası, sınıfsal anlamda çatışmayı etken hale getirecektir. Hiyerarşi ve eşitlikçilik her ne kadar tarihsel süreçte bir zıtlığa işaret etse de Türkiye’de emeğin mekânsal dağılımı bölgeler arasında katı bir sınıfsallık üretmişti. AK Parti’nin ilk yılları emeğin mekânsal dağılımında görece bir eşitlikçilik ortaya çıkarmıştı denilebilir. 

 

CHP ise uzun yıllardır elit gettolara sıkışarak uzlaşmacı olmayan bir siyaset üretiyordu. 31 Mart seçimi CHP oylarının mekânsal dağılımındaki elitizmin kısmen ortadan kalktığını gösteriyor. Karpat’ın da belirttiği üzere ekonomik büyüme veya GSMH artışı tek başına siyasal gelişmeyle alakalı niceliksel dönüşüm yaratmazlar.³ Karpat, burada Kuveyt ve Suudi Arabistan’ı örnek verir. Bu ülkelerdeki hızlı GSMH artışı siyasal anlamda gözle görülür bir gelişme yaratmamıştır. Biz buna sosyal yaşamı dizayn eden kültürel yapıda da belirgin bir değişmenin olmadığı sonucunu ekleyebiliriz. Kentleşme, kültürel bilinç, sosyal ağ ve örgütlenme gibi temel davranışlar siyasal bilinç düzeyi ile alakalıdır ve ekonomik veriler tek başına belirleyici etken olamazlar. 

 

Türkiye’de muhafazakâr iktidar köken olarak 1960’lardan itibaren kendini yasladığı sosyal gerçeklikte ekonomik kazanımları büyütmenin olumlu anlamda toplumsal değişimi tetikleyeceği iddiasına odaklanmıştı. Bu aslında Cumhuriyetçi ideolojinin kendi gettosunu kurma çabasını bir taklitti. Bugün tam anlamıyla üst sınıfın egemen olduğu Cumhuriyetçi gettolardan bahsedebiliyoruz; Kadıköy, Beşiktaş. Fakat muhafazakâr gettolaşmanın son seçimde başarısız bir proje olduğu sonucu ortaya çıktı; Üsküdar, Eyüpsultan. Gellner geleneksel toplumda kabile yaşantısına değinirken emek yoğun toplumların hiyerarşiye, savunma ağırlıklı toplumların ise eşitlikçiliğe yakın olduğundan bahseder.⁴ Bu denklem tüm yönleriyle olmasa da tarım ağırlıklı taşra hayatından kente 80 sonrası göçün yoğunlaştığı Türkiye’de gözlemlenebilir. Alt-orta sınıfın daha yoğun yaşadığı merkezlerde milliyetçi muhafazakâr iktidarın etkin olması, onlara daha üst sınıflara geçişte imkân sunma potansiyelini barındırdığı içindi. Ama uzun süredir sınıflar arası geçiş daha da zorlaştı ve bu, toplumsal tabanda ekonomik kriz olarak tanımlanıyor. Kendilerine daha üst sınıfların sosyal ve ekonomik alışkanlıklarına dahil olma fırsatı verilmeyen bir denklemde alt-orta sınıfın başka bir seçeneği denemek istediğini görebiliriz. 

 

Öte yandan dindar bireylerin geleneksel yaşam tarzından okumuş kentli sınıfa geçişi sadece bir sınıfsal geçiş değildir. Aynı zamanda sosyal ve siyasal alışkanlıkların da değişimine içkindir. AK Parti’nin uzun süreçte tüketim toplumuna dahil ettiği dindar sınıf artık kentlidir ve çeperlerden merkeze doğru yaşam ve mekân alışkanlıkları değişmiştir. Tüketim toplumuna dahil olan yeni kentli sınıf büyük oranda iktidarın seçmeni olarak kalmayacaktır. Çünkü sosyal ve kültürel alışkanlıklar, dahil olunan siyasal dünyayı da değiştirmeye zorlar. Bu durumda yeni kentli dindar sınıfın Cumhuriyet’i benimseyip dinî alışkanlıklarını seküler şekilde yorumladığına şahit oluruz. Tüm bu değişim ve dönüşümün, geleneksel dindar refleksi ve sosyal tercihleri ile iktidar cenahında kalan bireylerin özeleştiri yapmak yerine modern kentli dindarı temsil eden kişileri hedef yapacağı sonucuna varabilir. 

