HİTLER’İN GAZ ODALARINDAN GAZZE’YE
APARTHEİD ve HOLOKOST (2)
KURBANLARIN KURBANI FİLİSTİNLİLER…
1945’te, Anglo-Amerikan ve Sovyet Birlikleri toplama kamplarına girdiklerinde,Nazilerin yaptığı katliamın kanıtları olarak ceset, kemik ve insanlara ait kül yığınları ile karşılaştı. Askerler ayrıca kamplarda açlık ve hastalıkla boğuşan binlerce Yahudi ve Yahudi olmayan sağ kalmış esir buldu. Hayatlarını yeniden kurma olasılığı, sağ kalanların gözünü korkutuyordu. Kurtuluştan sonra, sağ kalan pek çok Yahudi Avrupa’nın bazı bölgelerinde antisemitizmin (Yahudi düşmanlığı) etkisinin devam etmesinden dolayı ve yaşadıkları travma nedeniyle, eski evlerine dönmekten çekindi. Evlerine dönenler ise kendi hayatlarından endişe etti. Örneğin savaş sonrası Polonya’da birçok pogrom (şiddet içeren Yahudi karşıtı saldırılar) yaşandı. Bu saldırıların en büyüğü Kielce’de 1946 yılında, Polonyalı göstericilerin en az 42 Yahudiyi öldürüp, daha birçok Yahudiyi dövdüklerinde meydana geldi.
Çok az göç olanağı olması nedeniyle, Holokost’tan kurtulan binlerce evsiz batıya doğru, Batılı Müttefikler’in kurtardığı diğer Batı topraklarına göç etti. Göç eden evsizler, Almanya’daki Bergen-Belsen benzeri yüzlerce mülteci merkezine ve zorla göç ettirilmiş insanların kampına (DP) yerleştirildi. Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi (UNRRA) ve Birleşik Devletler, Büyük Britanya ve Fransa İşgalci Kuvvetleri bu kampları yönetti.
Onlar her ulusun içinde "iç düşman"dılar. Ulus sınırları onları tanımlamaya yetmeyecek kadar dardı; ulusal gelenek ufukları onların kimliğini görmeye yetmeyecek kadar kısaydı. Yahudiler yalnızca bir başka ulustan farklı değildiler; bir başka yabancıdan da farklıydılar. Kısacası, evsahibiyle konuk, yerliyle yabancı arasındaki büyük ayrımın içini boşalttılar. Ve ulusluğun. grup özyapısınm yüce değeri olmasıyla onlar en temel ayrımların altını oydular: "Biz" ve "onlar" arasındaki ayrımın yani. Yahudiler esnek ve uyumluydular; "onlar"ın taşıması için yüklenebilecek ne kadar küçümseyici yük varsa hepsini almaya hazır, boş bir araçtılar.(10)
Hitler'in dili ve retoriği, hastalık, enfeksiyon, haşere istilası, kokuşma, Veba gibi ifadelerle doluydu. Hristiyanlık ile bolşevizmi frengi ve vebayla kıyaslardı; Yahudilerden, basiller, çürütücü mikroplar ya da haşarat diye söz ederdi. "Yahudi virüsünün keşfi" demişti Himmler' e 1942 de "dünyanın en büyük devrimlerinden biridir. Bu gün sürdürdüğümüz savaş, son yüzyılda Pasteur ve Koch'un verdiği savaşla aynı şeydir. Yahudi virüsünden kaynaklanan öyle çok hastalık var ki ... Sağlığımıza, ancak Yahudi'leri elimine edince kavuşacağız." Aynı yılın Ekiminde Hitler "Vebayı yok ederek insanlığa hizmet edeceğiz" diye ilan etmişti.(11)
Tabi bu arada Zorla göç ettirilmiş Yahudilere yardım etmek için, çok sayıda Yahudi kuruluşu çalıştı. Eğitimle Rehabilitasyon Örgütü (Organization for Rehabilitation through Training-ORT) meslekî eğitim verirken, Amerikan Yahudi Ortak Dağıtım Komitesi (American Jewish Joint Distribution Committee) Holokost’tan sağ kalanlara gıda ve giysi temin etti. Mülteciler de kendi kuruluşlarını oluşturdu ve pek çoğu Filistin'de bağımsız bir Yahudi devleti kurulması için çaba gösterdi. Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasıyla, zorla göç ettirilmiş Yahudiler ve mülteciler, yeni ve egemenliğe sahip bu ülkeye sel gibi aktı. 1953’e kadar, muhtemelen 170.000 zorla göç ettirilmiş Yahudi ve mülteci İsrail'e göç etti.(12)
17 Kasım 2023 günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz bu akşamki görüşmeleri öncesinde ortak bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda Scholz İsrail’in kendini savunma hakkını vurgularken Erdoğan ise Gazze’deki sivil ölümlerine karşı uluslararası toplumun harekete geçmesi gerektiğini öne çıkardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in Filistin’de sivilleri öldürmesine karşı yeterince ses çıkarılmamasını eleştirirken “İsrail Filistin savaşını bir borçluluk psikolojisi içinde değerlendirmemek gerekir” dedi ve ekledi: “Bakın ben rahat konuşuyorum. Bizim İsrail’e borcumuz yok. Borçlu olsak bu kadar rahat konuşamazdık. Borçlu olanlar rahat konuşamıyor.
