Bulgur ve Adalet

Islam dünyasindaki temel yanlisliklardan biri, Afganistan’daki emirlik düzeni gibi, bir liderin ömür boyu veya en azindan belirsiz...
Bulgur ve Adalet
Ümit AKTAS
Ümit AKTAS
Eklenme Tarihi : 27.09.2021
Okunma Sayısı : 873

Islam dünyasindaki temel yanlisliklardan biri, Afganistan’daki emirlik düzeni gibi, bir liderin ömür boyu veya en azindan belirsiz bir süre için iktidarda kalisinin, ihtilaflarin ise kanli bir biçimde bastirilisinin Islamî bir siyaset anlayisi olduguna dair zandir. Oysa Kuran ve sünnet bu konuda belirli bir ilke koymus degil. Bu zan ise daha çok Peygamber (as) sonrasi uygulamalarindan, yani gelenekten çikarilmakta. Üstelik de Islam dünyasi bu zannin oldukça trajik acilarini tarihinin basindan beri yasadi ve yasamaya da devam etmekte.

Kendileri de benzeri bir gelenege dayanan Bati toplumlari, bu tarz bir siyasal anlayisi, yani çesitli biçimleriyle monarsiyi (krallik, padisahlik…) asabilmek için seçimli, çok partili, süre kisitlamalari olan bir sistem gelistirmislerdir ki bunun adi demokrasidir. Türkiye Cumhuriyeti ve Islam dünyasindaki benzeri cumhuriyetler ise, biçimsel olarak monarsiyi ikame eden cumhuriyetçi yönetim biçimine geçmis olsalar da, demokrasiyi reddetmisler; hilafet adi altinda zihinlerine yerleserek mesruiyet kazanmis olan yönetime dair bu yegâne temel kültürü (aslinda padisahlik/sultanlik sistemini) dinsellestirerek savunmayi sürdürmüslerdir. Bu sistem ise egemenin ömür boyu iktidarda kaldigi, siyasi hiziplerin olmadigi ve hatta bas gösterirse yok edildigi, egemenin ancak ölümle veya öldürümle bastan indirildigi, sirf bu konudaki problemi çözebilmek için masum çocuklarin ve kardeslerin acimasizca katledildigi bir sistemdir. Bu sistemi Islam adina savunmak ise bir hamakattan baska bir sey degildir.

Türkiye, o da küresel mecburiyete uyarlanmak için 1946 yilindan itibaren biçimsel olarak demokrasiye geçse de, bu biçimselligi asla asamadigindan ve her asma çabasi darbelerle engellediginden, günümüzdeki Ak Parti iktidari da yasalarla oynayarak veya siyasal zemini çesitli desiselerle örgütleyerek bu “ölümüne iktidarda kalma” zihniyetini fiili olarak sürdürmekte. Kendi kitlesi kadar bazi müttefiklerini de çesitli yollarla buna ikna ettiginden, bu kitle de, hem de Islami kaygilari da öne sürerek veya Ahmet Tasgetiren’in “Evdeki Bulgur” baslikli yazisinda zikrettigi gibi,  “evdeki bulgurdan” da olmamak için, bu özünde demokrasi karsiti, adaletten uzak ve yolsuzluklarla anilan durumu desteklemektedir. Zira demokrasinin temel tutumu, iktidarda kalabilmek için toplumu, yasalari ve teamülleri zorlamak degil, iktidari yeri ve zamani geldiginde muhaliflerle paylasabilmek veya halkin bu konudaki degisim istegine riza gösterebilmektir.

Kisir çekismelerin ve gündelik siyasal kavgalarin bir kenarda tuttugu Kemalist cumhuriyet zihniyeti ise, benzerleri hemen tüm dünya siyasetinden silindigi halde, kurucu kurtarici bir esas addedilen ideolojik egemenligini hâlâ sürdürebilmekte. Bu durum, kendi ideolojik yetkinliginden ziyade, “demokratik” güçlerin cumhuriyetin bu biçimsel konumunu sorgulamaya girismeksizin, demokrasi soslu cumhuriyet biçimine ve bu biçim içerisinde elde ettikleri iktidara riza göstermelerinden ve hatta bunun avantajlarini kullanma isteklerinden kaynaklanmakta. Zira cumhuriyet ilkeleri olarak vaz edilen ilkeler, temelde CHP’nin, yani demokratik kurgu içerisindeki bir partinin ilkeleridir. Ve bu parti, kurucu ve kurtarici olma vasfini, demokratik mücadelenin disinda kalan bir dokunulmazlikla kendi elinde tutmaktadir. Ve hatta temel çatisma noktalarindan birisi olan laiklik ilkesi bile, demokrasiden ziyade cumhuriyetin bir ilkesidir. Zira özünde dislayici olan bu ilke de, sair siyasal olusumlari gayri mesru olarak addedebilmekte ya da sistem disi tutabilmektedir.

