Bu günden geriye baktigimizda onar yil aralarla sirti sivazlanan kisi ve gruplarin yaninda dayak yiyen, horlanan, nefret söylemine tabi tutulup ötekilestirilen, yiginla kisi ve gruplari görüyoruz. Bu ülkemizin sanki kaderiymis gibi gözükse de, diger dünya ülkeleri de ya da uluslari için de farkli bir takim uygulamalarla aynisiyla tekerrür ediyor.
Iktidara gelen herkes muhalefette ya da iktidara karsi iken söylediklerini hemencecik unutuyor ve baris, insan haklari, hukukun üstünlügü, adalet devleti, özgürlükler, fakirlik, issizlik, firsat esitsizligi, ahlaki degerler de çöküntü, kültürel degerlere yabancilasma, terör ve siddet, siyasal hegemonya, emperyal dayatmalar ve kaos gibi söylemleri kendileri hiç söylememisçesine veyahut öyle bir seyden haberleri yokmusçasina iktidarda olmanin haz ve istekleri, muktedir olmak, son noktada da güç zehirlenmesi ile kendinden baskalarini ötekilestirmeye basliyorlar.
Ben ve sen, baslangiçta olay bu kadar basit ve yalin, yani ben varsam ötekide mutlaka vardir, fakat zaman ve zemin, imkânlar, yapabilmek, sahip olmak ve birlesmek, toplum olmak ya da cemaat olmak gibi etken ve etmenlerle insan farkliliklar sahibi oluyor. Dini inanisa göre bu olay Habil ve Kabil ile basliyor, sosyalist teoriye göre siniflarin olusumu, kapitalistlere göre altta kalanin cani çiksin, fasistlere göre ise ari ve yüce irk. Fakat isin en berbati ben(özne) kendimi isimlendirmek, tarif etmek ve sunmak yerine, sen diye baslayip karsimdakinin üzerinden kendimi tarif etmeye basliyorum.
Tarihten bilirsiniz; Ispanyollar Amerika’yi isgal etmek için kitaya çiktiklarinda onlari karsilayan yerlilere söyle demisler di; sizinle Tanri’yi ve hakikati konusmak için geldik, deyince. Bir grup yerli cevaben: elbette ne ögrenmek istiyorsunuz beyler? diye cevap vermislerdi. Aslinda yerlilerin istilacilardan ögrenecegi bir sey yoktu. Simdilerde ise artik eskisi gibi degil, dünya küresel bir köye dönüstü. Su zaman diliminde yasanan Pandemi süresince de dijitallesen hayat ve iliskiler, emperyal isteklerin tipolojisini de degistirmis durumdadir. Dün isgal ile ele geçirilen Amerika; bugün dünyanin bütün arzini kendi ülkesi görmekte, istedigi ülkeye çikarma yapmakta, asker göndermekte, yönetimleri degistirmekte, yeni yönetimler tayin etmekte ve her seyi Amerika faydasina olacak sekilde ve oranin bütün imkânlarini sömürecek sekilde dizaynlar yapmaktadir. Her ne kadar bir küresel köy olan dünyamizda Amerika tek patron olmanin keyfini sürüyorsa da simdilerde dünya emperyal sirketlerin hakim olma mücadelesi ile süren bir kaosun içindedir. Bu degisimlerde ben ve sen tanimlamalarini da yansimaktadir.
Hazreti Ali’ye atfedilen “disardan bakinca herkes gibi görün ama aslinda kendin ol“ mottosu, ben ve sen tanimlamasinda özne rolü oynayanin dikkat etmesi gereken bir husus olmakla beraber, bu iktidar ele geçirmek ve iktidara sahip olmak sonrasinda hemencecik degismektedir.
Osmanli bakiyesi olarak birakilan topraklarda yeni bir cumhuriyetin tesisi noktasinda; birinci meclis, ikinci meclis, hilafetin kaldirilmasi, Yeni cumhuriyette yeni ilke ve inkilaplarin önerilmesi, kanunlastirilmasi ve uygulanmasi simdiye kadar taraflarca üzerinde anlasilan bir tarih vesikasi olarak maalesef yoktur, var olanlarina ise sosyalistler, Kürtler, Islamcilar, Aleviler karsi çikmakta ve mevcudu benimsememektedirler. Tarihin bu kirilma aninda, bir özne olan devlet, ya da devletin iktidarina sahip olanlar, yahut kendisini devlet yerine koyan bir takim insanlar grup ve camialar, Itirazi olanlari ötekilestirmekte, nefret söylemine tabi tutmakta, hatta gücü nispetince pataklamak da, sürgüne göndermekte, hapis etmekte ve idam etmektedir.