Batının iki yüzlülüğünün bu ilki değildi… 1991-1995 yılları arasında Yugoslavya’daki iç savaş sırasında Bosna’da yaşanan “etnik temizlik” sürecinde, sadece 5 gün süren Srebrenitsa katliamında, 8372 Boşnak katledilmişti…Avrupa’nın göbeğinde hatta birleşmiş milletler barış gücünün neredeyse nezaretinde işlenen bu soykırıma hiç kimse ama hiç kimse ses çıkarmamıştı…
Fakat sonradan; Slobodan Miloseviç; Hırvatistan, Bosna ve Kosova'da işlenen savaş suçları nedeniyle yargılandı. Dünya onu Sırpların Bosna'da yaptığı katliamlar ile tanımış ve Bosna Kasabı olarak tarihe geçmiştir. Ağır savaş suçları hakkında 66 ayrı dava bulunan dört yıl Hollanda'nın Lahey kentindeki eski Yugoslavya için kurulan Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılandı. Slobodan Miloseviç, Yugoslavya'nın dağılması sonrası 1992 ile 1995 yılları arasında yaşanan Bosna Savaşı sırasında Hollanda'nın Lahey kentinde kurulan mahkeme, Balkan uluslarından 83 savaş suçlusunu mahkum etti. Lahey yakınında 13 yıl önce Bosna Savaşı'ndaki facialar yüzünden ABD öncülüğünde kurulan, BM'ye bağlı mahkemenin yaptırdığı özel cezaevinin bulunduğu Kuzey Denizi'ne nazır Scheveningen'de tutuldu. Bu kişilerden 56 kişi cezasını çekerken, 19 kişi beraat etti ve aralarında eski Sırp lider Slobodan Miloseviç'in de bulunduğu yedi kişi de yargılama sonuçlanmadan öldü. 11 Mart 2006 tarihinde savaş suçlarından yargılandığı sırada Lahey'de (Den Haag) hapishanede öldü. 2006 yılında ölen Miloseviç'in yanı sıra, bir diğer üst düzey savaş suçlusu Karaciç hakkında da 2016 yılında 10 ayrı suçtan 40 yıl hapis cezası verilmişti.(13)
Literatürde “Gerçek modern soykırım ise farklıdır. Modern soykırım, bir amacı olan soykırımdır. Düşmandan kurtulmak kademeli içinde sonlanan bir amaç değildir. O bir araçtır: nihai hedeften kaynaklanan bir gereklilik, yolun sonuna varmak isteyenin atması gereken bir adımdır. Yolun sonu ise daha iyi ve kökten farklı bir toplumun büyük hayalidir. Modern soykırım, kusursuz toplum taslağına uygun bir toplumsal düzeni sağlamaya çalışmak anlamına gelen sosyal mühendisliğin bir ögesidir” (14)
Cumhurbaşanımız Erdoğan, 4 Aralık 2023 te İstanbul'daki İSEDAK Bakanlar Oturumuna katıldı. Oturumun açılış konuşmasını yapan sayın Erdoğan’ın gündeminde yaklaşık 2 aydır devam eden Gazze’deki insanlık dramı, hedefindeyse İsrail Başbakanı vardı. Netanyahu’ya "Gazze Kasabı" diyen Erdoğan, “Bir savaş suçlusu olmanın ötesinde kesinlikle Gazze Kasabı olarak aynen Miloseviç nasıl yargılandıysa bu da yargılanacaktır.” ifadelerini kullandı.(15)
Rusya' da Çarlık döneminde sürdürülen Yahudi katliamları sonucunda 1887-1903 yıllan arasında, Rusya'dan 25.000 Yahudi Filistin'e göç etmiştir. 1897 yılında Basel şehrinde-Theodor Herzl'in başkanlık yaptığı-dünyada çeşitli ülkelerdeki Yahudi leri temsil eden 204 Yahudinin toplanmasıyla 1. Siyonist Kongresi toplandı. (Theodor Herzl, Yahudi Devleti isimli bir kitap yazarak, bu kitapta Yahudiler için ulusal bir yurt istemesi, onu siyonizmin kurucusu olarak tanınmasına yol açmıştır.) Bu toplantıda yahudi devletinin -kurulması ve kurulacağı yer resmen Formüle ediliyordu. Daha o zamandan siyonizmin Orta Doğu' daki yerleşimi ile kapitalizmin, bu bölgedeki çıkarlarının koruyucusu olacağının hesabı yapılıyordu… (16)-, Ama maalesef İkinci dünya savaşı sonrası Yalta’da yapılan anlaşmada Filistinde bir Yahudi devletinin kurulmasını ilk teklif eden Stalin idi (17)