 

AK Parti’nin bu kaybında da hesabın çoğu özellikle modern kentliliği temsil eden, çoğunlukla da kadın figürlere kesilirse garip bir durum oluşturmaz. Öte yandan CHP henüz kentli dindarlığın alanına giren bireylere sınıfsal bir umut veya imkân vadetmiyor. Haliyle kazandığı oyların büyük kısmının henüz adresi belli olmayan emanet oylar olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda seçimin bir seçme halinden ziyade ‘seç(e)meme pratiği’ olduğunu söylemek mümkün. Çünkü seçme/seçim kavramı tercih ettiğiniz siyasal yönün sembolleri ile kurduğunuz içsel bağı da ifade eder. Eğer gerçek bir siyasal yönelimden bahsedeceksek ya seçilen ya da seçen kendi sembolik değerleri ile çatışmaya girmek durumundadır. Bu seçimle ilgili olarak böyle bir çatışma veya uyum sürecinden bahsetmek için erken görünüyor.

 

Yeni Bir Toplumsallık

 

Muhafazakâr/dindar seçmenin oy tercihlerinin değiştiğini söylemek için de erken olabilir. Fakat muhafazakâr ve seküler hayat tarzında yaşanan kısmi değişimin yeni bir toplumsallık ortaya çıkardığı konuşulabilir. Uzun süredir Cumhuriyet’in konumlandırılması üzerine yaşanan gerilim, kısmen ‘laiklik’ kavramının ideolojik bagajının esnetilmesi kısmen de farklı toplumsal kesimler arasında yaratılan bir kesişim noktası sayesinde aşılmış olabilir. CHP’nin yeni genç kadrosu geleneksel ‘Cumhuriyetçi/Kemalist” alışkanlıklarından kurtulabildiği ölçüde muhafazakâr gettolarda kalabilme başarısı gösterebilir. Emek yoğun muhafazakâr gettolara hitap eden bir CHP, modernleşmeci Cumhuriyetçilikten ziyade Mahçupyan’ın bahsettiği İttihatçılığın sınırlarında hayat bulabilir.⁵ Mahçupyan’a göre Türkçülüğü temel alan, dindar ve laik arasında geçişliliği sağlayan, yurt dışına karşı bir tür yayılmacı bakış sunan bu yeni durum, yeni bir İttihatçılık şeklidir. Kente dahil olan dindar alt-orta sınıfın Cumhuriyet ile yaşanan gerilimini azaltacak bu yeni kesişim noktası, ‘yayılmacı’ karakterinden dolayı daha ziyade etnik kökenli çatışmaları ve gerilimleri artıracaktır. Bu, yeni bir siyasal proje olarak toplumsal yapının önünde kendi meşruiyet kaynaklarını geliştirmeye açık duruyor. Dellaloğlu’na göre eğer yeni bir siyasal proje varsa kendini meşrulaştırmanın bir ayağı da tarihi yeniden yazmaktır. Elit Cumhuriyetçilikten ötekinin gettosuna doğru yayılmacı siyasal bir karakter kazanmak için CHP’nin kendi ezberlerinden kurtulup tarihi yeniden yazması gerekiyor. Öte yandan AK Parti’nin de kendi kaybına neden olan sürecin siyasal yönüne odaklanabilmesi için tarihsel sembolizmi yeniden kurması gerekebilir. Burada da yine başat faktör olarak dinin ve dinî değerlerin tarihsel şemasına odaklanmak ve kültürel değerini yeniden tanımlamak gerekecektir. Çoğu yorumun aksine seçimde ortaya çıkan değişimi sadece ekonomik sorunlara itiraz olarak odaklamak, doğru sosyolojik veriler üretmemize engel olabilir.

¹Cleveland, W. L. (2015). Modern Ortadoğu Tarihi. Çev. Mehmet Harmancı. Agora Kitaplığı.

²Yelken, R. (2012). Cemaatin Yeni Evi: Kent-Metropol. Ed. Köksal Alver. Kent Sosyolojisi. Hece Yayınları. Sf. 257-273. 

³Karpat, H. K. (2010). Osmanlı’dan Günümüze Elitler ve Din. Çev. Güneş Ayas. Timaş Yayınları. Sf. 79.

Gellner, E. (2012) Müslüman Toplum. Çev. Müfit Günay. Kabalcı Yayınevi.

Perspektif’te Etyen Mahçupyan ile 15 Ocak 2022 tarihinde yapılan röportaj. https://www.perspektif.online/mevcut-durumun-adi-ittihatcilik/

Yazının orjinali için bakınız:https://www.perspektif.online/bir-secememe-pratigi-olarak-31-mart/

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!