Bu tespitimiz de sadece birilerini hedef tahtasina koymak gibi bir niyetimiz yok; Mesela 1960 öncesi tek parti ve milli sef uygulamalari sonrasinda degisen Demokrat Parti iktidarina tahammülsüzlük 27 Mayis 1960 ihtilaline vardirilmistir. Yapilan darbe sonrasi Devlet ve kurumlari yeniden dizayn edilmis, ötekilestirilenler agir iskencelerden geçirilmis ve herkes bir hizaya getirilmistir. Sanki ilahi bir sünnetmis gibi onar yil arayla yapilan darbelerde de iktidara gelen özellikle askeri erkan kendi iktidarlari disindaki herkesi hain ,vatan düsmani ,yerli isbirlikçi , dis güçlerin ajani gibi yaftalarla itham edip algi yönetimi ile halkin gözünde düsürmek istemislerdir.Cumhuriyet rejiminin vazgeçilmezi demokrasi ve serbest seçimler ne kadar uygulaniyor , ne kadar aksakliklar var ,ya da siyasal katilim orani sandiga ne kadar yansiyor ve bu iktidar ya da muhalefeti ne kadar olusturuyor , o sürekli bir tartisma halinde iken bile ,kör topal da olsa dört senede bir yapilan seçimler halkin görüsünü almak , bu arada ötekilestiren grup kisi ve camialari iktidara tasiyabilmektedir.
Aslinda benim kanaatime göre Türk devleti nötürdür, Yani devlet ne sagcidir, ne solcudur, ne de seriatçidir. Saydigimiz bu görüslerden herhangi birisinin iktidara gelmesi ve devleti yönetmesi devletin bu nötür olma karakterini degistirmemektedir .Türk devleti kisa bir süreç içerisinde hemen fabrika ayarlarina dönmekte ve bunu da Hasan Mutlucan’in sen sakrak türküleriyle süsleyerek basarmaktadir.
Örnegin bu ülkenin resmî tarihinde; varlik vergisi sonrasi (1942) de açilan Askale çalisma kampi yada 1960 ihtilali sonrasinda 55 ler diye bilinen aslinda 750 civarinda insanin toplama kampi olan Sivas kampina ve sonrasi sürgünlere ait vesikalara, belgelere rastlayamazsiniz. Hatta güya devlet tarafindan ötekilestirilip pataklanan gayri Müslim ve Kürt vatandaslarimizin hikâyesi ile ilgili dogru dürüst bir yayin bile bulamazsiniz...
12 Mart 1971 muhtirasina geldigimizde aslinda 9 Mart 1971 için tasarlanan sol, sosyalist ve askeriye içerisindeki bir grubun darbeyle devleti ele geçirmek ve iktidar olmak düsünceleri yani projeleri akamete ugratildi. Fakat ne hikmetse muhtira sonrasi engellenen darbenin adeta yapmasi gerekenleri icra eden bir siyasi yönetim söz konusu oldu. Yani sol ve sosyalist düsünceye sahip insan kisi grup ve örgütlenmelerin dozaji artti. Sol ve sosyalist örgütlenmelerin Marksist Leninist Rusya versiyonlarinin yaninda Çin’in Mao yorumu yahut Vietnam’in HoSiMinh ya da Arnavutluk’tan Enver hocanin Sosyalizmi yorumlayan versiyonlari buna göre mevcut legal parti olan TIP illegal olan TKP ve yerli irili ufakli bir sürü örgüt çalismalari süregeldi. Bunun yani sira net bir Islamci, milliyetçi, muhafazakâr ayrimi olmaksizin sag cenahta kendince bir örgütlenme ve mücadele içerisinde idi.Fasist diye nitelenen bu karsi tarafa yönelik sözlü, fiili ya da silahli saldirilar oldu.Ya da solcularin tanimina göre fasist saldirilara karsi bir savunma ve fasizme karsi bir savas sürdürüldügü söylenmektedir...Simdilerde her iki tarafin hayiflandigi ve 5000 gencimizin yok pahasina hayatini verdigi fiili durum Netekim Pasa’nin bir düdügüyle 12 Eylül 1980 sonrasinda son buldu.Sonralari bu küçük çapli adeta iç savasin bir proje oldugu söylenirken, hazirlanan darbe anayasasi % 91.37 oy çoklugu ile kabul edildi...
12 Eylül 1980 darbesine gelene kadar devlet kurum ve kuruluslari sol ve sag diye ikiye bölünmüstü, bu arada Islamcilarin aradan bazen rol çaldigini (milliyetçilerden ayri bir teskilatlanma) da unutmamak gerekir. Bu ayrisma o kadar ileriye götürülmüstü ki emniyet teskilatindan polis bile POL -BIR, POL -DER olarak ikiye bölünmüstü. Fakat 71 muhtirasi sonrasi güya önleri açilan ve palazlanan sol ve sosyalist çevrelerin adeta köküne kibrit suyu döküldü, bir çok grup ve örgüt çökertilirken, bir daha ayaga kalkmayacak sekilde sol ve sosyalist önderlerin hepsi çatismalarda yok edilmisti.12 Eylül sonrasinda kurulan mahkemelerde bir sagdan bir soldan idamlar baslatilmisti.