Filistin davası kamuoyunda destek bulmaya ve ahlâken galebe çalmaya başlarken, İsrail’in uluslararası konumu hızla zayıflıyor. Yıllar boyunca üstesinden gelinemeyen çetrefilli sorun, Filistinlilerin yurtlarından kovulması, sömürgeleştirilmeleri ve işgal edilmeleridir. Ve Filistinlilere zulmedenler, Fransız sömürgeciler veya HollandalI Afrikalılar değil, Edward Said’in deyişiyle, “İsrail’in soykırım ve katliamla yazılmış trajik bir tarihe sahip olan Yahudi yurttaşları, Nazi Holokost’undan arta kalanlardır. ”Kurbanların kurbânı, imkânsız bir durumdadır -Said’in de işaret ettiği gibi, Arapların Holokost’u küçümseyerek, hatta reddederek, Filistin’i soykırımın gölgesine hapsetme eğilimi de durumu daha iyiye götürmemiştir. Fakat iş başkalarına zulmetmeye gelince, kurbanlar bile bundan ilelebet muaf tutulamaz. (18)
İsrail kelimesinin İngilizce’de, özellikle de ABD’de pek alışılmadık bir çağrışımı var. Politikacıların İsrail’i desteklediklerine ve onu güçlü tutmak gerektiğine dair tekrarladıkları bildik nakaratları işittikçe, insan gerçek bir ülke veya devletten değil, dünyadaki bütün devletlerin veya ülkelerin statüsünün çok ötesinde bir tür fikirden veya tılsımdan söz ediliyormuş hissine kapılıyor.(19)
İsrail tümüyle ABD’nin parasına, silahlarına ve diplomatik desteğine bağımlıdır. Bir veya iki devletin İsrail’le ortak düşmanı vardır; bir avuç ülke İsrail’in silahlarını satın almaktadır; birkaç tanesi de uluslararası anlaşmaları tanımamak ve gizlice nükleer silah üretmek bakımından İsrail’in fiili yardakçısıdır. Fakat Washington’ın dışında İsrail’in tek bir dostu yoktur. Birleşmiş Milletler’de Amerika’nın en sıkı müttefiklerinin bile desteğini alamamaktadır. … Otuz yedi yıllık askeri işgalin ardından İsrail, zerre kadar güvenlik elde edememiştir; kendi içindeki sağduyuyu ve uluslararası saygınlık bakımın dan her şeyini kaybetmiş ve ahlâki haklılık dayanağını da de sonsuza dek yitirmiştir. (20)
Gazze’de durum bu iken Batı Şeria’da yani başında Mahmud Abbas’ın olduğu bölgede durum farklımı? Nevv York Times gazetesinin köşeyazarı ve Ortadoğu uzmanı Thomas Friedman’ yazıyor: Batı Şeria’daki Filistinlilerin büyük bölümü nün kendi kendilerini yönettiğine dair İsrail propagandası ahmakça bir saçmalık. Filistinlilerin kendi kasabalannı yönettiği doğru, fakat bu kasabaları birbirine bağlayan yollar, yani Filistinlilerin dolaşım hakkı İsrail’in denetimine tabi. Oslo’nun üzerinden yedi yıl geçmesine rağmen, Filistin topraklarına, daha çok yerleşim birimi inşa etmek amacıyla İsrail tarafından el konulması bugün de sürmekte.” Friedman, barışın ancak “Gazze ve Batı Şeria’da bir Filistin devleti nin kurulmasıyla” sağlanabileceği sonucuna varıyor, fakat bunun ne tür bir devlet olacağı, askeri işgalin sona erdirilmesi gibi konularda elbette tek kelime etmiyordu (Nevv York Times, 31 Ekim 2000); (21)