Ak Parti ise, kurulus manifestosunda israrla vurguladigi “demokrasi”den vazgeçtigini (cumhuriyetçilestigini) 2013 yilinda fiili olarak açiklamisti. Bunun isaret fisegi olan Gezi olaylari, Gezi Parki’nin mevcut durumunu sürdürme güvencesiyle bitebilecegi halde, bu olay köpürtülerek, ortaya çikan hengâme içerisinde demokratik siyasetin yönü, cumhuriyetçi sürekli iktidara dogru bükülmüstür. Esasinda ise, çokça söylendigi gibi, Gezi olaylarinin veya Fetullahçilarin bastirilma biçimi ya da Baris Sürecinin sona erdirilmesi, Ak Parti’nin demokratik bir mücadele içerisinde karsilastigi olaylari çözebilmek için icbar edildigi zorunluluklar olmayip, tam aksine, Ak Parti iktidarinin sürekliligini saglama almak için basvurdugu yollardi. Oysa Ak Parti, kaybetme ihtimali dogal olarak giderek yükselen iktidarindan bir dönem vazgeçebilseydi,  yeniden ve yenilenmis bir biçimde iktidara dönebilirdi. Üstelik de giderek kendi baslangiç ilkelerinden uzaklasan, adi yolsuzluklarla, zulümle ve saibeli güçlerle isbirligiyle anilan bir parti olmak yerine, demokratik sistemi kurucu ve kurtarici bir hareket olarak.

Nasil olursa olsun iktidarini korumayi esas alan bu 2013 stratejisiyle Ak Parti, demokrasi kadar çogulculuktan da uzaklastigini ortaya koymustur. Oysa demokrasinin en temel iki niteligi, siyasal çogulculugu ve iktidar süresinin sinirliligidir. Öyle ki birçok ülke bunu iki dönem kurali olarak yasal bir esasa da dönüstürmüs bulunmakta. Hatta Ak Parti bile, kurulus manifestosunun uygulanmayan birçok esasi gibi bunu, en azindan parti içi demokrasisine bir esas kilmis ama bu esas da tasfiye edilmesi gereken muhalifler disinda hemen hiç uygulanmamistir. Böylece Tunus’taki “anayasal darbe”den sonra, bir Avrupa ülkesi ve müstesna sahsiyet Aliya’nin örnek liderligiyle çogulcu demokrasiye geçmis olan Bosna disinda, Islam dünyasinda demokratik bir yönetim biçimi resmi veya fiili olarak uygulanmakta degil.

Çünkü demokrasilerde iktidar, sayisal çogunluklardan ziyade toplumsal mutabakatlara dayanan, azinliklarin da çogunluklar kadar temsil edildigi ve siyasal haklardan yararlandigi bir yönetim biçimidir. Ayrica bu yönetim biçimi içerisinde hiç kimse veya hiçbir ideoloji, ayricalikli ve mümtaz bir yere de sahip degildir. Yasama biçiminden tutun da iktidarin nimetlerinden yararlanma açisindan da iktidarda olmak on(lar)a özel bir ayricalik kazandirmaz. Dolayisiyla bu kosullardaki sivil toplum kuruluslari ve cemaatler de “evdeki bulgur”dan (güncel çikarlarindan) olmamak için “pirinç”ten (demokratik ve ahlaki ilkelerinden) vazgeçmeyi asla düsün(e)mezler. Beri yandan bu vazgeçilemezler, çogu kez toplumsal ve siyasal haklar oldugu kadar hak ve adaletteki gelismeleri de ifade eder. Türkiye’de ise Tasgetiren’in deyisiyle “bulgur kurtlandigi” halde, sözümona dini cemiyet ve cemaatler, bu “kurtlu bulgur” için bile Hakkin ve adaletin hatirini hiçe sayabilmektedirler.