Netekim Pasa’nin 12 Eylül sonrasi bütün ugrasilarina ragmen halk sandikta mevcut askeri iktidar sahiplerine ters bir karar vererek Özal’in basbakan olmasini sagladi. Özal’li yillar özellikle sag cenahin ve dini her türlü kisi grup ve cemaatin önün açildigi yillar oldu.Bu arada Özal’in hakkini da yemeye gerek yok ; dört egilimi birlestirmek üzere iktidara halk tarafinda getirilen Özal döneminde Solcular liberaller ulusalcilar Kemalistler de iyi bir devran sürerek faydalandilar.
Hatta 1990’ lara geldigimizde Islamci fikirlerini milli görüs diye adlandirilan Necmettin Erbakan Basbakanliginda Refah-Yol hükümeti kuruldu. Bu hükümet de, rejimin tekrar fabrika ayarlarina dönmesi itibari ile usulüne uygun bir sekilde aslinda adina 28 Subat denilen post modern bir darbe ile iktidardan düsürüldü. Milli görüsün üçüncü partisi olan Refah Partisi de kendinden önceki Kürt partileri gibi kapatildi.Hikayedeki SARI ÖKÜZ ‘ün gitmesine ses çikarmayanlarin “demokrasiye aykiri,hukuksuzluk,adaletsizlik gibi bagirislarini hiç kimse duymadi.” Ardindan irili ufakli bütün Islamci kurum ve kuruluslar kapatildi, bütün iliskiler tarumar edilip hapishaneler adeta (fetö’cüler hariç) Islamcilar ile dolduruldu. Hatta simdiki cumhurbaskanimiz okudugu bir siir bahane edilerek mahkum edilmisti.
Buraya kadar mevcut isleyiste ötekilestirilip dayak yiyenlerin hepsi kendi düsmanlari olarak devlet aygitini gördü. Yani cumhuriyetin kurulusundan bu yana kendini devlet yerine koyarak karsitlarini ötekilestirip , kendileri de devre uygun maskelerini takarak icra-i faaliyet gösterenler en çokta batici ,laik ,Kemalist maskeler kullandiklari görüldüyse de son dönem 28 subat operasyonlarinda FETÖ gölgesinin varligi da iddia edildi.
“Ne istediniz de vermedik” denilen FETÖ’cü gurup 15 Temmuz 2016 da darbe yapmaya çalisinca bu ötekilestirme algisi da sanki darbe yedi. Iktidar sahipleri her ne kadar fetö’cü darbenin devlete ve millete karsi yapildigini söylense de ve olay gerçekten de isleyis olarak aynen böylede olsa , karsi tarafin devlete bir düsmanligi söz konusu yok gibi.Yani bir el “devleti “ arada usulca çekmis oldu , varsa yoksa tek düsman Recep Tayyip Erdogan di...
Unutmamiz gereken ve unutturulmamasi gereken 15 Temmuz menfur darbesi sonrasi milletin vicdaninda da öteki konumuna düsen(!) FETÖ’cü gurup simdilerde daha önce dayak attigi veya dayak yemesine vesile oldugu kisi gurup camia ve cemaatler gibi dayak sirasini saviyor...Usulce aradan çekilen “DEVLET DÜSMANLIGI” artik yerini Recep Tayyip Erdogan düsmanligina birakti.
Bir DÖNÜSÜMLÜ ÖTEKILIK böyle sürüp gitmektedir. Simdilerde Ak Parti iktidarina karsi olanlar, karsi olmayip da iktidar için ugrasanlar, fetö’cüler, Ak partiden kopan ve yeni partilesen gruplar, hepsi deyim yerinde ise TAYYIP sonrasi bir ötekilestirme senaryosu ve pataklama listesi hazirliyorlar dersek çok illeri gitmis olmayiz. Çünkü hiç ayirt etmeden söylemek istiyorum ki: hiçbirimiz farkliliklarimizdan vazgeçmek istemiyoruz. Birlikte yasamak istemesek te fiziken ayni ilde, mahalle köy ve apartmanlarda beraber yasiyoruz. Dönem dönem her birimiz baris, özgürlük, evrensel degerler, insan haklari, hukukun üstünlügü söylemleri ile iktidara gelen güya muktedirlerce nefret söylemi ile ötekilestirilip bir güzel pataklaniyoruz. Hatta yillarca hapis ile yargilaniyor sonrada mahkum ediliyoruz... Çikinca da yine birbirimize hiçbir sey olmamis gibi geçmis olsun ziyaretleri yapiyoruz. Farkliliklarimiza ragmen birlikte yasamayi ögrendigimiz güne kadar bu dönüsümlü ötekilik devam edecege benziyor...
M. Kamuran TÜRKER