Evet, Holocaust nerdeyse yarım yüzyıl önce oldu. Evet, onun o andaki sonuçları hızla tarihe mal oluyor. Onun deneyimini doğrudan yaşamış kuşak hemen hemen ölüp gitti. Fakat - korkunç, uğursuz bir "fakat"tır bu - uygarlığımızın, Holocaust'un yeniden anlaşilmaz kıldığı, eskiden bilinen bazı özellikleri hala yaşamımızın ayrılmaz parçalarıdır. Onlar çekip gitmedi; dolayısıyla Holocaust olasılığı da tabii.(22)
Auschwitz'i doğuran ideoloji ve sistem olduğu gibi duruyor. Bu, ulus devletin denetim dışı olduğu ve düşünülemeyecek boyutlar da bir toplumsal yamyamlık eylemini başlatabileceği anlamına gelir. Eğer kontrol edilmezse tüm uygarlığı ateşe atıp yok edebilir. O, bir insanlık misyonunu taşıyamaz; onun tecavüzü yasal ya da ahlaksal kanunlarla denetlenemez; vicdanı yoktur. (Henry L. Fein gold) (23)
Çağdaş "uygar" toplumun birçok özelliği Holocaust türü soykırımlara baş vurmayı cesaretlendiriyor ... Belli bir toprak üzerindeki egemen devlet, yönetimindeki halka karşı soykırım uygulama ya da kitlesel katliamlar yapma hakkını egemenliğinin ayrılmaz bir parçası olarak savunuyor ve... B.M., sırf pratik amaçları için, bu hakkı koruyor. (Leo Kuper) (24)
Gazze birçok bakımdan bir laboratuvardır. Tüm erişimin (şu an hala tanımlanmamış Mübarek sonrası rejim tarafından kontrol edilen Mısır sınırı haricinde) İsrail tarafından denetlendiği hava geçirmez bir bölgedir. Bu kapatılmış mekanda, her çeşit yeni kontrol teknolojisi, mühimmat, hukuki ve insani araç ve savaş tekniği bir buçuk milyon insan üzerinde denenmektedir. Uluslararası piyasaya sürülmeden önce, bu teknolojilerin büyük nüfusları uzaktan kontrol edebilme becerisi de test edilir. Hepsinden önemlisi, test edilen ve zorlanan eşiklerdir; hukukun sınırları ve devlet tarafından uygulanabilecek ve uluslararası anlamda hoş görülebilecek şiddetin sınırlarıdır. Her saldırıyla yeniden tanımlanan bu sınır, "teröre karşı savaş" adı altında insanlara neler yapılabileceğinin yeni eşiği haline gelecektir. Yasama gücünün Gazze'ye yönelttiği şiddet yasanın içinde hareketsiz duran kaotik yıkım güçlerini serbest bıraktığında, sonuçları ezilen insanlar tarafından her yerde hissedilecektir. (25)
Düşünebiliyormusunuz sayısal olarak soykırım olmasın diye yapılan uygulamalar modern canilerin şeytana bile külahı ters giydirecek kabiliyette olduklarını bize gösteriyor..Bombalama yapılmadan önce yer bina ve yaşayanlar açısından ne kadar sivilin öleceği önceden hesaplanıp saldırı planı o şekilde hazırlanıp uygulanıyordu… Sınır 29 sivil idi. 29 un altı sivil yapılan saldırıda ölecek ise problem yoktu fakat 30 ve üstü bir rakam ise güya izin almak gerekiyordu… Aynı uygulamayı ABD de Irak’a yaptığı saldırılarda da uygulayıp sivil ölümlerini gerçekleştirdi.(26)
Modem devlet, denetimi altındakilere siyasi ve askeri iktidar kaygılarıyla konulan belli sınırlar içinde istediği herşeyi yapabilir. Devletin, istediğinde aşamayacağı moral-etikal sınır yoktur, çünkü devletten daha yüksek moral-etikal güç yoktur. Bireyin modern devlette etik ve moral yönünden durumu, temelde Auschwitz'deki bir mahkumla hemen hemen aynıdır: ya yetkililerin zorladığı davranış standartlarına uygun davranacak, ya da onların çektirmek istediği sonuçlara katlanacak ...