Bilindigi gibi Yunus Emre’nin kendisini dervislige dogru götüren macerasi da, bugday ile nefes arasindaki tercihteki tereddüde dayanir. Kolay degildir. Bir yandan kendisinden “ekmek” bekleyen ailesi, öte yanda ise henüz anlamina tam olarak mülaki olamadigi “nefes”. Ama yine de içsel bir istiyaki olsa gerek ki, bugday yerine nefesi kabullenir. Bu, belki de Âdem (as)’in de sinandigi o imtihan gibi, insanoglunun hayatinin farkli asamalarindaki temel sinanmalariyla ilgili bir durumdur. Sinanmakta oldugu bu çeliskiler karsisinda bocalayan insan kimileyin yanlis adimlar atsa da, adimlarini düzeltmeli, hatasinin farkina varmalidir. Kuskusuz ki sorun salt bulgurla pirinç arasindaki bir çeliskiye dayansa imtihan o kadar zorlu olmayacaktir. Hatta bugday ile nefes arasindaki tercihteki çeliski bile, haksizliklar ve adaletsizlikler karsisinda hakikati savunmak ile sessizlige gömülmek arasindaki çeliski kadar zorlu degildir. Dolayisiyla insanlari geldikleri bu noktada bile sorgulama yetkisini kendilerinde görenler, yirmi yil önce bu iktidari canla basla savunurken neden simdi desteklerini geriye çektikleri ve hatta neden bulgurdan bile olmayi göze aldiklari üzerinde düsünmeli degiller mi? Kuskusuz ki düsünmekteler ve bilmekteler. Ama asil sorun kaybedilmesinden çekindikleri bulgur ve pirinç degil; ellerindeki nimetlerden vazgeçebilmek ve suç ortagi olduklari haksizliklarla yüzlesme ihtimalidir.  

                                                           ***

Müslüman topluluklarin tarihsel ve toplumsal sartlardan kaynaklanan etkilenmelerle demokrasiye bigâne ve hatta karsi oluslarini anlamak mümkün olsa da, bunun yerine ikameye çalistiklari çesitli siyasal biçimlerin ve hatta cemaatsel yapilarin baskiciligini, ahlaki ilkelere ve baskalarinin haklarina karsi duyarsizligini anlamak ise mümkün degil. Demokrasiye muhalefet ederken, daha en basindan topraga gömdükleri “sura sistemi”ne dair hiçbir arastirma ve endise içerisinde olmamalari ise daha temel ve vahim bir sorun. O nedenle bu yazi, bir elestiriden öte, demokrasiyi küçümseyenlere ama “nasil yapmali?” üzerinde asla zihinlerini yormayanlara karsi bir “hakikate çagri”dir. Dahasi “Müslümanlarin” (esasinda muhafazakârlarin) bu konulardaki, yani siyasal temsiliyet, hakkaniyet ve adaletin saglanmasi, hak ve adalet arayislarinin sürekliligi, azinliklarin hukukunun gözetilmesi ve çogunluklarin zulümlerinin önlenmesi gibi hususlardaki adimlarinin müteredditliginin, bir adim ileri atip iki adim geriye çekilmelerindeki cesaretsizliklerinin ve aymazliklarinin da bir elestirisidir.

Adalet arayisi ise, salt ahlaki çözümlemelerle ve çikarsal özürlerle savusturulamadigi gibi, özünde siyasal bir arayistir. Çünkü bu, ahlakin toplumsala ve hatta insanlarin bireysel inisiyatiflerine birakilmis, bir açidan “keyfi” tutumuna havale edilemeyecek bir önemliliktedir. “Adalet arayisi içindeki politik pratigin sonu yoktur… Hiçbir sey her durumda adil degildir; adalet tam da onu arayan hareketin kendisindedir. Bu hareket, esas anlamiyla politiktir ve ne düsüncenin ne de onun bütünlesmesi olacak tarihin bir sonu oldugunu gösterir.”[1]

[1] J. F. Lyotard, Hakkiyla, Ithaki Y. s. 7, 8

Not Bu yazi 24.09.2021 tarihinde farkli bakis sitesinden alintilanmistir, yazinin orijinali için asagidaki linki tiklayiniz.

https://farklibakis.net/yazarlar/umit-aktas-yazdi-bulgur-ve-adalet/

 

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!