Günümüzde varolmak gittikçe daha farkedilir bir biçimde, Auscuhwitz' de yaşama ve ölüme hükmeden kurallara uygun hale geliyor. (George M. Kren ve Leon Rappoport)(27)
Modernlik vaadettiği şeyi vermedi. Modernlik, beceremedi. Ama soykırım daha başından beri insan tarihine eşlik ettiğine göre - Holocaust olayının sorumlusu modemite değildir.
Modern soykırım, modem kültür gibi, genelde bir bahçıvanlık işi dir. Topluma bir bahçe gibi yaklaşanların yapması gereken bir çok şeyden yalnızca biridir. Bahçe tasarımı yabani otlarım belirlediğine göre bahçe olan her yerde yabani ot da olacaktır. Ve yabani otlar yok edilmelidir. Yabani otlardan arındırma yıkıcı değil, yapıcı bir etkinliktir. Kusursuz bir bahçenin yapılması ve korunması işinde biraraya gelen diğer etkinliklerden tür olarak farklı değildir. Toplumu bahçe gibi gören tüm görüşler toplumsal doğal ortamın (social habitat) bazı bölümlerini yabani otlar olarak niteler. Bunlar, diğer yabani otlar gibi ayrılmalı, kısıtlanmalı, yayılmaları önlenmeli, yerinden çıkarılmalı ve toplum sınırlarının dışında tutulmalıdır; tüm bu yollar yetersiz ka lırsa öldürülmelidir. (28)
İnsan hakları söz konusu olduğunda pazarlık asla söz konusu değildir; tam da ABD’nin kendi yasalarında, Sudan veya Körfez Savaşı sonrası Irak gibi savunmasız ülkelerin bombalanırken bile kimsenin temel insan haklarını değiştiremeyeceği veya reddedemeyeceği yazılıdır. Dahası, sözgelimi ayrımcılığa karşı hakları veya çalışma haklarını belli bir olayda, durumda destekleyip başka durum larda desteklememek mümkün değildir. Temel insan hakları bir menüden, kafanıza göre seçebileceğiniz maddeler değildir: Bilhassa Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca, tutarlı bir evrensel kabule ihtiyaç duyarlar. Hakların uygulanmasının daima önemli bir sorun olduğu doğrudur, fakat ortada bir hak varsa, öyle ya da böyle uygulanması gerekir ve lağvedilemez, değiştirilemez veya (Clinton’m yapmaya ça lıştığı gibi) yeniden Formüle edilemez.(29) Demekti: şiddetin en aşırı dışa vurumunu tarif eden tabir olarak, "kötülüğün sıradanlığının" mekanik bürokrasisinin yerini alma zamanı gelmiştir.(30)
Yale profesörü Stanley Milgram'ı duyduğunuzu düşünüyorum. İşte şimdilerde Stanley Gazze’de… Ne yapıyor derseniz? Şöyle izah edeyim: Mesela bir sıvı “akışın düzenlenmesi yoluyla denetim uygulayabilme yetisi burada kontrol noktaları ve duvardaki bağlantı noktaları vana ve şalter işlevi görmektedir- İsrail'in Gazze savaşının, Milgram deneyinin tersine dönmüş haline benzemesini sağlamıştır.Yale profesörü Stanley Milgram'ın, bireylerin baskıcı rejimlerin işleyişine gönüllü şekilde katılmalarına dair, 1961 tarihli meşhur araştırması sıradan insanların otorite figürlerinin başkalarına acı çektirme emrine ne derece itaat edeceklerini soruşturmaktadır. Tek taraflı bir aynayla ikiye bölünmüş odanın bir tarafında bulunan bilim insanı, bir gönüllüye, diğer tarafta sandalyeye bağlı bulunan kişi soru kağıdından okuduğu sorulara yanlış cevap verdiği takdirde ona giderek artan oranlarda elektrik vermesini emretmekteydi. Deneyde, sorulara cevap veren kişi bir oyuncuydu: sistemde akım yoktu ve çarpmanın etkileri taklit edilmektey di. "Çarpmaları" yönetenler, bilmeden, bilimsel otorite figürüne itaatin sınırları hakkındaki bir deneyin denekleri olmuştu. Bu deneyin sonucu gösteriyordu ki, çoğunluk, emredildiği takdirde, hayati tehlike eşiğinin ötesinde acı çektirmeye istekliydi. Benzer bir süreç Gazze ablukasının idaresi bağlamında da yaşandı ama hayati bir farkla: Gazze'deki akım fazlasıyla gerçekti ve Hamas hükümetinin kötü siyasi tercihlerine verilen karşılık akımı arttırmak değil zamanla azaltmaktı ve böylece şeritte hayatın sürmesini sağlayan altyapıyı yok etmek ve nihayetinde nüfusu bedensel varoluşun eşiğine getirmekti. Milgram deneyinin bu tersyüz olmuş halinde, otorite figürleri akım seviyesini nihai olarak belirleyenler, İsrail Yüksek Mahkemesi'ne danışmanlık yapan bilim insanları, mühendisler ve insani uzmanlardı. Azaltma işini yönetenler, "insani bir kriz yaratacak" eşiğin üzerinde elektrik sağladıklarını taahhüt etmelerine rağmen, eşik sürekli test ediliyordu; tıpkı Milgram deneyindeki elektrik şokunun üst sınırları gibi.(31)
Filistinliler için Nekbe (Büyük Felaket), 14 Mayıs 1948’de İsrail’in ilk başbakanı olan David Ben Gurion'un beraberindeki 25 kişiyle birlikte Tel Aviv Müzesi’nde İsrail’in Bağımsızlık Bildirgesi’ni dünya kamuoyuna ilan etmesiyle başladı ancak bugüne kadar hiç son bulmadı. Bu nedenle İsrail'in resmen ilan edildiği günün ertesi olan 15 Mayıs, Filistinliler için Nekbe (Büyük Felaket) olarak isimlendiriliyor. O tarihten sonra Yahudi çeteleri Filistinlileri sistematik göçe zorladı. Son yıllarda, “Siyonizm” kelimesi, yerleşimci bir sömürgecilik hareketi olarak Filistin tarihi araştırmacıları tarafından yeniden kullanılır oldu. (32)
İsrail şimdiye kadar yaptıklarının ve şu anda da yapmakta olduklarının hesabını vermeyip sömürgeciliğe devam ettiği sürece ona karşı direnen sömürgecilik karşıtı hareket de devam edecektir.
Mahmud Derviş’in dediği gibi: “İşgal sadece temel ozgürlüklerimizi elimizden almıyor, aynı zamanda vücutlarımıza, rüyalarımıza, insanlara, evlere, agaçlara karşı başlatılan sürekli bir savaşla, insani bir yaşam sürmemizi engelliyor,
'Umut' adı verilen, tedavisi oldukça zor bir hastalığa yakalandık.
Özgiürlüğe kavuşma ve bağımsızhk umudu ... Ne kahramanı ne de kurbanı olmayacağımız normal bir yaşama kavuşma umudu ... (33)
Yahudilerin bulundukları ülkelerden kaçarak, israil'e göç; etmeye ikna ettirmek için Siyonizm'in 'Yahudi düşmanlığına ihtiyacı vardı. Herzl: 'Yahudi düşmanlari, bizim en ileri dostlarırmz olacaklar. .. Yahudi düşmanı ülkeler, bizim en yakm müttefiklerimiz arasına girecekler' demekle beraber daha da ileri giderek 'Yahudi ırkı aleyhtarltğı haklıdır ... Ancak kıskançlık etmeyelim biz de mutlu olacağız' diyordu. Herzl, aslında anti-semitistler tarafindan kullanılan bütün argümanlardan yararlanıyordu. ikinci Dünya Savaşı sırasındaki Nazi 'soykırımını da çıkarları için kullanmaktan çekinmediler. Birilerinin acılarının, bütün digerlerinin ısttrabıyla kıyas kabul etmeyecek kadar büyük oldugunu ispatlamak ve bunu (Holocaust gibi kelimeye dini bir anlam yükleyerek) kutsal bir hale sokmak için, keyfi olarak rakamların şişirilmesi israil devletinin kurulması ve ideolojik haklılığının bir unsuru olarak kullanılldi. (34) FS-sh-451
Ayrıca Yahudi soykırım efsanesi herkesin işine geliyordu. Çunkü bundan 'tarihin en büyük soykırımı' diye bahsetmek, Batı somürgeciler için kendi cinayetlerini unutturmak, vahşi zulümlerinin üzerine sünger çekmek demekti. Nazi toplama kamplarında sadece Yahudiler yoktu. Sosyalistler, çingeneler, homoseksüeller ve toplumun dışına itilmiş zihinsel özürlüler de vardı. Ve bugün Dünya Siyonist Kongresi tarafindan tazminat adı altında çeşitli devletlerden yüksek miktarlarda paralar almakta, ancak alınan bu tazminatlar çeşitli ulusal fonlara aktartılmakta, paralar gerçek magdurlara verilmek yerine Siyonist projelerin finansmanı saglanmaktadır. Kisacası bir acı ekonomisi oluşturulmaktadtr. Ve bugün holocaust devam ediyor, (ama) Filistinliler için ... (35)" Faslı düşünür Taha Abdurrahman Aksa Tufanı'na dair değerlendirmesinde: “Oradakilerle beraber savaşan bir genç olmayı ne de çok isterdim. Yaşanmayı hak eden zaman bu zaman, kıymeti bilinmesi gereken anlar işte bu anlardır.”
D I P N O T L A R:
10-Zygmunt Bauman-Modernite ve Holocaust sh-78 Polity Press, 1995 / 1997 ONK Ajans-Türkiye Türkçe Yayın hakları Sarmal Yayınevine aittir
11-Zygmunt Bauman-Modernite ve Holocaust-sh-101
12-https://encyclopedia.ushmm.org/content/tr/article/the-aftermath-of-the-holocaust
13-https://tr.wikipedia.org/wiki/Slobodan_Milošević
14-Zygmunt Bauman-Modernite ve Holocaust-sh-124
15-Günlük basından
16-DEVSOL-FiLiSTiN SORUNU ve FHKC-DEVRiMCi SOL: 4 BiLiMSEL ARAŞTIRMA DiZiSi: 2 -baskı-1979
17-Larry Collins/Dominique Lapierre - Kudüs, Ey Kudüs-sh-63- E yay-Ank-1.bsk-1973-Kronik yay
18-Edward Said-Oslo'dan Irak'a ve Yol Haritası-Agora kit.yay.ist-2005-Önsöz- (Tony judt)- XIX
19-Edward Said-Oslo'dan Irak'a ve Yol Haritası-sh-72
20-Edward Said-Oslo'dan Irak'a ve Yol Haritası-sh-XX
21-Edward Said-Oslo'dan Irak'a ve Yol Haritası-sh-8
22-ZABAU-Zygmunt Bauman-Modernite ve Holocaust- sh-116
23-Zygmunt Bauman-Modernite ve Holocaust-sh-118
24-Zygmunt Bauman-Modernite ve Holocaust-sh-119
25- EW-EW-Eyal Weizman Arendt'den Gazze'ye Ehvenişer Siyaseti İnsancıl Şiddetin Kısa Tarihi -AçıEyal Weizman Arendt'den Gazze'ye Ehvenişer Siyaseti İnsancıl Şiddetin Kısa Tarihi lım kitap-ist-1.bsk-2018-sh-138/139
26-EWEyal Weizman Arendt'den Gazze'ye Ehvenişer Siyaseti-sh-128 özetle
27-ZABAU-Zygmunt Bauman-Modernite ve Holocaust-sh-119
28-ZABAU-Zygmunt Bauman-Modernite ve Holocaust-sh-126
29-Edward Said-Oslo'dan Irak'a ve Yol Haritası-sh-43
30-Eyal Weizman Arendt'den Gazze'ye Ehvenişer Siyaseti-sh-25
31-Eyal Weizman Arendt'den Gazze'ye Ehvenişer Siyaseti-sh-126
32-Ilan Paappe-Kasım 2023 | umran dergisi-sayı-351-sh-35
33-(33)Md-Mahmud Derviş- Liberation Gazetesi, 15 Nisan 2002
34-35-. Tabanoglu, "Filistin Holocaustu", Tezkire: Dergisi, şubat-Mart- 2001, s.451
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.